“Yok, hayır!” diye devam etti Kamburyan, “Ben o kitabı kastetmiyorum, babanızın diğer romanından, Hrimyan Hayrik hakkında olandan bahsediyorum.” O an donakaldım, babamın kayıp romanlarından bir tanesi hiç beklemediğim bir anda bulunmuştu! Sevincimi ifade edecek kelime bulamamış, mesafeyi filan boş verip boynuna sarılmıştım Aram Bey’in. Birkaç gün sonra yıllardır arşivinde saklamış olduğu sararmış gazete kupürleri elimdeydi.
Sevgili Aram Kamburyan’la dostluğumuz 2004 yılında başladı. Ondan önce de kendisini tanırdım, ama sadece bir selam sabahımız vardı. Zaman zaman bir kitap veya bir toplantı için Öğretmenler Derneği’ne uğradığımda genellikle orada olurdu. Birbirimize mesafeli bir şekilde hâl hatır sorsak da sohbete girişecek bir yakınlığımız gelişmemişti. Güler yüzlüydü ama belirli bir ağırlığı vardı, biraz da çekingen gibi gelirdi bana. Böylece, yıllar boyu tanışıklığımız bir selamla kısıtlanıp kalmıştı.
Babam Ara Aginyan’ın Bezciyan Amira’nın hayatını konu alan Hağtanagi Campan/Zafer Yolu romanının uzun bir aradan sonra 2004’te tekrar baskısı yapılmıştı. Jamanak yazarlarından olan babamın bu romanı ilkönce 1950’lerde gazetede tefrika olarak çıkmış, sonra 1960’larda hem Beyrut’ta hem İstanbul’da kitap olarak yayımlanmış ama benim yetişkinlik yıllarımda artık çoktan kopyaları tükenmişti. Aras Yayınevi’ndeki dostlarımın da teşvikiyle romanın yeni bir baskısını yapma kararı almıştık ve kitap yayımlandıktan sonra epey ses getirdiği için mutluydum.
Babamın tefrika olarak ellili ve altmışlı yıllarda Jamanak okuyucularına sunulan iki tarihi romanı daha olduğunu biliyor, onları da kitap olarak yayımlatmamın ne kadar iyi olacağını düşünüyordum ama metinler elimde yoktu, maalesef babam kendisi bunları arşivlememiş, saklamamıştı. Jamanak’a sorduğumda gazete arşivlerinin artık kendilerinde olmadığını öğrendim. Birkaç yere daha baş vurduktan sonra metinleri bulmaktan ümidi kestim. Zaten yoğun olarak Boğaziçi Üniversitesinde hocalık yaptığım yıllardı, kalan kısıtlı zamanımı da gönüllü olarak cemaat eğitim işlerine ayırıyordum. O yıllarda değişik yerlerde arşiv araştırması yapacak vaktim yoktu. Emekliliğimde işi tekrar ele alacağıma karar verip aramalarımdan vaz geçtim.
Zafer Yolu yayımlandıktan kısa bir süre sonra bir gün yolum Öğretmenler Derneği’ne düştü, bir burs jürisinde görev almak üzere davet edilmiştim. Toplantı salonuna geçmeden bir merhaba demek üzere idare odasına yöneldim. Aram Bey de oradaydı, ben her zamanki mesafeli selamlaşmamızdan sonra veda etmeye hazırlanıyorken kendisi “Bu günlerde babanızın romanını okuyorum, çok ilginç,” dedi. Sevinmiştim, babamın kitabını okuduğunu, beğendiğini söyleyen herkes beni pek mutlu ediyordu. Tabii Kamburyan gibi bir entelektüelin kitapla ilgilenmesi daha da sevindiriciydi benim için. “Jamanak tefrikalarını kesip saklamış, arşivlemiştim, onlardan okuyorum,” diye sözüne devam etti. Ben hemen “Aman Aram Bey, yakın zamanda o kitabın tekrar baskısı yapıldı, ben size bir kopya getiririm, kestiklerinizden değil rahatça doğrudan kitaptan okursunuz” deyince “Yok, hayır!” diye devam etti Kamburyan, “Ben o kitabı kastetmiyorum, babanızın diğer romanından, Hrimyan Hayrik hakkında olandan bahsediyorum.” O an donakaldım, babamın kayıp romanlarından bir tanesi hiç beklemediğim bir anda bulunmuştu! Sevincimi ifade edecek kelime bulamamış, mesafeyi filan boş verip boynuna sarılmıştım Aram Bey’in.
