Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos’un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı ‘Lensler konuşabilseydi’ başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.
Büyük usta göçeli dört sene olmuş. Bana hep ilham verecek birkaç fotoğrafçıdan biridir. Onunla yakın bir ilişkim yoktu, arkadaş da sayılmazdık ama konuşmuşluğumuz çoktu. Onunla ilgili tatlı bir anım var, hiç aklımdan çıkmayan. Ona selam vermek için ne zaman elimi uzatsam, elimi ellerinin arasına alırdı. Pamuk gibi, yumuşacıktı elleri. Parmaklarının kemikleri ipekten, minik yastıklar gibiydi. Tokalaşmaktan ziyade, karşısındakinin elini okşamaktı onunki. Benim de ellerimi alır, konuştuğumuz birkaç dakika boyunca avcunun içinde tutardı. O kadar tatlı bir anı ki bu, şimdi yazarken bile duygulanıyorum.
Gazetemiz için birkaç kez fotoğrafını çekme şansım oldu. Yukarıda gördüğünüz kareyi, uzun süren bir söyleşi esnasında çektim. Soru soran kişi sözü uzatıyor da uzatıyordu; Ara Güler’in yorulduğu ve dikkatinin dağıldığı, zihninin arada bir söyleşiden kopup uzaklarda dolaştığı anlaşılıyordu. O anlardan biri... Fotoğrafa ilk kez bakan biri buradakinin gerçek Ara Güler olmadığını, ona benzemediğini düşünebilir; onun hayat dolu, coşkulu ve konuşkan biri olduğunu, kimi zaman şaka yapıp küfrettiğini, kimi zaman da sessizliğe ve ciddiyete büründüğünü söyleyebilir. Ne önemi var ki… Ben onu, zamanın birinde tam olarak bu hâliyle gördüm ve o ânı fotoğrafladım. Görünmez meleklere sessizce dua edermiş gibi masum ve kırılgandı; hayale dalmış, tanrılarıyla konuşan bir münzevi keşişe benziyordu... Başka bir dünyadaydı; benim, elimde fotoğraf makinemle orada olduğumu bir anlığına unutmuştu muhtemelen. Poz vermiyordu yani. Ara Güler’in gerçek yüzü bana göre budur. Nihayetinde her fotoğraf, o kareyi çeken kişiye ait bir tecrübedir. Bir hakikatin tanıklığı gibidir; bazen, genel varsayımların aksine, bir anda olup bitmiş bir olayın tek kanıtıdır.
Çektiğim bu portreyle çok gurur duyuyorum ama nedendir bilmem, gazetede yayımlanan söyleşi için bu fotoğrafı vermedim. Hata etmişim. Yeterince cesaretim yoktu. Gazetedeki ilk yılımdı, sabırla işimi yapmaya çalışıyordum. O günlerde en zorlu mücadelemi, kendimi editörlere başarılı bir portre fotoğrafçısı olarak kabul ettirme konusunda veriyordum. İyi bir portrenin nasıl olması gerektiğine dair fikirlerimiz birbirinden farklıydı. Hatta mesele yalnızca portrelerle değil, genel olarak haber fotoğrafçılığına bakışımızla ilgiliydi. Bizimki gibi gazeteler, zum merceğiyle çekilmiş, bir toplantıya kaç kişinin geldiğini, kimlerin konuşma yaptığını, kimin kiminle el sıkıştığını, pankartlarda neler yazdığını vs. gösteren, bilgilendirici karelerle doluydu. Yani, kelimenin düz anlamıyla, yalnızca bilgi veren fotoğraflar... Ben ise kalabalığın içindeki yüzlerin; endişeyi ve heyecanı, korkuyu ve umudu yansıtan yüz ifadelerinin peşindeydim. Kalabalığın içinde, insanlarla yüz yüze olmam gerekiyordu; onları kısa ve geniş merceklerle fotoğraflamak istiyordum. Mesela, bir kilise ayininden fotoğraf gerektiğinde, dua edenlerin yüzlerini ve ellerini yakından çekmeye çalışıyordum. Bana göre, insanların bir araya geldiği bir ortam böyle belgelenmeliydi. İşimi bu düşünceyle yapıyordum. Arkamdaki fotoğrafçılar, önlerini kesiyorum, çekecekleri kareleri bozuyorum diye bana kızarlardı. Böyle durumlarda hevesim kırılırdı, uzun mercekleriyle odaklandıkları kadrajların dışına çıkardım. Katıksız bir tembellik içindeydiler; bir şeyler bulmak, keşfetmek için kalabalığın içinde dolaşmaya üşeniyorlardı. Oysa fotoğrafçılık, merakı keşfetmekle ilgili bir şeydir.
Nihayetinde kendi yolumda ilerledim, işimi kendi bildiğim şekilde yaptım. Portre fotoğrafı çekerken, yerel yayınlarda kabul gören bir eğilimden uzak durmaya çalıştım. Söyleşi yapılan kişinin konuştuğu esnada çekilmiş ya da soru soran kişi ile yanıtlayan kişinin yan yana veya karşı karşıya otururken göründüğü bir fotoğrafın, metne görsel eşlik açısından yeterli olduğu gibi bir düşünce hâkimdi. Bazen de, öznenin kişiliğine dair en ufak bir fikir vermeyen, derinlikten yoksun, dümdüz bir portre kullanılıyordu, söyleşi yapılan yazarın, akademisyenin ya da sanatçının görüntüsünü merak eden okur için. Salt betimleyen bir bilgi sunmaya dönük portre fotoğrafçılığı anlayışını kabullenmem çok zordu. Benim yakalamaya çalıştığım, gözlerde kişinin ruhuna ait bir şeylerin, yalnızca gözlerden yansıyabilen gizli umut ve insanlık izlerinin, insanların vücutlarını taşıyış biçimlerinin ve elbette, ellerinin duruşunun görüldüğü portrelerdi. Evet, eller, çünkü gözler kalbin aynası ise eller de, bana göre, yan aynalarıdır.
İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz