Emek Sineması’ndan Sebat Apartmanı’na, oradan Varlık Vergisi’ne...

Türkiye neredeyse her konunun bir şekilde birbirine bağlandığı bir ülke. Varlık Vergisi ile el değiştiren Emek ya da eski ismiyle Melek Sineması’nı yapan Rafael Alguadiş’in, Agos’un uzun yıllar faaliyet gösterdiği Osmanbey’deki Sebat Apartmanı’nı da yapan mimar-mühendis olması ve aynı Alguadiş’in Varlık Vergisi’nde yüklü miktarda vergi ödeyenler arasında olması, bu topraklarda Müslüman olmayanların başına gelenlere dair tarihsel bir hat çiziyor. Biz de Varlık Vergisi Kanunu’nun 11 Kasım 1942’de Meclis’ten geçmesinin yıldönümünde Rafael Alguadiş’in oğlu Jak Alguadiş ile tüm bu hikayeye dair bir söyleşi gerçekleştirdik. (Agos'ta 2017 yılında yayınlanmıştır)

Sayın Jak Alguadiş, Babanızın aslında hem  Agos’un hem Türkiye’nin kültür tarihinde önemli bir yeri var. Önce babanızı tanıyarak başlayalım mı?

Adı Rafael Alguadiş. Kendisi Lüleburgaz’da doğmuştur. Ve büyükbabamın ikinci evliliğindendir. O iki defa evlendi ve ikinci evliliğinde üç çocuğu oldu. En küçüğü tüccardı. Ortancası tanınmış bir avukattı, Menahem Alguadiş. Sayılı avukatlardan biriydi ve Hidivyal Palas’ta uzun yıllar bürosu olmuştur. Babam en büyükleri.

Lüleburgaz’da o zaman bir Yahudi topluluğu var değil mi?

Var, önemli bir topluluk vardı. Ben oraya çok sonradan gittim. 10 -15 sene oluyor. Onların oturduğu yere gittim ama hiçbir şey yok, hepsi apartman.

Babanız hangi yıl doğmuş?

1894. Liseyi Saint Joseph’te okuyor. Yani İstanbul’a taşınıyorlar. Tam olarak bilmiyorum ne zaman ama zannediyorum 1920’ler olsa gerek.

Trakya hadiselerinden önce taşınmış oluyorlar bu durumda.

Evet ondan önce. Benim uzun yıllar  o geçmiş olaylardan haberim olmadı. Babam Saint Joseph’i  bitirdi, o arada Lozan’a gitti, üniversiteye.1920’den itibaren icra-yı sanat etmeye başladı. Mühendislik okumuştu, o işi yaptı. Yaptığı işlere çok önem verirdi.

Babanız 1920’den itibaren mühendislik yapmaya başlıyor. Emek Sineması olarak bildiğimiz Melek Sineması’nı da babanız yapmıştı değil mi?

Babam yaptı derken yalnız yapmadı tabii.

Ama tasarımını da yapmış, yani aynı zamanda mimarlık da yapmış oluyor.

O zaman zaten mühendis mimar denirdi. Hatta diplomasında mühendis mimar der, öyle hatırlıyorum.

Siz o dönemi hatırlıyor musunuz, sinemanın yapıldığı ya da sonrasındaki dönemleri?

Biliyor musunuz kendisinden çok az bahsederdi. Çok nüktedan bir adamdı. Güldürürdü herkesi, çok çıkardı gezerdi annemle. Annemin ismi Elda idi. Öyle ki beni bir köşede bıraktılar neredeyse. Ben yalnız büyüdüm. Bir anı anlatayım, beni ilk yalnız bırakmaları 10 yaşında oldu. Bizim apartmanda son kattan çatıya çıkan bir yer vardı oraya çıktım ve tepeden aşağı bakmaya başladım. Bizde 40 yıl çalışmış bir hanım vardı. Gelirken beni görmüş sokaktan, çok korkmuş tabii

Bu hangi apartman oluyor?

Miramar Apartmanı. Taksim’de. Ortadan kalktı sonra. Şimdi yok artık. AKM’nin sırasında Taşkışla’ya doğru. AKM ve etrafı düzenlenirken bu apartmanlar yıkılıyor. Babam tabii bu yıllarda önemli apartmanlar yapıyor. Bunlardan mesela Sümer ve Marmara apartmanları bilinir. Valikonağı’nda, hatta üzerinde tabela da vardır. 1931 olması lazım. Bunları yaparken Sebat Apartmanı’nı da yapıyor. Ama ben o zamanlar bilmiyordum. Sonradan öğrendim. Sağolsun mimar dostları bunu tespit ettiler, doğrusu ben de seviniyorum bunu öğrendiğim için.