Arşivden çıkardığı kupürler
Birkaç gün sonra yıllardır arşivinde saklamış olduğu sararmış gazete kupürleri elimdeydi. Kusursuz bir şekilde sıralanmış, her bir kupürün üstüne el yazısıyla tarih atılmıştı. Kamburyan’ın arşivinden çıkan babamın bu ikinci romanı da Aras tarafından yayımlandığında artık kendisiyle yakın dost olmuştuk. Bir de ikimizin ortak arkadaşı vardı: sevgili Tomas Terziyan. Tomas Bey babamın Zafer Yolu’nu başarıyla Türkçe’ye çeviren şahıstı ve arada beni ziyarete gelirdi. Epey ortak ilgi alanımız, konuşacak bol malzememiz vardı. Kendisi Kamburyan’ın adeta manevi oğlu sayılacak kadar yakınıydı. O tarihten sonra keyifli sohbetlerimize üçlü olarak devam ettik. Benim evimde, çay sofrasında Aram Kamburyan ve Tomas Bey’le keyifli zamanlar geçirdik. Aram Bey’i yakından tanımak benim için bir ayrıcalık oldu. Hayatımda tanıdığım en nazik, en beyefendi, en centilmen insanlardan biriydi. Yüzünden o içten gülümsemesi hiç eksik olmazdı ama yüksek sesle kahkahalar atan biri değildi. Sakin, yumuşak ve huzurlu bir duruşu vardı. Örneğin onu birileriyle münakaşa ederken düşünemiyorum. Hiç aleyhte söz de söylemezdi, halbuki Tomas Bey’le ben yerine göre kıran kırana birilerini çekiştirirdik. Öyle zamanlarda o gülümseyerek bizi izlerdi. Bazen bize hak verir gibi başını sallardı ama ağzından kesinlikle kötü söz çıkmazdı.
Ben eğitimim ve mesleğim icabı hep Batı kültürüne ve edebiyatlarına dönük yaşadığım için geç yaşımda Ermeni edebiyatı üzerine çalışmaya başladığımda arayı kapatma çabalarım zorlu bir süreç oldu. Devamlı bir şeyler okuyup yazdığım, araştırdığım için Aram Bey beni her ziyarete geldiğinde onun bilgilerinden faydalanmak amacıyla aklımda birkaç soru olurdu soracak, hepsine de doyurucu cevaplar alırdım. Bazen o müthiş arşivinden cömertçe belgeler de getirirdi. Örneğin Zabel Yesayan’ın yaşamı ve eserleri hakkındaki kitabımı yazarken ondan aldığım iki kıymetli bilgiyi gayet net hatırlıyorum. Yesayan’ın Paris’teki ilk patronu, yanında editör olarak çalıştığı Fransızca Ermenice sözlük yazarı Guy de Lusignan, diğer adıyla Ambroise Kalfayan’dır. Bu şahıs hakkında bilgi bulmak zordur, niçin iki ismi olduğu hakkındaki söylentiler de çelişkilidir. Konuyu Aram Bey’e danıştığımda bana arşivinden bir gazete kupürü getirdi. İnci gibi el yazısıyla makalenin üstüne ‘23 Ağustos1967, Marmara Gazetesi’ notunu düşmüştü. Uzunca olan o yazıda Lusignan hakkında başka hiçbir yerde bulamadığım bilgileri buldum. Yine Yesayan konusunu araştırırken bu Ermeni edebiyatının en seçkin romancılarından biri olan yazarın sırf kadın olduğu ve o günlerin geleneksel kadın imajına uymadığı için aleyhinde çirkin yazılar da yazılmış olduğunu biliyordum, ama iyi eleştirilere kolayca erişilebildiğim halde çirkin eleştiriler yok olup gitmişti, bulamıyordum. Bu konudan Aram Bey’e bahsettiğimde benden birkaç gün izin istedi, sonrasında Öğretmenler Derneği kütüphanesindeki bir kitaptan bulmayı ümit ettiğimden daha da çirkin bir eleştiri bulup fotokopisini almamı sağladı. O yazıdan yaptığım alıntı kitabımda eminim okuyucularımın ilginç bulacağı bir bölüm oldu. Kitap yayımlandığında yardımları için teşekkür ettiğim kişiler arasında kendi adını da okuyunca her zamanki alçak gönüllü haliyle “Ne gerek vardı ne yaptım ki,” demişti bana.
