PINAR ÖĞÜNÇ

Pınar Öğünç

Zamana bakmak, zamana bırakmak

11 Kasım'a kadar sürecek olan Çanakkale Bienali'nin mekânlarından biri Türkiye'nin arkeoloji alanına odaklanmış en önemli kütüphanelerinden sayılan Korfmann Kütüphanesi. Merdivenleri çıktıktan sonra, arkeoloji kitaplarıyla dolu salonda o gülüşmelerin kaynağı olan yaşları yedi ile on yedi arasında değişen altı kızı bulmak ve içlerinden birinin “Arkeolog ne demek?” diye soruşuna denk gelmek, hayatın kimi zaman önünüze düşürdüğü, şükran duyulacak anlardan. Bir zamanlar bu kattan başka çocuk sesleri geliyordu. Troya kazılarına başkanlık yapan Manfred Osman Korfmann'a adanmış bir kütüphane olmadan önce burası tütün deposuydu ama asıl hemen yanda 1669'da kurulan Surp Kevork Kilisesi’ne bağlı Sübyan Okulu olarak inşa edilmişti. Açılış için Çanakkale'ye gelen Blandy ve Achiampong, paylaştıkları politik dertler üzerinden işler yapıyor. Bilimsel bilginin, teknolojik ilerlemenin kök saçaklarına yerleşmiş kolonyalizme, popüler kültürün görsel simgelerine sinmiş ırkçılığa dokunan deneysel videolar, performanslar...

“Kafatasları ne anlatır?” diyor, “İnsan olmak nedir” diye soruyor, insan ne zaman başlar? İki milyon yıl önce bir taşı hem bıçak, hem çekiç, hem kaşık olsun diye, belki aynı zamanda mağara duvarına bir at figürü kazımak için şekillendirmiş akrabalarını Homo Sapiens'ten daha “ilkel” kılan ne? Altı bin yıl öncesinin avcı toplayıcıları ne kadar beyaz tenliydi? Tek başlarına sürdürdükleri sanatsal çalışmaları olsa da on bir yıldır birlikte işler üreten Larry Achiampong ve David Blandy, “Dust to Data” (Tozdan Veriye) isimli manifestik videolarında arkeolojinin kolonyal geçmişine, ırkçı köken arayışlarıyla inşa edilmiş beyaz uygarlık hikâyesine dair sorular soruyor.  İsimlendirmenin ve sınıflandırmanın tahakkümüyle yaratılan bir kurmaca olarak tarihten, dilin milyon yıllık serüveninden söz ediyor videodaki anlatıcı. Derken karanlık küçük salona üst kattan çocuk gülüşmeleri geliyor.
Korfmann Kütüphanesi
4 Ekim'de başlayan ve 11 Kasım'a kadar sürecek olan Çanakkale Bienali'nin mekânlarından birinin Türkiye'nin arkeoloji alanına odaklanmış en önemli kütüphanelerinden sayılan Korfmann Kütüphanesi olmasının ve buradaki seçkiyi hazırlayan Ulrika Flink ile Deniz Erbaş'ın bu videoya yer vermesinin ardında elbette bir akıl, isabetli bir tercih var. Ama merdivenleri çıktıktan sonra, insanlığın icat ettiği farklı dillerde arkeoloji kitaplarıyla dolu salonda o gülüşmelerin kaynağı olan yaşları yedi ile on yedi arasında değişen altı kızı bulmak ve içlerinden birinin “Arkeolog ne demek?” diye soruşuna denk gelmek, hayatın kimi zaman önünüze düşürdüğü, şükran duyulacak hikâyemsi anlardan. Kütüphanenin bulunduğu Roman mahallesinin genç sakinleri ziyarete gelmiş. “Normalde böyle yerler içimi daraltır ama burayı sevdim” diyor büyüklerden biri; instagram influencer'larından ilhamlı göz makyajını biraz abarttığı için “Dust to Data”daki tanrıça Asase Ya'ya benziyor bakışları. Kütüphane görevlisi ve aynı zamanda Troya kazı ekibinden Gül Yurun Mavinil yaptığı işi anlatıyor tane tane. Kızların küçükleri önlerine çocuklar için Troya kitapları açmış, antik höyüğün kalıntıları arasında bir meşe palamudundan diğerine sıçrayan sincaplar gibi yerlerinde duramıyorlar. Büyüklerin Troya Savaşı'yla en fazla ilgilendiği kısım aşk; peki Helen gerçekten sevmiş mi Paris'i? Kocasıyla istemeden mi evlendirilmiş? Evliyken başka birini sevdi diye öldürmemişler mi sonra onu? Tahta atın midesindeki askerlerden konuşurken ansızın hatırlanan zamane hakikatleri: Abla sen maaşlı mısın, sigortan var mı?

Bir zamanlar bu kattan başka çocuk sesleri geliyordu. 1988-2005 yılları arasında Troya kazılarına başkanlık yapan Manfred Osman Korfmann'a adanmış bir kütüphane olmadan önce burası tütün deposuydu ama asıl hemen yanda 1669'da kurulan Surp Kevork Kilisesi’ne bağlı Sübyan Okulu olarak inşa edilmişti. İnşa edilmek istenen yeni tarih anlatısında Anadolu halklarının Müslüman ve Türk olmayanlarına yer yoktu. Önce Dünya Savaşı'nın bombardımanı sonra tehcir kararıyla kentin Ermenileri meçhule sürülürken Ermeni mahallesinden geriye bugün Zafer Meydanı kaldı.

