PINAR ÖĞÜNÇ

Pınar Öğünç

Cezaevi gibi okullarla hesaplaşma

Şükran Demir ve Özgür Ünal'ın birlikte hazırladığı “Şiddet ve Asimilasyon Aracı olarak YİBO” adlı kitap Van, Urfa, Diyarbakır, Dersim, Hakkari, Bitlis, Muş, Batman gibi kentlerde YİBO'da okumuş otuz kişiyle yapılan görüşmeleri esas alıyor. Kitaptaki tanıklıkları bir arada okuyunca, YİBO'larda 1980 öncesiyle sonrasının ayrı konuşulması gerektiği ortaya çıkıyor. Erken mezunlar her şeye rağmen bu okulları bir “eğitim fırsatı” olarak değerlendirebiliyor. Sonrasında ise asimilasyon ve şiddet politikalarında farklı bir seviyeye gelindiği, çocuklardaki travmanın büyüdüğü görülüyor.

Yaz geldiğinde okulların kapanmasına başka türlü sevinen çocuklar onlar. Eğitim sisteminin özündeki disiplin ve iktidar heyulasından bir mevsim boyunca kurtulmanın verdiği özgürlük dışında, bir YİBO (Yatılı İlköğretim Bölge Okulu) öğrencisi için yazları eve kavuşmak, dile, Kürtçe'ye kavuşmak demekti.

2001-03 yıllarında Hakkari Kız Yatılı İlköğretim Bölge Okulu'nda okuyan Şükran Demir, her günün aynı asimilasyon politikasının tekrarıyla zerre değişmeden geçtiği, kaçmak için uyuyup rüya görmeyi iple çektiği o zamanları “Truman Show” filmine benzetiyor. Ona göre bu “dekorda” yaratılmak istenense dilin, kültürün, kimliğin yeniden şekillendirildiği “yapay” bir kişilik. “Bazen eve gitmek için çok şeyi göze alırdık. Kardan köy yolunun kapalı olduğu, donma tehlikesi geçirdiğimiz zamanlarda bile eve varmanın sevincini size anlatmam mümkün değil” diyor.

“Sıradan kötülüğün” ötesi

Demir gibi birçok çocuk büyüdükçe zihninde parçaları tamamladı, ilkokul çağlarında YİBO'da tanık olduklarının “sıradan bir kötülük” sayılamayacağını, çok katmanlı bir politikanın parçası olduğunu yaşayarak idrak etti. Şükran Demir ve Özgür Ünal'ın birlikte hazırladığı “Şiddet ve Asimilasyon Aracı olarak YİBO” adlı kitap Van, Urfa, Diyarbakır, Dersim, Hakkari, Bitlis, Muş, Batman gibi kentlerde YİBO'da okumuş otuz kişiyle yapılan görüşmeleri esas alıyor. Bazı tanıklıklar ayrıca çarpıcı. Ünal'ın YİBO tecrübesi yok; onun politik motivasyonun kaynağında, etkileri hâlâ yaşanmasına rağmen bu konu üzerine yeterince konuşulmuyor olması var.

YİBO fikrinin çekirdeğini Cumhuriyet'in ilk yıllarına, bir ulus devlet yaratma gayesiyle şekillendirilen tekçi eğitim sistemine uzatmak mümkün. YİBO'ların resmi kuruluş tarihi 1962; yaygınlaşması ise Kürt illerine bağlı birçok köyün yakıldığı, boşaltıldığı, köy okullarının kapatıldığı 1990'lı yıllar. Bu okulların tarihleri boyunca en fazla yer aldığı yerlerin Kürt illeri olması ardındaki politikayı da açık ediyor.

Kitaptaki tanıklıkları bir arada okuyunca, YİBO'larda 1980 öncesiyle sonrasının ayrı konuşulması gerektiği ortaya çıkıyor. Erken mezunlar her şeye rağmen bu okulları bir “eğitim fırsatı” olarak değerlendirebiliyor. Sonrasında ise asimilasyon ve şiddet politikalarında farklı bir seviyeye gelindiği, çocuklardaki travmanın büyüdüğü görülüyor. 1960-80 arası öğretmenlerin uyguladığı şiddet de daha “psikolojik boyutla” sınırlı tarif edilmiş. Yıllar içinde okullardaki “sürgün” öğretmenlerin sayısı ve fiziki şiddet artıyor.

Şırnak'ta bir okul

“Yarı açık çocuk cezaevi”

Okulların çoğu mekânsal olarak hayattan izole edilmiş durumda; bir kısmı doğrudan karakollarla aynı bahçede, boşaltılmış askeri yapılarda ya da eski cezaevlerinden bozma alanlarda. Bir görüşmeci okulu “yarı açık çocuk cezaevi” olarak tanımlıyor zaten. Mübalağa yok; savaşa nazır, havan sesleri, atış talimi, askeri anonslar, helikopter gürültüsü, hatta işkence sesleri eşliğinde verilen dersleri düşünün. Tüm giyecekleri de okul sağladığından kimi zaman jandarma botları giydirilen onlu yaşlarındaki çocuklar... 

Militer hava her âna sinmiş durumda. Kızların ve erkeklerin saçları birden zorla üç numara kesilebiliyor. Bu en derin iz bırakmış uygulamalardan biri. Ordu sevgisi yaratabilmek için arada askerler giysi dağıtıyor, yemeklerde askeri marşlar çalınıyor. Kürtçe konuştuğu için ölümüne dövülenlere, sebepsiz dayağa, kolektif cezalara, Kürtçe'nin, ailelerin açıktan aşağılanmasına dair birçok beyan var. Her nevi oyun, eğlence, bir çocuğun iyi hissetmesini sağlayacak her tür detay yasak. Diğer yandan okulun temizliği de çocuk emeğine bırakılmış. Görüşmeciler tıka basa dolu yatakhanelerden, pis tuvaletlerden, fena hatıralarla kaydettikleri banyo alanlarından söz ediyor. Teşbih değil, düpedüz açlıktan ağlayabiliyor çocuklar, soğan-ekmek çalmak zorunda kalanlar var, içme suyu kısıtlı. Kız öğrenciler regl dönemlerinde türlü şekillerde utandırılıyor, hayatları zorlaştırılıyor. Hiç de seyrek olmayan cinsel istismar vakaları, dayatılan sessizlikle daha da ağırlaşıyor.

