Uluslararası Af Örgütü, İsrail'in 7 Ekim 2023'ten sonra Gazze'deki Filistinlilere yönelik politikalarını, eylemlerini inceledi, belgeledi ve uluslararası hukuk normları çerçevesinde yaşananın ve halen yaşanmakta olanın adını koydu: Soykırım. Yayınlanan 300 sayfalık bu yeni ve kendi niteliğinde ilk olan rapor, hayatta kalan Filistinlilerin, Gazze'deki yerel yetkililerin, sağlık çalışanlarının, insani müdahalede yer alan STK çalışanlarının aralarında olduğu 212 kişiyle görüşmeye, muhtelif görsel ve dijital verinin analizine, yayınlanmış haber ve raporlara ve İsrail devletinin çeşitli kurumlarını temsil eden yetkililerin beyanlarına dayanıyor. “Soykırım niyetinin” tespitine yol veren “İnsan Değilmiş Gibi Hissediyorsun-İsrail’in Gazze’de Filistinlilere Yönelik Soykırımı” başlıklı raporu Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Direktörü Ruhat Sena Akşener ile konuştuk.
İsrail devletinin 7 Ekim 2023 sonrasında Filistinlilere yönelik uygulamalarını savaş suçu ya da insanlık suçu olarak nitelendirmekle soykırım olarak nitelendirmenin arasındaki fark kendini nasıl gösterecek?
Daha önce İsrail’in Filistinlilere yönelik ağır insan hakları ihlalleri gerçekleştirdiğini, savaş suçlarını raporlarımızda belgelemiş, bunları kamuoyuyla paylaşmıştık. Altını çizmek gerekiyor ki, soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlarla birlikte gerçekleşebilir. Araştırmalarımız kapsamında İsrail'in, Soykırım Sözleşmesi uyarınca yasaklanmış beş fiilden üçünü gerçekleştirdiğini belgeledik.
Nedir bu fiiller?
Grup üyelerini öldürmek, onlara ağır ruhsal ve bedensel hasar vermek ve grubun fiziksel imhasına yol açacak şekilde hesaplanmış yaşam koşullarına maruz bırakmak. İsrail, 13 bin 300’den fazlası çocuk 42 binden fazla Filistinliyi öldürdü. Ocak 2024 itibariyle Gazze'deki tüm evlerin yaklaşık yüzde 62'si hasar gördü veya yıkıldı. Bu yaklaşık 1,08 milyon kişiyi etkiledi. Uluslararası Af Örgütü, Gazze'de ortalama her 17 metrede bir hasarlı ya da yıkılmış bina olduğunu tahmin ediyor. İsrail, tarım alanlarını yok edip su ve hijyen altyapısını yerle bir ederek Filistinlileri ağır, hesaplanmış bir ölümle karşı karşıya getirdi. Bir ankete göre hanelerin yüzde 80'inde insanlar günlerce ve gecelerce yemek yemediğini bildirdi. Filistinli sivillere yönelik en az 59 farklı “tahliye” emri verildi ve İsrail böylelikle Gazze nüfusunun yüzde 90’ını oluşturan yaklaşık 1,9 milyon Filistinliyi insanlık dışı koşullarda yerinden etti. Kimi onlarca kez yerinden edildi. Aylarca hayat kurtarıcı malzemelerin ve yardımların girişini kasten engelledi.
Araştırmacılarımız bütün bunların yok etme niyetiyle yapılıp yapılmadığına baktı. 102 İsrail yetkilisinin açıklamaları incelendiğinde bununla ilgili de kuşku kalmamıştı. Böylece raporumuzla net biçimde İsrail'in, Soykırım Sözleşmesi'nde yasaklanan eylemleri Gazze'deki Filistinlileri, kasten yok etmek amacıyla gerçekleştirdiğini ortaya koyduk. Dolayısıyla savaş suçu ya da diğer ihlallerle soykırım suçu arasında, uluslararası hukukun doğuracağı sonuçlar açısından bir farklılık elbette olacak. Soykırım, Roma Statüsü'ne göre, “uluslararası toplumun bütünü için en ciddi suçlardan biri”. Af Örgütü olarak uluslararası hukuka göre suçlar arasında hiyerarşi olmaması gerektiği görüşündeyiz aslında, ancak bu raporumuzla soykırıma odaklanmamızın nedeni, 7 Ekim’den bu yana Gazze’de İsrail’in fiilleri hakkında topladığımız kanıtların, bu eylem ve politikaların Soykırım Sözleşmesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini göstermiş olması. Esasen daha önce Uluslararası Adalet Divanı'nın da yaptığı gibi, soykırım “riski” konusunda ciddi uyarılarda bulunmuştuk. Bu suçun ciddiyeti, Gazze’deki Filistinliler arasındaki devasa yıkım ve acının boyutu, ihlallerin aralıksız devam etmesi, bütün bu vahşet suçlarının türü hakkında bir tespitte bulunmamızı daha da acil hale getirdi.
