OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Ortaköy’den haber var

Mevcut yönetim özel bir mali denetim firmasına vakfın geçmiş iş ve işlemleri hakkında böyle bir inceleme yaptırmış, Peki, bu raporun sonucu ne? Gene maalesef, bu raporun VGM’ye verilmesinin üzerinden yaklaşık bir sene gibi uzun bir süre geçmesine ve VGM’nin de bir müfettiş atamasına rağmen bir gelişme olmamış. Tuhaf bir durum. Ortaköy’den gelen haberler bununla sınırlı değil ve maalesef pek hoş da değil. Anlaşılan o ki yönetim kurulu içinde yönetim tarzıyla ve ilkeleriyle ilgili birtakım anlaşmazlıklar var. Bunu söylerken doğrusu sıkılıyorum ve üzülüyorum ama iş, geçen Şubat’ta bir yönetim kurulu üyesinin diğer bir üyeye hakaretine ve “Ben ülkücü camia içindeyim, akıllı olun” tarzı laflarla fiziksel saldırısına kadar varmış.

İki hafta önceki yazımda Büyükdere Surp Hripsimyants Kilisesi Vakfı’nın mevcut yönetiminin, bir önceki yönetimin iş ve işlemleri hakkında Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne yaptırdığı incelemeden bahsetmiş ve geçmişe dönük bu tür incelemelerin Ermeni toplumunda maalesef yaygın olan şaibe kültürüne ve tabii yolsuzluklara son vermek için tüm vakıflar, ama özellikle Beyoğlu, Ortaköy gibi uhdesinde geniş mülkler bulunduran, yüksek gelir elde eden vakıflar tarafından yaptırılması gerektiğini söylemiştim. Öğrendim ki Ortaköy S. Asdvadzadzin Vakfı’nın yönetiminin de böyle bir girişimi veya çalışması varmış zaten. Daha açık söylemek gerekirse, mevcut yönetim özel bir mali denetim firmasına vakfın geçmiş iş ve işlemleri hakkında böyle bir inceleme yaptırmış, bir rapor hazırlatmış ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne (VGM) iletmiş. Doğrusunu isterseniz bu rapor, ihalesiz veya farklı teklifler almadan iş yaptırmaktan tutun da eski yönetim kurulu üyelerinden kimileriyle organik bağı olan kişi ve firmalara iş verip aşırı ödemeler yapılmasına, kira veya işletme bedeli alınması gereken kimi işletmelerden (otopark gibi) bu bedelin tahsil edilmemesine, ihmalden yolsuzluğa kadar uzanan bir dizi işlemden bahsediyor. Tahminî maddi zarar dudak uçuklatacak boyutta görünüyor. Tüm bunların açıklığa kavuşturulması lazım. 

Devam edeceğim ama bu vesileyle, Türkiye’de de, Türkiye Ermeni toplumunda da pek yerleşmemiş bir iş kültürü uygulamasından bahsetmek yerinde olacak. Bir kamu kuruluşunun veya vakfın yönetiminde olanların, o kuruluşun veya vakfın işlerini akrabalarının, arkadaşlarının veya başka bir tür daimî ilişki içinde oldukları herhangi bir kimsenin firmalarına vermeleri, en hafif tabirle etik değildir, hep bir şüphe, şaibe doğurur. Velev ki alınan hizmetin maliyeti piyasa şartlarına göre makul ve kaliteli olsun, gene de bu yola tevessül etmemek lazım. İngilizcede buna ‘conflict of interest’ deniyor; anlamı, bir kimsenin yönetici olarak aldığı kararlarla kendine veya yakın çevresine menfaat sağlaması. Bunun olmaması gerektiğini bizim de bir an evvel kabul etmemiz lazım. Maalesef, yukarıda bahsettiğim raporda buna örnek teşkil edebilecek birçok işlem zikrediliyor. Daha da ötesi, öyle anlaşılıyor ki şimdiki yönetim de benzer yanlışları sürdürüyor. (Ayrıntılarına daha sonra, yeri geldiğinde değinmek üzere, mevcut yönetim kurulu üyelerinden Garbis Evyapan’ın bu gibi yanlışları sıraladığı bir ihtarnameyi noter kanalıyla geçen Haziran ayında Ortaköy yönetimine gönderdiğini de söyleyelim.)

Peki, bu raporun sonucu ne? Gene maalesef, bu raporun VGM’ye verilmesinin üzerinden yaklaşık bir sene gibi uzun bir süre geçmesine ve VGM’nin de bir müfettiş atamasına rağmen bir gelişme olmamış. Tuhaf bir durum. Belli ki VGM tarafında da bir ihmal veya kasıtlı geciktirme var. Raporun üzeri kapatılmaya mı çalışılıyor? Türkiye’de işlerin nasıl yürüdüğünü biraz bilenler için akla gelen ilk ihtimal, birilerinin, artık kim bilir niye veya hangi çekinceyle, bu süreci durdurduğu olacaktır. Bu raporun akıbetini hepimizin sorması, takip etmesi gerekiyor. 

Ortaköy’den gelen haberler bununla sınırlı değil ve maalesef pek hoş da değil. Anlaşılan o ki yönetim kurulu içinde yönetim tarzıyla ve ilkeleriyle ilgili birtakım anlaşmazlıklar var. Bunu söylerken doğrusu sıkılıyorum ve üzülüyorum ama iş, geçen Şubat’ta bir yönetim kurulu üyesinin diğer bir üyeye hakaretine ve “Ben ülkücü camia içindeyim, akıllı olun” tarzı laflarla fiziksel saldırısına kadar varmış ve bu durum mahkemelik olmuş. (Bir Ermeni başka bir Ermeni’yi, üstelik aynı vakfın yönetim kurulunda beraber çalıştığı bir Ermeni’yi ülkücülük üzerinden tehdit ediyor! Ne büyük bir rezillik, ne büyük bir utanç! Bari “Ben Talat’ım” da deseymiş!) Üzerinden altı ay gibi bir süre geçmesine rağmen Ermeni toplumunun geneli böyle bir olaydan haberdar değil. Olması lazım mı? Evet, lazım. Bu, sonuçta, o üyelerin arasındaki şahsi veya ticari bir meseleden doğmuş bir anlaşmazlık değil, Türkiye Ermeni toplumunun önemli bir vakfının yönetimi vesilesiyle ortaya çıkmış bir anlaşmazlık. Dolayısıyla, anlaşmazlığın sebebinin ne olduğu hepimizi ilgilendirir, çünkü vakıfların nasıl yönetildiği hepimizi ilgilendirir. Toplum bunları bilmeli ve kendi hükmünü verebilmelidir ki bir dahaki seçimde hangi adaya oy verip vermeyeceğine karar verebilsin. 

Tüm bunlar bizi gene Türkiye Ermeni toplumunun vakıflarının belli, tutarlı ve bütünlüklü bir yönetim sisteminden yoksun olduğu gerçeğine getiriyor. Vakıfların hepsinin aynı şekilde tabi olduğu periyodik ve şeffaf denetim sistemi olsa bu gibi sorunların yaşanma ihtimali çok daha düşük olacak, vakıflar hem yönetimsel hem finansal anlamda daha verimli çalışacak, bundan da Ermeni toplumunun tüm üyeleri faydalanacak. Bu vesileyle, bu konuları ayrıntılı biçimde ele aldığımız, Hrant Dink Vakfı tarafından yayımlanan ‘Dar Gömlek’ başlıklı raporumuzu bir kere daha hatırlatalım.