Eric Magassa - Çalsın Davullar

Muktedirin kurmacasına karşı

Açılış için Çanakkale'ye gelen David Blandy'nin Larry Achiampong'la kurdukları fikri ortaklığın ilham veren bir yanı var. Blandy'nin Freud'un çalışma odasında bazı hiphop şarkıları hatırlamaya çalışması üzerine bir performans sırasında tanışmışlar. Achiampong yanına gelip “sende söz var ama beatler eksik” demiş. Tek başıma bu kadar oluyor, deyince birbirlerinin ritmi olmaya karar vermişler. 2013'ten beri bu orta sınıf beyaz Britanyalı ile işçi sınıfı bir aileden gelen aynı ülkenin Gana kökenli siyah yurttaşı, paylaştıkları politik dertler ve zevkler üzerinden işler yapıyor. Bilimsel bilginin, teknolojik ilerlemenin kök saçaklarına yerleşmiş kolonyalizme, avatarlar, emojiler, video oyunlar, çizgi romanlar ile popüler kültürün görsel simgelerine sinmiş ırkçılığa dokunan deneysel videolar, masa oyunları, performanslar...

Bir kısmını izleme şansı bulduğum, arkeolojiden tarihe, gen araştırmalarından gündelik siyasete uzanan bir alanda muktedirin “kurmacasına” eğilen bu külliyatta içerik kadar dokunan bir başka şey de sanat yapmayı fetişleştirmeden birlikte üretmenin, birbirine ritm vermenin ve birbirini dönüştürmenin zamana yayılmış seyrini görmek oldu. Birinin daha poetik, diğerinin ajitatif dilinin buluşması, Blandy'nin bir tür organik evrim dediği, cesaret veren, ileri götüren bir yoldaşlığa yol vermiş. Kendi dedesinin hikâyesine bu sayede girebildi belki. Kapitalizmde etik tüketimin olanaksızlığı gibi sanat “piyasasında” olabildiğince doğru yerde durmaya çalışarak, kamu kaynaklarıyla üretmenin yollarını arayarak, ek işlerle desteklemenin sürmenajına katlanarak sürdürülen bir ortaklık. Fanon'un kayıp kurmaca eserlerinin peşinden gittikleri üçleme, apokaliptik bir yıkım zamanında yaşamak, yükler ve gelecek üzerine fikir tokuşturdukları, kendi çocuklarının da yer aldığı şiirsel bir videoyla bitiyor.
David Blandy ve Larry Achiampong, 'Finding Fanon'-1, 2015, Fotoğraf_Claire Barrett
Yirmi yıla bakmak

Çanakkale ve çevresinde Troya Müzesi'nden Mahal'e on üç mekâna yayılmış, elli kadar sanatçının işlerinin yer aldığı uluslarası bir sanat etkinliğini, her şeyi bir anda anlatmaya çalışarak tarif etmek zor. Böyle tek bir işin ve anın prizmasından bakmaksa -bana ait- başka bir kurmaca yaratıyor. Bu prizmadan bienalin başlığı da anlamını buluyor.

“Zamana bırakmak” dünyanın “yandığı” bir çağda akla gelecek en berbat fikir olabilir; insanlığın yok olması dışında, insanla bozulmuş ve kurulmuş bu düzende kendi haline bırakıldığında iyileşecek tek bir şey kalmadı. Fakat buradaki zamana bırakmak bir çiftçinin elinden geleni yaptıktan sonra ağaçtaki meyvelerin olgunlaşmasını beklemesine benziyor sanki daha çok. Sermayenin mekaniğinden, baskıcı iktidarların gölgesinden, zamanın piyasacı ruhundan azade kalması olanaksız olan sanat aleminde, neredeyse yirmi yıldır bu etkinliği hayata geçiriyor olmakta bir ısrar var. Sadece kent dışından taşınanlara vitrine meyletmeden, rüştünü merkeze ispatlamak isteyen periferi kompleksine girmeden, coğrafyayla ve tarihle birlikte düşünülmüş bir sanat faaliyeti; moda tabirle “sürdürebilirlik” adına değil ama devam etmesi tercih edildiği ve buna emek harcandığı için yirmi yılı bulan bir kültür üretimi. Bienal yapma fikrini fetişleştirmeyen, bienal yapmayı isterken kurulacak ilişkileri, o mesaiyi yeğleyen, David Blandy'nin tarif ettiği gibi buradan doğacak evrime inanan bir bakış gibi sanki daha çok. Çanakkale Bienali İnisiyatifi CABININ, bienaller arasını da kentte kültür üretimiyle geçiriyor; yerel kurumlarla, yerel sermayeyle, sivil toplumla bağlar kurmaya çalışarak yeni mekânlar, fikri ve maddi kaynak yaratmak için zorluyor. 
Bienalin mekanlarından Mahal Sanat
Bu süreçte yanlış tercihler de oluyordur, ama yapmış olmak için değil de devam etmeye odaklanmak, aceleden, ışıklı gösteriden kaçınmak hata yapmayı göze alan bir kalenderlik getiriyor. Farklı küratörlük biçimleri, kurum işbirlikleri böylelikle denenebiliyordur. Belki tek bir küratörün olmaması zaaftır ama belki bu bakış sayesinde bu yıl daha fazla genç sanatçı ve gençlere yönelik etkinlik vardır. Bu sayede Çanakkale Bienali ile “büyümüş” kuşak artık üretim sürecinde daha fazla inisiyatif alabilir hale gelmiştir. Belki bu yüzden tüm bu yirmi yıllık birikimi fiziken de cisimleştirecek bir müze hayali kurmak mümkün olabilmiştir. Müze fikrini de fetişleştirmeden, ona ulaşacak serüvenin katacaklarına inanarak ve zamana bırakarak.

Genel Sanat Yönetmenliği'ni Seyhan Boztepe'nin üstlendiği 9. Çanakkale Bienali'yle ilgili daha fazla bilgi için: www.canakkalebienali.com