Bu raporun nasıl sonuçları olacağını öngörüyorsunuz? Uluslararası Af Örgütü bu suçları nasıl takip etmeyi planlıyor?
Soykırımı diğer suçlardan ayıran şey, soykırım niyeti kavramıdır. İsrail'in Gazze'deki Filistinlileri kısmen veya tamamen yok etmeyi amaçladığını göstermemiz gerektiği gerçeği önümüzde duruyordu. Bu meşakkatli bir şey, İsrail'in gerçekten soykırım niyetinde olduğu sonucuna varmak için aylarca süren incelemeler yapıldı. Bu saptama aynı zamanda bir ilk, Af Örgütü veya bu düzeydeki herhangi bir uluslararası insan hakları örgütünün bir çatışma sırasında hukuki analiz yaparak soykırım yapıldığı sonucuna varma yönündeki ilk çabası olma özelliğini de taşıyor.
Bildiğiniz gibi Uluslararası Adalet Divanı (UAD), Aralık'ta Güney Afrika'nın İsrail'in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze'ye yönelik askeri saldırıları sırasında Soykırım Sözleşmesi'ni ihlal ettiğini iddia ederek açtığı davayı görüşüyor. Uluslararası hukuk süreçlerinin doğası gereği, UAD’nin karara varması yıllar alabilir ancak mahkeme bu başvuruyu kabul etti ve İsrail'e sözleşmeyi ihlal eden eylemleri önlemesi ve cezalandırması için üç ara emir verdi. Bu önemliydi. Yine Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), 21 Kasım'da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında, savaş suçu olarak açlığa yol açmanın yanı sıra, insanlığa karşı suçlar olan cinayet ve zulümle suçlamak için makul gerekçeler bularak tutuklama emri çıkarmıştı. Mahkeme henüz suçlamalara soykırımı eklemedi. Dolayısıyla soykırım saptamasıyla, savcıyı ve hakimleri tutuklama emirlerine soykırım suçunun da eklenmesini değerlendirmeye çağırdık. Soykırım Sözleşmesi’ndeki tanım, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi statülerine de dahil edilmişti. Aynı zamanda soykırım, Roma Statüsü’nün 6. Maddesi’nde de yer alan, UCM’nin yetki alanına giren bir suç.
Savaş suçu değil, soykırım suçu üzerinden yargılanmalarını istiyoruz, raporun yol açabileceği büyük farklardan biri bu. Zira hakimlerin ve davaya dahil olan herkesin raporda sunduğumuz ve 1948 Soykırım Sözleşmesi’ndeki noktalar üzerinden ortaya konan delilleri dikkate alacağından şüphemiz yok. Ayrıca İsrail hakkında BM Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonu tarafından daha fazla soruşturma yapılması çağrısında bulunuyoruz. İsrail’in yaptığı saldırılarla ilgili açılan uluslararası davaları zaten takip ediyoruz, hatta bazen müdahil oluyoruz. Bu soykırım durdurulana kadar bunu yapmaya devam edeceğiz.
Soykırım tanımının bu netlikte kullanılması İsrail devletine çeşitli biçimlerde destek veren ülkeler açısından nasıl sonuçlar doğurabilir?
Raporumuz İsrail devletinin soykırımın gerçekleşmesindeki uluslararası sorumluluğuna odaklanıyor. Raporun kapsamı, üçüncü devletlerin olası ortaklıkları ve bundan doğan sorumluluklarına ilişkin bir analiz içermiyor. Ancak Gazze’de soykırım devam ettiğinden, İsrail’e silah sağlayan devletler, Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki soykırımı önleme yükümlülüklerini yerine getirmemiştir. Son 14 ayda İsrail'i destekleyen ABD, Almanya ve İngiltere gibi hükümetler oldu. Bu devletler aynı zamanda İsrail’in ana silah tedarikçileri. İsrail’e silah transferine devam eden devletler, özellikle bu konuda en büyük sağlayıcı olan ABD, soykırıma ortak olma riski taşıyor.
