Şehit, inancı uğruna savaşırken, yani kötü bildiğini yok etmeye çalışırken canını verendir. Martir, ölümcül tehlikenin geldiğini göre göre inancını savunan, ancak karşısındakinin canını almayı aklından bile geçirmeyen kişidir. Hrant değil can almak, karıncaya bile zarar veremeyecek kadar duygulu bir kişiydi.
Haberi duyunca altımdaki zemin kaydı adeta... Yıkılmamak için duvara dayandım bir müddet... Sonra aceleyle tuvalete koşup, bulanan midemi boşalttım arka arkaya iki kez... Biraz kendime gelir gibi oldum... Bu arada telefon devamlı çalmaya başladı. Bütün sesler helecan içinde: "Öğrendin mi?”
Yazı yazmak istemiyor canım. Aklımda Hrant; onu bir daha göremeyeceğime inanamıyorum bir türlü.
İyi bilirim bu hissi; daha önce de yaşadım. En dehşetengiz korku filminden çıkan bir "deja vu". Düşündükçe yeniden bulanıyor midem. Yeniden kayıyor ayaklarımın altından zemin... Sevip de kaybettiklerim, beynimin içinde sardılar etrafımı. El ele tutuşup çılgın bir Tatavla kasabı oynuyorlar kafamın içinde.
Ne kadar da uyumlular. Sanki yıllarca tanışıyor beraber dans ediyorlar gibi. Kim bilir? Belki bunca zamandır içimde yaşarken tanışmışlardır da benim haberim olmamıştır! İmrendim danslarına. Aralarına katılıp başı çekmek geliyor içimden ama... Kafamın içine giremiyorum. Tek bir yolu var girmenin. O da dışarıdakilerle bir daha hiç dans etmemeyi göze almak! Dışarıdakilerle mi yoksa içeridekilerle mi birlikte olmak daha iyi? Onun kararını vermek bile elinde değil. Kimler sana daha çok muhtaç; ona bağlı... Hrant için "şehit" diyorlar. Değil. Bir "martir" o!
Şehit değil, Martir
Şehit, inancı uğruna savaşırken, yani kötü bildiğini yok etmeye çalışırken canını verendir. Martir, ölümcül tehlikenin geldiğini göre göre inancını savunan, ancak karşısındakinin canını almayı aklından bile geçirmeyen kişidir.
Hrant değil can almak, karıncaya bile zarar veremeyecek kadar duygulu bir kişiydi.
Sayılı dostları vardı Hrant'ın. Günün konusu olunca aniden sayısız oldular. Aralarına, o yaşarken, arkasından tuhaf tuhaf konuşanlar da katıldı; "dost" oldular. Hatta bunu ifade etmek gayretinde aşırıya kaçıp acı gülümsemelere de neden oldular. Hrant yargılanırken "ipe un serenler"di. Hayrettir; bunlar bir anda Baskınları, Oyaları, Aydınları, Oralları, İpekleri, Celalleri... bile sollayıp geçtiler.
Şartlandırılmış çocuk/katilin tabancısının kurşunları "Türkiye Cumhuriyetine sıkıldı" dedi bu konuları çok bilenler. Ben bu konuda cahilim Hrant'ım. Ona sıkıldıysa kurşunlar, neden ölen sen oldun? Neden kaldırımı sulayan, her türlü zehirden arınmış senin asil kanındı? Ermeni Vatandaş Hrant Dink'in kanı? Ailenin ve dostlarının arasında var mı bunu anlayabilen? Bununla teselli olan?
Artık yürürken endişeyle bakmayacaksın sağına soluna. Arkanda, ailene bıraktığın tertemiz isminse, o hak ettiğin kuş kanatlarını takarak özgürce uçacak. Yazılarının rahatsız ettiği hunhar kurtlar, bu kalpten kalbe özgür uçuşlarına büsbütün köpürecekler. Adam gibi adamları öldürmekle yok edemeyeceklerini bir kez daha görecekler.
Hrant'ım, ürkek güvercinim. Katillerinin vicdanına hitap etme gayretin boşa gitti. Şöyle dedin: "Tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım: Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamını sürdürür... Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.”
Yanıldın Hrant'ım! Nerede katillerinde bu vicdan? Hrant'ın ölümüne ağıtlar yakan büyüklerimiz. Eğer gerçekten onun aziz ruhunun huzura kavuşmasını, hakkını helal etmesini istiyorsanız, büyüdüğü ve sevgili hayat arkadaşını tanıdığı yetimhaneyi -ki cemaatin elinden alınan mallar arasındadır- hemen sahiplerine iade ederek "Gazeteci Hrant Dink Yetimhanesi" adıyla yeniden hizmet vermeye başlamasını sağlayın.
Belki böylece kararan imajımızı, biraz olsun, düzeltebilirsiniz...
(Apoyevmatini gazetesi yayın yönetmeni Mihail Vasilidais’in bu yazısı Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra Beyoğlu gazetesinin 26 Ocak-1 Şubat 2007 sayısından yayınlanmıştır)