Altın Portakal Film Festivali’nden En İyi İlk Film dahil olmak üzere beş ödülle dönen Zenne filmi 13 Ocak’ta gösterime girdi. Filmin yönetmenleri Caner Alper ve Mehmet Binay’la izeyicide derin bir iz bırakan Zenne’yi, Altın Portakal’ı ve ‘pembe tezkere’yi konuştuk.
Zeynep Ekim Elbaşı
Eşcinsel olduğu için babası tarafından öldürülen Ahmet Yıldız’ın yaşamından esinlenilerek
çekilen ‘Zenne’, Altın Portakal Film Festivali’nden beş ödülle döndü. Filmin aldığı ödüller
arasında ‘En İyi İlk Film’, ‘SİYAD Jüri Ödülü’ ve Norayr Kaspar’ın aldığı ‘En İyi Görüntü
Yönetmeni’ ödülü bulunuyor. Bu başarıyı fazlasıyla hak eden, izeyicide derin bir iz bırakan
filmin iki yönetmeni var: Mehmet Binay ve Caner Alper. Bir süre televizyonculuk yapan,
belgeselci yönü ağır basan, fotoğraf çeken; seyahat ederek, okuyarak, müzik dinleyerek
dünyaya öyküler anlatmak isteyen biri olduğunu söyleyen Mehmet Binay, daha önce, 1915’te
Müslümanlaşan Ermenileri konu alan ‘Anadolu’dan Fısıltılar’ adlı bir belgesel filme imza
atmıştı. Onu 14 yıl önce sinemayla tanıştıran Caner Alper ise, ailesini memnun etmek için
mühendislik okumuş fakat sinemayı hiç aklından çıkarmamış bir 7. sanat tutkunu olarak
tanımlıyor kendini. ‘Zenne’, iki yönetmenin de ilk sinema filmi. Görüntü yönetmeni olarak
Kanaladı Ermeni sanatçı Norayr Kaspar’la çalışan ve bu işbirliğinden çok memnun olan Alper
ve Binay’la ‘Zenne’yi, Altın Portakal’ı ve ‘pembe tezkere’yi konuştuk.
• Böyle bir film yapma fikri nasıl doğdu?
C. ALPER - ‘Zenne’ bir belgesel projesi olarak başladı. Enteresan bir hayat görüşü ve yaşam
enerjisi olan Can ile deneme çekimleri yapıyorduk. Tam o sırada arkadaşımız Ahmet Yıldız
öldürüldü. Belgesel projesine ara verdik ama bu süre zarfında Ahmet’i unutamadık. Bir
gün, “Uçları barındıran bir ülkede yaşıyoruz, Can gibiler de var, Ahmet gibiler de” diye iç
geçirirken, her iki karakteri uzun metraj bir filme taşıma fikri oluştu. Mehmet’e gittim.
M. BİNAY - İki ayrı çarpıcı hikâyeyi bir sinema filminde buluşturma fikri çok hoşuma gitti.
Böylelikle Türkiye’nin farklı renklerini de birbiriyle aynı öyküde birleştirip anlatabilecektik.
Ancak sanatsal açıdan çok zor bir proje olacağını, çalışmamız ve çok zaman harcamamız
gerektiğini biliyorduk. Hazırlıkları zamana yaydık ve her unsur için uluslararası bir ekiple
çalıştık. Bir yandan da finansman araştırmaları yaptık. Üç yılın sonunda filmi hazır hale
getirdik.
• Altın Portakal’da ‘Zenne’ye haksızlık edildiğini düşünenler var. Bu konuda siz ne
düşünüyorsunuz? ‘En iyi film’ ile ‘En iyi ilk film’ arasındaki fark nedir?
C. ALPER - Jüri, iki ilk filmden birine birincilik, diğerine ikincilik verdi diye bakıyorum.
Antalya’da olduğum sürece bütün filmlere girdim ve jürinin filmlere olan tepkisini
gözlemledim. ‘Güzel Günler Göreceğiz’ bittiğinde fazlasıyla tepkisiz oturuyorlardı, Raşit
Çelikezer’in ‘Can’ adlı filmi bittiğinde hepsi ağlıyordu. ‘Zenne’nin sonunda bir kısmı ağladı,
diğer bir kısmı ayakta alkışladı. Film konusunda değerlendirme kıstaslarını bilemiyorum
ama ‘sanat yönetimi’, ‘müzik’ ve ‘en iyi erkek oyuncu’ dallarında beni şaşırttılar.
M. BİNAY - Sektörel dengelerin gözetildiğini düşünüyorum. Tabii biraz da zevk meselesi,
çünkü jüride teknik yeterlilik eksik olduğunda, beğenme değil, sevme veya sevmeme gibi bir
kıstasla da ödüller dağıtılıyordur diye düşünüyorum. İlk filmimizle büyük bir başarı kazandık,
bu yüzden de memnunuz, jüriye teşekkür ederiz.
• Zennelik tarihi eskiye dayanan bir kavram. Osmanlı ‘eşcinsellik’ kavramına günümüze
göre daha mı açıktı?
C. ALPER - Zennelik eşcinsellik demek değil. Zenne, kadın demek. Bu sebepten, kadın
ayakkabılarına hâlâ ‘zenne’ denir. Kadının sahneye çıkmasının yasak olduğu dönemde
(Roma’da ya da İslamiyet öncesi Anadolu’da) erkekler kadın rollerine çıkıyor. Otoritenin
zoruyla erkeğin kadınlaşması kavramını filmimize dahil ettim. Askerlikten muafiyet tezkeresi
için de benzer bir ön koşul var çünkü.
M. BİNAY - Bu topraklarda farklılıklar hep kapalı kapılar ardında yaşanmıştır. Bugün 500
yıl öncesine göre bir parça farklıyız ama bu coğrafyanın insanı gerçekleriyle yüzleşmeyi
sevmiyor. Hep dolaylı yollardan ifade ediliyor kimlikler.
• Filmde ‘pembe tezkere’ meselesi de işleniyor. Türkiye’de eşcinselliği ‘hastalık’
olarak gören bir zihniyet var. Eşcinsellerin askere alınmama sebebi de ‘hasta’ olarak
görülmeleri. Kimi eşcinseller bunu kabul etmiyor ve vicdani reddini açıklıyor. Bu konuda ne
düşünüyorsunuz?
C. ALPER - Filmde pembe tezkereden çok, uygulamanın insan haklarına aykırı kısmı vurucu.
Askerliğin zorunlu olduğu kimi ülkelerde beyanın doğruluğu ve tutarlılığı test edilip muafiyet
belgesi veriliyor. Günümüzde eşcinselliği hastalık olarak gören ve bunu sorumsuzca açıklayan
Aliye Kavaf gibi eski bakanlar da var. Bir bakan tanımı böyle yaparsa aileler de çocuklarını
öldürür. Filmde anlatılmayan fakat gerçekte var olan bir başka kötü muamele de askerlik
süreciyle ilgili. Eşcinsel bireyler askerlik sırasında ilişkiye girerken yakalanacak olurlarsa,
efemine olan şiddete maruz bırakılıp askerlikten atılıyor, erkeksi görünen ise birkaç günlük
hapis cezası ile affediliyor.
M. BİNAY - Pembe tezkere almış, almayı denemiş ve almaya niyetli eşcinsellerle görüşmenizi
tavsiye ederim. Çok ilginç öyküler dinleyebilirsiniz.
• Filmde iki Doğu-Batı farkı gösteriyorsunuz. Biri Türkiye ve Avrupa, ikincisi Türkiye’nin
içindeki Doğu ve Batı (İzmirli anne ve Doğulu anne). Doğulu bir karakterin bir eşcinsele
yönelik ılımlı tavrını da görüyoruz…
C. ALPER - Sizin belirttiğiniz gibi: Her Doğulu homofobik değildir, ailesine sahip çıkar.
M. BİNAY - Örneğin, Ahmet’i oynayan Erkan Avcı, bir eşcinselin trajik öyküsünü canlandırdığı
için Diyarbakırlı ailesinden büyük destek gördü. Doğu’da açık görüşlü çok insan var. Böyle bir
klişe doğru değil. Biz hep kötü örnekleri duyuyor, okuyor ve izliyoruz.
• Film, sözünü çok etkili bir biçimde söylüyor. Sanatın değiştirme-dönüştürme gücü
olduğuna inanıyor musunuz?
C. ALPER - Antalya’daki seyircinin alkışları ve basının bir kısmının filmi seyrettikten sonraki
tavrı bize umut veriyor. Film eleştirmenleri, ‘Zenne’nin coşkulu anlatımının seyircide çok
büyük bir kırılma yarattığına inanıyor. “Tam bir duygu sineması örneği” dendi. Bu yüzden
SİYAD jürisi bize En İyi Film ödülünü verdi, ki bizim için çok değerli.
M. BİNAY - Filmimizi toplumda ve özellikle bireylerde az da olsa bir kırılma yaratabilmek
için yaptık. Bunun örneklerini şimdiden görmeye başladık ve çok mutluyuz. Sanat, topluma
konuştuğu, onları etkileyebildiği zaman belki de görevini yerine getirmiş oluyor.
• Oyuncular çok başarılı ve inandırıcıydı. Özel bir çalışma yöntemi uyguladınız mı? Örneğin
Zenne’yi oynayan Kerem Can özel bir eğitim aldı mı?
C. ALPER - Kerem Can ekibe en son katılan oyunculardan biriydi. Diğerleriyle 1,5 yıla yakın
zaman geçirdik. İlk aylarda sadece buluşur, yemek yer, karakterleri konuşurduk. Birkaç defa
değişen senaryoyu hep beraber okuduk, değişimleri yaşadık. Böylelikle metinler, diyaloglar
daha organik hale geldi sanıyorum. Kerem Can evli, bir çocuk babası, çok kendi halinde,
yumuşacık bir aktör. 4 ayrı dans hocasıyla, 7 ay boyunca dans provası yaparak hazırlandı.
Pina Bausch Dans Kumpanyası’ndan Daphnis Kokkinas, Kerem için “Cep telefonu var mı
bilmiyorum, elinde hiç görmedim. Evde bile beni izliyor, arkamdan yürüyor, sözlerimi
taklit ediyor” diyordu. Biz daha sonra Kerem’in aslında bir nevi kayıtta olduğunu, her şeyi
hafızasına alıp senaryodaki Can’ı aradığını anladık.
• Bu filmin ne kadarı Ahmet Yıldız’ın gerçek hayatını yansıtıyor?
C. ALPER - ‘Zenne’de, babası tarafından öldürülen, etrafındaki insanlar ve koşullar sonucu
gerçeği söyleyip bu yükün altından kurtulmaya çalışan kısmıyla Ahmet’in hikâyesi var. Bu
hikâyenin, Can’ın hayatıyla birleşmiş kısımları ise kurmaca.
Kaynak: Agos, Sayı: 811