Soykırıma iştirak, 1948 Soykırım Sözleşmesi'nin III. Maddesi uyarınca maddi bir suç. Dünyanın dört bir yanındaki şubelerimiz raporu ülkelerindeki yetkililerle, İsrail’e yönelik silah satışına devam etmeleri durumunda soykırım suçuna ortak olma riskiyle karşı karşıya olduklarını hatırlatan bir mektupla birlikte paylaştı. Bu görüşmeleri sürdürmeye devam edeceğiz. Yine, verilen kararla birlikte UCM'nin kurucu antlaşması olan Roma Statüsü'ne taraf 124 devletin tamamı, UCM’nin tutuklama kararından sonra Netanyahu ve Gallant'ı tutuklayıp Lahey'deki mahkemeye teslim etme konusunda yasal yükümlülük altına girmiş oldu. Tüm devletler taraf oldukları anlaşmalar gereğince, savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım da dahil olmak üzere uluslararası hukuk kapsamındaki tüm suçlar için adaletin sağlanması ve bireysel cezai sorumluluğun takibi için harekete geçmek zorunda. Ayrıca bu uzun aylar boyunca ABD, BM Güvenlik Konseyi’nin harekete geçmesini vetolarıyla engelledi, elbette bu sorumluluğunu artırıyor. Bu noktada dolaylı sorumluluğunun olduğu söylenebilir ancak şu çok net ki, ABD soykırımı engelleme yükümlülüğünü yerine getirmemiştir.
Filistinliler 7 Ekim'de beri her şeyi gözler önünde, inkar edilemeyecek, ancak yok sayılabilecek bir şiddette yaşıyor. Geçen bu uzun süre uluslararası toplum nezdinde endişe uyandıran bir hantallaşmanın, ürkütücü bir duyarsızlığın, hatta insanlık adına yeni ve daha kıyıcı bir evrenin işareti gibi. Gerçek, belge, bulgu, kanıt yaşanana dair kanıyı değiştiremeyebiliyor; evrensel haklar hükmünü yitirmiş gibi. Böylesi bir ortamı uluslararası hak örgütleri kendi içinde nasıl yaşıyor?
Uluslararası Af Örgütü pek çok devlette soykırım niyetini tespit etme konusunda bir direnç ve tereddüt olduğunun farkında. İsrail'in soykırımı durdurması için güçlü ve sürekli bir uluslararası eylemlilik gerekiyor. On yıllara dayanan temelleriyle 14 aydır dünyanın gözleri önünde devam eden bu soykırım nedeniyle İsrail devleti cezalandırılmazsa, hesap vermezse, uluslararası adaleti sağlamakla yükümlü olan mekanizmalara ve uluslararası toplumun gücüne olan inanç tamamen ortadan kalkacak ne yazık ki. Hâlihazırda uluslararası mekanizmaların etkisine inanç son derece azaldı. Uluslararası hukuk mekanizmaları derhal ve etkili biçimde harekete geçmezse, bu bir anlamda yeni bir dönemin de başlangıcı sayılacak.
Nasıl bir dönem bu?
Elimizdeki kural ve mekanizmaların bunlar olduğunu bildiğimiz ancak hiçbir şekilde etkili olmadığını gördüğümüz bir sistemdeki yeni bir dönem. Zira bu koşullarda İsrail, ABD gibi uluslararası hukuk kurallarını hiçbir şekilde tanımayan, karşılığında da hiçbir yaptırımla karşılaşmayan devletler, fiillerini ve varlıklarını sürdürebilecek. Bu çok tehlikeli bir yeni dönem anlamına geliyor haklar açısından. Bir uluslararası hak örgütü olarak elbette öncelikle güvenilir, gerçek bilgi ve belgelere dayanarak yayımladığımız hak ihlalleri raporlarının uluslararası hukuk sisteminde bir karşılığının olması, bu suçların cezasız kalmaması için çalışıyoruz. Gazze’de süregelen durumda, evet, dünyanın pek çok ülkesi ve uluslararası hukuk mekanizması etkisiz kaldı. Bu konuda elbette en önemli rolün İsrail’e silah sağlayan, bu soykırımdan finansal yarar sağlayan ve devam etmesinin önüne geçilmesini sessiz kalarak ya da destekleyerek engelleyen güçlü ülkelerde olduğunu görmek gerekiyor. Ancak Küresel Güney’den yükselen bir adalet talebi var. Uluslararası hukuk mekanizmalarını harekete geçirmek ve çözüm yaratmak için çabalayan, uluslararası hukuk sistemini hâlâ yürütmeye çalışan ve bu sisteme sahip çıkan ülkeler olduğunu da gördük, bunu da azımsamamak gerekiyor. Özellikle uluslararası insan hakları örgütlerinin, temel dayanak ve mücadele alanı olan uluslararası mekanizmaların bu denli yıprandığı ve etkisizleştiği bir dönemde, alternatifi olmayan ve adaletin sağlanması için biricik araç olan uluslararası hukukun harekete geçirilmesi, suçların cezasız kalmayacağına dair inancın yeniden tesis edebilmesi son derece hayati. Uluslararası hukuka dair inanç, umut ve insan hakları örgütlerinin mücadelelerine devam edebilme gücü de bence buna bağlı.
Raporun geniş Türkçe özeti https://www.amnesty.org.tr/ adresinden okunabilir.