Papaz yamağı / lensler konuşabilseydi

Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos’un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı ‘Lensler konuşabilseydi’ başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.

Tütsü kokusuna bayılırım. İstanbul’da geçirdiğim ilk Zadig’de (Paskalya) Kumkapı Meryem Ana Kilisesi’nde çektiğim, yukarıda gördüğünüz fotoğraf, çocukluğumdan beri süren bu aşkın ilanıdır. Bu karenin bana hatırlattığı, hafızama kazınmış bir anım da var. Yer Beyrut, sene 1968. Yaşım 11’e yakın. Bir çarşamba günü, öğleden sonra. Çarşambaları sadece sabah ders yapılırdı, öğleden sonra serbest kalırdık. O gün, her zaman olduğu gibi, arkadaşlarımla futbol oynamak için okulun bahçesinde buluşmuştuk. Maçlarımız çok eğlenceli geçer, akşamüstüne kadar sürerdi. Tek bir meselemiz vardı: Papaz. Okulumuz, Surp Agop Kilisesi’nin bitişiğindeydi. Topumuz bazen yolunu şaşırıp hızla kilisenin duvarına çarpar, ikindi ayinini icra eden din görevlilerini ve cemaati irkiltirdi. Bu da başımızın dertte olduğu anlamına gelirdi; papaz (adı Rostom’du sanırım) bir hışım dışarı çıkıp bizi azarlar, top oynamamızı yasaklardı ve her defasında şöyle derdi: “Rabbim akıl fikir versin size. Kafanız almıyor bir türlü. Sizin yüzünüzden ayin kesintiye uğruyor, hâlbuki içeride olup ayinin yapılmasına yardımcı olmanız lazım sizin.” Ne kadar dikkat edersek edelim, o top ille gider, o duvara çarpardı. Sonra da maçı yarıda kesip ayinin bitmesini beklerdik, mecburen. Kasvet ve can sıkıntısıyla dolu o yarım saat geçmek bilmezdi.

O çarşamba günü, maçımız heyecanlı bir şekilde ilerlerken, kilisenin çanlarının çalıp ayinin başlamasından hemen önce aklıma bir fikir geldi. Altı-yedi kişiydik; kollarımı kaldırıp bağırarak arkadaşlarımın dikkatini çekmeyi ve maçı durdurmayı başardım. Yanıma geldiler. “Müthiş bir fikrim var!” dedim, “Hep birlikte kiliseye girip papaza yardım edelim.” Hayrete düşmüş hâlde bana bakıyorlardı. Onlara, ayin başladığında olacakları hepimizin bildiğini, her çarşamba başımıza ne geliyorsa aynını yaşayacağımızı söyledim. Peder Rostom’un gazabından kurtulmak için kiliseye girecek, şabigleri (cübbe) giyip onu şaşırtacaktık. Çok sevinecekti. Böylece hem o yarım saat çabucak geçip gidecek, hem de Peder Rostom sonraki haftalarda bize daha yumuşak davranacak, maç yapmamıza ses etmeyecekti. Bana göre çözüm buydu. Ayrıca, yan taraftaki okulun öğrencileri olduğumuzdan, daha önce defalarca papaz yamaklığı yaptırmışlardı bize; yani tecrübeliydik. Tabii, bu planı sırf oyun arkadaşlarımı korumak gibi bir amaçla yapmış değildim. Asıl derdim Peder Rostom’un gözüne girmekti sanırım. Öyle ya, bu muhteşem fikrin benden çıktığını er geç öğrenecek ve çok etkilenecekti. Çocukların yetişkinlerin takdirini kazanmak için gösterdikleri çaba, böyle tuhaf derecede ileri noktalara varabiliyor.

Her neyse, oyun arkadaşlarım fikrimi beğendi, koşup arka kapıdan kiliseye daldık. Peder Rostom bu beklenmedik ziyaret karşısında önce bir afalladı ama sonra, şabigleri giydiğimizi görünce adamcağızın yüzü sevinçle ışıldadı. İçten içe ben de sevinmiştim, plan başarılı olacak gibi görünüyordu. Hepimiz ne yapacağımızı biliyorduk; papazın eliyle yaptığı yönlendirmeleri takip ederek sunağın etrafına dizildik. Sonra bana, parmağıyla purvarlardan (tütsü kabı) birini gösterdiğini, gözüyle de gidip onu getirmem için işaret ettiğini fark ettim. O an ne kadar heyecanlandığımı tahmin edemezsiniz. Yıllar boyu o purvarı elimde tutup, din görevlilerinin yaptığı gibi sallamayı hayal etmiştim. Purvarı aldım; papazın bu görev için beni seçmesinin verdiği gururla beklemeye başladım. Peder Rostom ilahiye girdiğinde zamanın geldiğini sezip, purvarı, tütsüden mümkün olduğunca fazla duman çıkmasını sağlamak için şiddetli bir şekilde salladım. Papazın sesi bir an endişeyle titredi ve bir salise sonra tütsü purvarın içinden fırlayıp, yanar hâlde, yerdeki kilimin üstüne düştü. Purvarı fazla hızlı sallamış olmalıydım. Yaptığımı ilk fark edenler oyun arkadaşlarımdı; kıkırdıyorlardı. Peder Rostom büyük bir telaşla bana doğru koşup purvarı elimden aldı. Neyse ki, cemaati oluşturan birkaç yaşlı, her biri gözleri kapalı, kendi huşu âlemine dalmış hâlde olduğundan, bir şey fark etmedi. Her şey bir an içinde olup bitmişti. Tütsünün üzerine terliklerimle basarak alevi söndürmeye çalışırken, elinde purvarla yanımda duran papazın hiddet dolu nefesini ensemde hissediyordum.

Akla hayale gelmeyecek bir felaketti yaşadığım. Tabii, papaz yamaklığı alanındaki kariyerim bu olayla son bulmuş oldu. O talihsiz günden sonra hiçbir kilise ayininde hizmet etmedim. Ve o gün bugündür, kimseyi kandırarak etkilemeye çalışmadım. Ne zaman böyle bir dürtüye kapılsam, derindeki niyetimin caka satmak olduğunu, bunun kibirden kaynaklandığını hissedip, bir tür içgüdüyle kendi kendime “Sakın ha!” dedim.

İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz



Yazar Hakkında