“Öcalan istediklerini vermedi, onlar da kayyum atayarak gözdağı veriyorlar” deniyor. İyi de, tüm o sözleri Öcalan’la konuşmadan mı söylediler, o çıkışları Öcalan’ı yoklamadan mı yaptılar? Bu pek mantıklı değil. Kaldı ki, 25 senedir hapiste tutulan Öcalan veya zaten birçok kayyum darbesiyle karşı karşıya kalan DEM’in fazladan üç kayyumla yılacağını düşünmek de pek mantıklı değil. Başka bir teori de, iktidar bloğu veya devlet içinde normalleşme/açılım hamlesini yapanlar ile kayyum atayanların farklı aktörler olduğu.
İki hafta evvel yazdığım yazıya şöyle başlamıştım: “…Türkiye ilginç bir ülke. Tam hız bir yöne doğru gidiyormuş gibi görünürken, direksiyonu bir anda kırarak sizi kontrpiyede bırakır.” Geçen hafta ve bu hafta olanlar da bu sözü doğrulayan örnekler oldu. Gelişmeler bir o yana bir bu yana dönüyor ama değişen bir şey yok.
Normalleşme derken, Bahçeli Öcalan’ın Meclis’te konuşmasının yolunu yapıyor ve açıyor derken, önce CHP’li Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer “PKK/KCK terör örgütünün mensup ve faaliyetlerinin tespit edilmesine yönelik yürütülen soruşturmalar kapsamında” tutuklandı ve yerine kayyum atandı. Sonra, DEM’li Mardin, Batman ve Halfeti belediye başkanlarına el çektirilerek yerlerine kayyum atandı. Halkın oyuyla seçilen belediye başkanlarının yerine kayyum atanması Türkiye’de bilindik –ama kabul edilemez– bir uygulama hâline gelmiş olsa da, son bir ay içinde olanları rasyonel bir çerçevede anlamlandırmak kolay değil.
Tabii, bazı şeyleri tam olarak bilemememizin, bazı bilgilerin alacakaranlıkta kalmış olmasının da payı var bunda. Yine de insanın “Madem iki-ü. hafta sonra muhalefet partilerinin yönettiği belediyelere kayyum atayacaktınız, protesto edenleri sokak ortasında coplayacak, gazlayacaktınız, tüm o normalleşme söylemlerine, Öcalan’a Meclis yolunu açmaya ne gerek vardı?” diye sorası geliyor. Maksat kayyum atamaksa, zaten senelerdir keyfî biçimde oraya buraya kayyum atayıp duruyorsunuz, bunun için normalleşme laflarına ne gerek vardı? Hadi belli bir zaman geçse, bir gelişme olsa, bir süreç başlayıp başarısız olsa o zaman gene bu hamleyi anlamlandırabilirdik. “Öcalan istediklerini vermedi, onlar da kayyum atayarak gözdağı veriyorlar” deniyor. İyi de, tüm o sözleri Öcalan’la konuşmadan mı söylediler, o çıkışları Öcalan’ı yoklamadan mı yaptılar? Bu pek mantıklı değil. Kaldı ki, 25 senedir hapiste tutulan Öcalan veya zaten birçok kayyum darbesiyle karşı karşıya kalan DEM’in fazladan üç kayyumla yılacağını düşünmek de pek mantıklı değil.
Başka bir teori de, iktidar bloğu veya devlet içinde normalleşme/açılım hamlesini yapanlar ile kayyum atayanların farklı aktörler olduğu. Bu doğruysa, işin mantığı gereği ya normalleşme ve Öcalan çıkışının ya da kayyum hamlesinin Erdoğan’ın iradesi dışında olduğunu kabul etmemiz gerekir. Öte yandan, Erdoğan CHP’yle normalleşme adımlarını, hatta yarım ağız da olsa Bahçeli’nin Öcalan çıkışını destekleyen ifadelerde bulunmuştu ama tabii, bu sözleri samimi olmayabilir. Nitekim, eski AKP milletvekili ve gazeteci Şamil Tayyar, Bahçeli’nin Öcalan çıkışından Erdoğan’ın önceden haberi olmadığı gibi, son kayyum atamalarından da Bahçeli’nin önceden haberi olmadığını, aralarında bir fikir ayrılığı olduğunu iddia etti. Fakat bu fikir ayrılığının hatları ve arkasındaki sebep veya sebepler belli değil.
Bunlara ilaveten, Bahçeli geçen Salı günkü grup toplantısında, Öcalan’ın, örgütün silah bırakacağını açıklaması kaydıyla Meclis’te konuşabileceği önerisinin arkasında olduğunu yinelemekle kalmadı, başka bir kritik hamle yaparak, eğer siyasette ve ekonomide bazı ilerlemeler kaydedilirse, Erdoğan’ın, mevcut anayasaya aykırı olmasına rağmen tekrar cumhurbaşkanı adayı olması gerektiğini söyledi. İlk bakışta, Erdoğan ve Bahçeli’nin bunun üzerinde anlaştıkları ve tüm bunların arkasında Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığı makamında kalıcı kılma motivasyonu olduğu izlenimi doğuyor. Yok öyle değil de, Tayyar’ın dediği gibi arada bir fikir ayrılığı varsa ve Bahçeli Erdoğan’ı açılıma ikna etmek için cumhurbaşkanlığı süresini uzatmayı bir havuç olarak gösteriyorsa, o zaman da başka bir ilginç soru kendini gösteriyor: MHP gibi bir parti, üstelik ittifak ortağının isteği hilafına neden böyle bir açılımda bu kadar ısrarcı olsun? Görünenlerin ışığında bu sorunun akla yakın bir cevabı yok gibi.
Tüm bunların içinde gene en mantıklı seçenek, temel motivasyonun Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı süresini uzatmayı mümkün kılacak anayasa değişikliği için gerekliği çoğunluğu sağlamak için Kürtlere ‘el uzatıldığı’, ama o zaman da başladığımız soruya dönüyoruz: Eğer motivasyon buysa, son kayyum hamlelerini nereye oturtacağız?
Soru çok ama anlaşılan o ki tatminkâr veya mantıklı cevaplar için biraz daha izleyeceğiz.