Anlık hatırlamalar - II / lensler konuşabilseydi

Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos’un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı ‘Lensler konuşabilseydi’ başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.

Çocukluk, insanın hayatını en çok etkileyen dönemdir. İleride yaşayacağınız iyi ve kötü deneyimleri ilk kez bu dönemde tadarsınız. O tatlar, her şeyin sona erdiği güne kadar hafızanızda kalır. Sonraları hayatın size sunduğu şefkati, güzelliği, korkuyu, sevgiyi, şiiri, kederi, ihaneti, adaletsizliği vs. içgüdüsel olarak tanımanız, bebeklikte aldığınız o ilk yudumlar sayesindedir.

Yerde sırtüstü yatıyorum. Boynum ve başım acıyor, çarpışmanın yarattığı sersemlik henüz geçmemiş. Durumun ne kadar kötü olduğunu anlamak için kafamı hafifçe kaldırmışım. Ayaklarımın biraz ilerisinde Digin Azniv (Azniv Hanım) var, o da yerde yatıyor. Sıyrılıp dizlerinin üst kısmında toplanmış pilili siyah eteğini ve beyaz iç çamaşırlarını görebiliyorum. Kocaman göbeği inip kalkıyor; nefessiz kalmış belli ki. Azniv Hanım, anaokulunun müdürü. Müsamahasızlığıyla, küçücük yüreklerimize korku salan, kısa boylu, şişman bir kadın. Neden koşuyordum, ders zamanı son sürat nereye yetişmeye çalışıyordum, bilmiyorum. Bir tek, sınıfın olduğu koridorun köşesini dönerken, tam karnına tosladığımı hatırlıyorum. Digin Azniv tam olarak nakavt olmuş durumda; ben ise, onun gazabına uğrayacağım düşüncesiyle korku içindeyim. O gün aklıma geldiğinde hâlâ ürperirim.

Korku demişken, sık sık aklıma gelip bana babamı hatırlatan bir ‘anlık hatıra’m var. Çok küçüğüm. Evimizin girişindeki oturma odasının ortasında, ayakta duruyorum. Burnumu çeke çeke ağlıyorum. Babam tam önümde, diz üstü çökmüş. Üzerinde annemin mutfak önlüğü, elinde bir cetvel var. Bir yandan cetveli sallıyor, bir yandan da “Ben senin öğretmeninim, bana bir şarkı söyle bakalım” diyor. Gülümsüyor. Ondan öyle çok korkuyorum ki, altıma yapacağım neredeyse. Babam gözlerimin içine bakarak gülüyor, isteğini durmadan tekrar ediyor, ben ise durmadan ağlıyorum. Babamın gülen yüzü arada bir ciddileşiyor, o zaman daha yüksek sesle ağlıyorum. Korku hissinin üzerine, bir de babamın oto tamir dükkânında üzerine sinmiş koku… Benzin, mazot ve ter karışımı bu koku midemi bulandırıyor, babam şarkı söylemem için ısrar ediyor. Annem arkamda durmuş, babama yalvarıyor: “Antranig, yeter artık, korkutuyorsun çocuğu.” Şarkı söyleyemiyorum, titreyerek ağlıyorum. Ama işte, o günü hatırladığımda her defasında yüreğimi korku sarsa da, bir pişmanlık duygusu da oturuyor içime. Babam kötü biri değildi; sadece benimle oyun oynamaya çalışıyor ve komik olduğunu sanıyordu. Sevgisini gösterme konusunda beceriksizdi, o kadar. Bunu çok sonraları, yaşım ilerlediğinde anladım. O günü hatırladığımda, babama şarkı söyleyemediğim için üzülüyorum bazen. Söyleyebilseydim, belki daha yakın bir baba-oğul ilişkimiz olurdu.

Çocukluğumda bazı kelimelerin söylenişi çok hoşuma giderdi. ‘Şımamoke’ de çok sevdiğim, hâlâ kulağımı okşayan bir kelimedir. Kürtçede küçük kırlangıç kavunlarına verilen isim… İlk kez şımamoke gördüğümde beş yaşlarındaydım. Yine, tek bir imge kalmış zihnimde. Evimizin karşısındaki kaldırımdayım. Bizimkilerin çok sevdiği bir Kürt adam var, bizim tarlalarda, hububat hasadında çalışanlardan biri olmalı. Karşımda duruyor; benden birkaç yaş büyük oğluyla tanıştırmış beni. Çocuk sarışın. Cebinden bir şey çıkarıyor, bana uzatarak “Bak, ne güzel kokuyor, sana hediye” diyor. Parlak turuncu, üstünde dikey, kahverengimsi çizgiler olan, yuvarlak, minicik bir kavun... Şımamokenin kokusuna ve narin güzelliğine o an vuruluyorum. Kanada’da geçirdiğim onca yıl, ne zaman memleketimi, Kamışlı’yı özlesem o görüntü ve insanın içini ferahlatan o koku gelmiştir aklıma.

İkinci kez şımamoke görüşüm, ilkinden yaklaşık elli yıl sonra oldu. Altı yıl önce Diyarbakır’da Hüsamettin’le tanıştığımda, bir ömür boyu süren özlemin ne demek olduğunu anladığını hissettiğim için ona bir sürü çocukluk anımı anlatmıştım. Geçen yıl, pandemi nedeniyle sokağa çıkma kısıtlamasının en sıkı olduğu günlerde, ondan bir kargo paketi geldi. Sıkıca sarılmış paketi açtım, içinden silindir şeklinde bir kutu çıktı. Silindirin kapağını açtığımda az kalsın ağlayacaktım. O an hayata duyduğum bağlılık ve sevgiyi anlatmam mümkün değil. Hani bazen, dünyanın her şeye rağmen muhteşem bir yer olduğunu düşünür ya insan... Kutudan üç tane şımamoke yuvarlandı. Ve o rayiha beni aldı, evimizin karşısındaki kaldırıma götürdü. Ah, sevgili Hüsamettin, ne kadar iyi anlamışsın hissiyatımı!

İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz



Yazar Hakkında