Peki siz genç yaşlarınızda Melek Sineması’na gittiğinizde burayı babanızın yaptığın bilerek mi gittiniz?

Yok bilmezdim. Kendisinden suret-i katiyede bahsetmezdi. Hiçbir zaman anlatmazdı. Gezmeyi yemeyi içmeyi severdi. Kazlıçeşme’den eve yemek yemeye gelirdi öğleyin ve dönerdi. Orada Derbi fabrikasını da o yapmıştır.

Sebat Aptarmanı'nda son yıllarda Hrant Dink'in ölüm yıldönümlerinde güvercinler havalanıyor FOTO: Berge Arabian

Peki Melek Sineması’nı babanızın yaptığını ne zaman öğrendiniz?

Son zamanlarda. O kadar bahsetmezdi ki kendisinden. Onun için hayat başka şeylerdi. Bilmeden de demeyeyim, bir kulak dolgunluğu vardı, sağda solda konuşuyorlardı.

Yine de sık giderdiniz değil mi?

Evet çok sık giderdik orada loca vardı, şimdi de gördüm o locaları yapmışlar. Eve çok  dostları gelirdi. Varlık Vergisi’ne kadar bu böyle gitti. 1943’e kadar. Şimdi size bir şey söyleyeceğim annem Varlık Vergisi’ni benim hissetmemem için elinden geleni yaptı. Ben o zaman 15 yaşlarında idim. Ki bu hissettirmeme meselesi yanlış, benim görüşüme göre. Ben tabii ki sıkıntısı çektim ama çok az çektim

Komşularınız kimlerdi Miramar Apartmanı’nda?

Söyleyeyim size. Birinci katta Bükücüyanlar vardı. 2 numarada Salmona diye bir milletvekili vardır, Yahudi. 3 numarada Refii Bayar vardı Celal Bayar’ın oğlu, iki çocukları vardı. Biz de son katta idik. Aradakileri hatırlamıyorum. Miramar’dan Taksim Stadı görünürdü. Ben futbola orada aşık oldum, yarı sahayı görürdük. Güneş takımı meşhurdu mesela o zamanlar.

Varlık Vergisi size her kadar hissettirilmemeye çalışılsa da bazı şeylere tanık oldunuz.

Evet elbette bir kere haciz memuru geldi eve. Annem bazı taşınabilir eşyaları Refii Beylerin dairesine götürdü hatta. En önemlilerini. Eksik olmasınlar.  Evet haciz memurunu gördüm ama zamanında ödedik biz. 40 bin lira ödedik. Galiba biraz kolaylık yaptılar, sen teker teker ödersin gibi bir şey dediler

Peki siz ondan sonra aynı apartmanda kalabildiniz mi?

Yok hayır. Biz nasıl ödedik? Daireyi sattık. Apartmanı babam yapmıştı, bir dairesini de kendi almıştı. Onu sattık ve Beyoğlu Serkldoryan’a taşındık. Taşındık derken Serkldoryan bize kolaylık yaptı. Daha doğrusu Büyük Kulüp. Bunun nasıl olduğunu tam bilmiyorum ama çıkarttığım bazı şeyler var. Reasürans’ın ilk genel müdürü Sadi Rıza beydir. Babamın çok iyi arkadaşıydı. Onun desteğiyle olduğunu biliyorum. Biz orada 4 ile 6 ay kaldık. İki odasında kalıyorduk.

Babanız çalışmaya devam etti değil mi Varlık Vergisi’nden sonra?

Tabii ne yapacak bir şey kalmamış, hiçbir şey kalmadı.

O zaman küçüksünüz ama etrafınızdaki Rumlar, Yahudiler ve Ermenilerin başına ne geldiğini görebiliyor muydunuz yoksa sadece kendi ailenize mi odaklanmıştınız?