Seyahat yazıları
Kamburyan’ın alçak gönüllülüğü tüm yakınları tarafından bilinir. Bir başka ortak dostumuz, uzun yıllardır Beyrut’ta yaşayan, İstanbullu yazarlar hakkında antoloji yayımlamış olan kendisi de İstanbullu araştırmacı Garo Aprahamyan’la Aram Bey’in hastalığı süresince sık sık telefon görüşmesi yapıyor, ona sağlığı hakkındaki gelişmeleri bildiriyordum. Vefat haberini verdiğim gün her zamankinden daha uzun konuştuk, rahmetliyi andık, bu arada Garo bana bir anısını anlattı. Hepimizin bildiği gibi Aram Bey’in seyahat yazıları ünlüydü. Bir ara Marmara gazetesinde Korfu hakkında bir yazı yayımlamış. O yazıda Achilleon’da bulunan Avusturya Macaristan İmparatoriçesi Sissi’nin yazlık sarayını ziyaret ettiğini anlatırken orasının sonradan kısa bir süre Ermeni yetimhanesi olarak kullanıldığını duymuş olduğunu, ama oraya gidip soruşturduğunda bunun doğru olmadığını öğrendiğini yazmış. Korfu’ya gidip aynı sarayı ziyaret etmiş olan Garo Aprahamyan Aram Bey’in yazısını okuyunca ona bunun gerçek olduğunu yazmış ve kanıt olarak da yıllıklarıyla tanınan ünlü Teotig’in 1924 yılı cildinden yazı ve fotoğraflarla referans vererek gerçekten de Sissi’nin sarayının Amerikalı misyonerler tarafından Ermeni yetimhanesi olarak kullanıldığını kanıtlamış. Aram Bey bunun üstüne Garo’ya candan bir teşekkür mektubu yazmakla kalmamış, Marmara Gazetesinde aynı konuya dönerek Beyrutlu dostunun konuya açıklık getirdiğini ve kendisinin yanıldığını büyük bir alçak gönüllülükle anlatmış. Bence, Öğretmenler Derneği’nin sekreterliği gibi oldukça zahmetli bir işi senelerce büyük bir sabır ve sevecenlikle yapması da bu alçak gönüllülüğünün bir göstergesidir.
Kendisinden öğrenip yazılarımda kullandığım bilgilerin yanı sıra bana anlattığı ama henüz değerlendiremediğim bilgiler de var elimde. Bunlardan biri Hintliyan ilkokulu hakkında: İkimiz de yirmi yıl arayla aynı ilkokulda okumuşuz. O zamanların en iyi okullarından biri olan Hintliyan’ın kendi okuduğu 1930’lu yılları hakkında birçok bilgi aktardı Aram Bey bana. İlginçtir ama o konuda zıt görüşlerdeydik. 1950’li yıllarda aynı ilkokulda okuyan ben oradaki katı disiplinden dolayı hiç sevememiştim okulumu, halbuki o çok sevmiş. Anı kitabım Geçmişimden Sesler ve Renkler’de ilkokul günlerimden bahsettiğim on sayfalık bir bölüm var. Orada ilk başta Aram Bey’in söylediklerini de yazmış, sonra o bölüm fazlaca uzadığı için çıkarmıştım. Bazen teknik nedenlerle yazılarımızdan istemeyerek de olsa bir bölüm çıkarmak mecburiyetinde kalıyoruz belirli bir konuyu fazla uzatmamak uğruna. Aram Bey’in Hintliyan anıları da benim anı kitabımdan çıktı ama sırasını bekliyor, bir gün muhakkak bir makale haline getireceğim anlattıklarını. Ayrıca, ileriye dönük kendisiyle ilgili bir projem olması da hoşuma gidiyor.
Kamburyan işinde başarılı bir yüksek inşaat mühendisi, Esayan Lisesinin sevilen geometri öğretmeni, değerli bir yazar ve çevirmendi. Öğretmenler Derneği’ne yaptığı hizmetler çok önemliydi. Ama ben bu konuların ayrıntılarına girmedim, çünkü vefatından sonra yazılan birçok yazıda bu bilgilerden etraflıca bahsediliyor, eserlerinin bibliyografisi veriliyor. Benim vurgulamak istediğim unutulmaz cömert yardımseverliği, olağanüstü nezaketi, dostlarıyla ilişkileri, genel hali tavrı ve zengin genel kültürüyle zor bulunur değerde bir insan olması. İstanbul Ermeni toplumunda Ermeniceyi onun kadar güzel yazan kıymetler artık çok az ve yenileri de yetişmiyor. Ardında büyük bir boşluk bırakarak gitti Kamburyan. Şimdi bizlerin dikkatle koruması gereken onun kıymetli mirası olan zengin arşivi. Bu arşiv benim hayatıma dokundu ve çok şey kattı, benim ve hatta elli yıl evvel vefat etmiş olan babamın ona gönül borcu var. Kim bilir bizim gibi daha ne çok insana faydası dokunmuştur o büyük bir özenle toplanılan metinler. Şimdi, o arşivin telef olmayacağını, bir bütün olarak araştırmacıların kolaylıkla erişebilecekleri bir yere yerleştirileceğini ümit ediyorum. İşte o zaman sevgili Aram Kamburyan rahat uyuyacaktır.