Şükran Demir

Bahsedilen, öğrencilerin kendi arasına da sirayet eden bir şiddet ortamı. Yaşları altı ile on dört arasında değişen çocukların tüm bunları aileden uzak yaşaması çok derin bir yalnızlık demek. Birinin YİBO'dan “normal” çıkmasının mümkün olmadığını söylüyorlar.
Gizlice oyunlar oynamanın, Kürtçe kasetler dinlemenin, nevresimleri bağlayıp üçüncü kattan kaçmanın, türlü dozda isyanın yolları aranmıyor değil ama travma baki. Kalabalık alanlarda bulunmanın, birlikte yemek yemenin ileri yaşlarda fobiye dönüştüğünü ifade edenler var. 2000'lerin başında Hakkari Kız YİBO'da okuyan bir kadın ellerinin titremesi yüzünden yıllarca kalabalık yerlerde sulu yemekler yemekten kaçındığını anlatıyor. O zamanlardan beri insanlarla göz teması kuramadığını söyleyen de o. Başka bir tanık lafı dolandırmadan “Zalimlerle muhataptık ve bunun farkındaydık” diye tarif ediyor. Bir diğeri tüm bunların “insanı aklını kaçırmaya kadar götürebileğinden” söz ediyor. Kişilik bozuklukları, kaygı ve korku, otoriteyle ilişkide sorunlar gibi bir dolu psikolojik hasar örneği anılıyor.

“Üç nesil bu haksızlığa uğramışız”

Özgür Ünal, YİBO anılarını ilk dinlediğinde arkadaşı Şükran Demir'in bugünkü yaşantısında birçok şeyi orada yaşadıklarına bağlamasına anlam veremediğini, YİBO gerçeğiyle bu görüşmelerden sonra yüzleştiğini söylüyor.

Raporun sonuç kısmında şöyle bir tespitleri var: “Bu çocuklar bireyselliğin reddedildiği ve bireyin tamamen değersizleştirildiği, hiyerarşik ve askeri düzen içinde, ağır bir şiddet ortamında Kürt kimlikleri aşağılanarak ve yok sayılarak büyümüştür. Türk toplumunun bu şiddet karşısında susması, Kürt toplumunun bazı kesimlerinin eğitimi yücelterek bu şiddeti meşrulaştırmaya çalışması ise bu kurumsal yapının devam etmesini sağlamıştır.”

Bu okullarda okuyan Kürt öğrencilerin aileleriyle ilişkileri ayrıca kırılgan bir zemin. Bir yandan yılların politikasıyla cahil olduğuna inandırılmış, eğitimsizlik üzerinden alay konusu edilmiş bir halk var. Diğer yandan aynı halk YİBO'ların sadece bir ayağı olduğu tam teşekküllü bir baskı politikasının farklı veçhesiyle yüz yüze. Şükran Demir “Bu gerçeklik varken elbette sayısızca sorunla uğraşmak zorunda bırakılmış bir aile çocuğuna gerekli imkânları yaratmakta zorlanır, çocuğunu daha iyi anlaması, fark etmesi, derdine çare olması zorlaşır hatta imkânsız hale getirilir” diyor. Ailesine tepkisi olup olmadığını sordukları bir görüşmeci şöyle cevap vermiş: “Babamın gözünün önünde babası öldürülmüş, kendisine işkence edilmiş. Her konuda çaresiz bırakılmış bir babaya nasıl kızabilirim ki. Üç nesil bu haksızlığa uğramışız”.

Özgür Ünal

2010 yılında, 2000'lerin başında sayıları artan bu okulların kapatılması konuşuldu, zaman içinde de azalmaya başladılar. Bazıları yatılı kısmı kapatılarak bölge okullarına ya da İmam Hatip Okulları'na dönüştürüldü, bir bölümü başka kurumlara devredildi, boş bırakılanlar da var. Bugün Türkiye'de yatılı öğrenci sayısı 22 bin'e düşmüş, Kürt illerindekilerin sayısı hâlâ tüm bölgelerden fazla. Azalsa da değişmeyen şeyler var.

Önemli bir noktayı Demir vurguluyor: “Asimilasyon çok hızlı sonuç veren bir şey olmayabilir, zamana yayılıp farklı farklı fakat sürekliliğini koruyan yöntemlerle varlığını sürdürür. Bugün de durmuş ya da bitmiş bir yerde değildir, Kürtler için ve hatta diğer bütün gruplar için bu devam eden bir süreçtir. Diğer bir gerçekliğe gelirsek bu okullarda karşılaştığı şiddet ve asimilasyon politikasına direnen, tepki geliştiren ve büyüdükten sonra anadilini daha iyi öğrenip okuma, yazma, iletişimde sadece bu dili kullanan kişileri de görmemek mümkün değil. Çünkü bunların da sayısı az değil.”

Bu e-kitap, Hafıza Merkezi’nin yürüttüğü Hafıza ve Gençlik programı kapsamında hazırlanmış. Kitabı  şu adresten indirmek mümkün. Yazarların aynı konu üzerine çalıştıkları belgesel ise zaman içinde gelecek.