Benim gördüğüm kadarıyla etrafta çok büyük bir panik vardı. Aşkale’ye gidenler vardı, bunlar zaten biliniyor, tekrarlamak istemiyorum. Pek parlak şeyler değildi. Fakat Aşkale ile ilgili ben bir ilinti kurdum, o da Stalingrad.  O kuşatmayı helal olsun ki Ruslar kazandı. Fakat Almanların kazanmasına ramak kalmıştı. Hiç unutmam  Cumhuriyet gazetesinde Ali İhsan Sabis vardı. O  “Stalingrad düştü” dedi, yani Almanların eline geçti anlamında. Oysa düşmedi. Almanlar Stalingrad’ı almış olsalardı savaşı kazanırlardı ve biz de dahil herkesin durumu perişan olurdu.

Peki Serkldoryan’dan sonra nereye taşındınız?

-Tülin apartmanı diye bir apartman vardır hala durur. Ayaspaşa’da. O zamanlar Gümüşsuyu’na Ayaspaşa denirdi. Oraya babam bir çekme kat yaptı, orada kaldık. Ama ben 1946 senesinde Paris’e gittim. Okul yani Saint Michel benim için felaketti çünkü kötü bir öğrenciydim. 5 yıl kaldım Fransa’da. Orada büyüdüm, onun için burada ne oluyor ne bitiyor pek bilmedim.

Bu meyanda babanızın ruh hali nasıldı?

Çalışmaya devam etti. Fakat şimdi zamanla farkediyorum ki 1943’ten sonra Rafael Alguadiş aynı Alguadiş değildi. Geriye dönüp baktığımda bunu görebiliyorum. Tuhaftır, bana bütün bu meseleleri hiç anlatmak hissettirmek,  istemediler. Bende de kalmıştır bu biraz, çocuklarıma pek belli etmem. Bu aktarmama işi yanlıştır ama.
Şunu da söylemek isterim annem, o apartmana yani Miramar Apartmanı’na sonraki yıllarda nasıl baktı bilmem. Ve yıkılınca sevindik. Niye sevindik? Hatıralar gözümüzün önünden gitmiş oldu. Bizim oradaki dairenin zannediyorum son kiracısı da Fatin Rüştü Zorlu’nun annesi idi. Ama bunu ihtiyatla söylüyorum. Babam 1974’te hayatını kaybetti. Son güne kadar çalıştı.

Siz babanızım mesleğine girmediniz...

Girmedim. Ben edebiyata ve felsefeye çok yatkındım öyle de kaldım, iki kitabım çıktı şimdi üçüncüsü ve dördüncüsünü yazıyorum biri Türkçe biri Fransızca.

Babanızın kardeşleri bu meyanda ne yaptılar?

Birisi avukat, dediğim gibi, Menahem Alguadiş önemli bir avukattı, içtihatları vardır, geçer.  Ama ben tekrar bu Stalingrad meselesine dönmek istiyorum çünkü benim için çok önemli. Almanlar alsalardı biz yanmıştık. Ve burası da bizi korudu. Türk pasaportu olan Yahudiler o dönem buraya döndüler. Türkiye aldı, doğruya doğru, bundan da teşekkür borçluyuz. 4 -5 yıl önce ölen Lazar Ruso diye biri vardır, meşhur. O Fransa’daki toplama kampına gitmiştir, hatta onun için burada anma toplantıları yapıldı, belgesellerde  de geçer. Kendisi toplama kampından çıkarılıp buraya getirildi. Babası Türkiye Yahudisi idi. Kendisi buradan 1931’de gitmiş Fransa’ya. 1943’te buraya geldi. 48’te tekrar Paris’e gitti 50’lerde döndü ve Koç’a girdi. Orada çalıştı uzun süre. Şöyle oluyor. Paris’te bir gün metrodan çıkarken Alman askerler arama yapıyor. Bakıyorlar ki üstünde belge yok. Alıyorlar, anlaşılıyor ki Yahudi. Fransa’daki toplama kampına alınıyor. Orada iki ay kalmış. Bunları kışın çırılçıplak dışarı çıkarılarmış sayım için. Türkiye pasaportu olan babası bakıyor ki oğlu yok. anlıyor durumu, gidiyor konsolosluğa. Durumu anlatıyor ve Türkiye Konsolosluğu çıkarıyor onu oradan. Ben bu hikayeyi kendisinden dinledim. Benim en iyi arkadaşlarımdan birisi idi. Ben, dediğim gibi koruma altında büyüdüm. Bunları öğrenince de Paris’e gittim. Bir tür isyan duygusuyla. Ya da acısını çıkarmak için diyelim.

(Agos'ta 1 Aralık 2017'de yayınlanmıştır)

Kategoriler

Dosya


Yazar Hakkında

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE