"Satılık Kiliseler": Bir muammanın izinde Govdun ve Hağt nostaljisi

Muamma artık kesin olarak çözülmüş sayılır. Kalıyor geriye "Sahibinden Satılık Kilise" haberlerinin ruhsal şifrelerini çözmek ve bu vesileyle gündeme gelen iki büyük köyün 110 yıl önceki durumlarına bir göz atmak.

Geçtiğimiz ay sonu "Sahibinden Satılık" diye haber  yapılan kilisenin hangisi olduğu konusunda bir muamma oluştu. 29 Mart 2024 günü bir dizi medya organında geçilen haberde "Sivas'ın Hafik ilçesine 18 kilometre uzaklıktaki Göydün köyünde 19'uncu yüzyılda yapıldığı tahmin edilen (…), bir diğer ismi Surp Garabet olan tarihi Tuzhisar Kilisesi, sahibi Hatice Akay tarafından satışa çıkarıldı." deniyordu


Göydün (Ermenice Govdun) ve Tuzhisar (Ermenice Hağd yada Tuzasar) isimli iki köy, 1915 öncesi Hafik kazasının safi Ermeni nüfuslu köylerinden en büyük olan ikisiydi. Yukarıda T-24'den aktardığım şekliyle verilen haberin ilk ya da asıl kaynağını tespit edemedim. Ama her nereden alınmışsa, başkaları tarafından da yanlışlarıyla birlikte tekrar edilmiş. Aynı cümle içinde iki köy ismi birlikte zikredilirken bunlardan ikincisi köyün değil de kilisenin adı gibi kullanılmış, ayrıca o köydeki kilisenin orijinal adı da cümleye eklenerek karmakarışık bir şey sunulmuştu. 

Ertesi gün bu haberi kendi sayfasına yansıtan Agos, karıştırılan yumağı doğru şekilde çözerek Tuzhisar ve Surp Garabet isimlerini bir yana bırakıp, satılığa çıkarılan kilisenin Govdun köyündeki Surp Asdvadzadzin olduğunu kaydetti.  

Fakat bu defa da sosyal medyada bazı yorumcular Agos'un yanıldığını, söz konusu kilisenin Tuzhisar'daki Surp Garabet olması gerektiğini yazdılar. Tamamen iyi niyetle mantık yürüten bu arkadaşlar, hareket noktası olarak da, Govdun'daki Surp Asdvadzadzin Kilisesi'nin 1950'li yıllarda devlet kararıyla dinamitlenerek yıkıldığını, dolayısıyla onun ayakta olamayacağını ileri sürdüler. 

Bu haber ve yorumları izlerken ben de merak edip, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ayırt etmek için Sivas'la ilgili Ermenice kaynakları ve onlardan bazılarına dayalı Türkçe incelemeleri karıştırdım. Sonuçta satışa çıkarılan kilisenin Agos'ta yansıtıldığı gibi  Govdun'daki Surp Asdvadzadzin olduğuna kanaat getirdim. 

Bunu doğrulayan en önemli şey, Arsen Yarman'ın Sivas üzerine kapsamlı çalışmasının bir sayfasında alt alta verilmiş olan her iki kilisenin yakın dönem fotoğraflarıdır. Her ikisine kaynak olarak Richard G. Hovhannesian'ın "Armenian Sebastia, Sivas and Lesser Armenia, Kaliforniya, 2004" kitabı gösterilmiştir.  Üstte Tuzasar, altta Govdun Ermeni Kilisesi olarak sunulan resimlerin her ikisi için de kaydedilen tarih 1998'dir. Demek oluyor ki, o tarihte her iki kilise de ayaktaydı. (Bkz: Boğos Natanyan, Sivas 1877, Yayına hazırlayan: Arsen Yarman, Birzamanlar Yayıncılık, 2008, s. 306)

Arsen Yarman'ın kitabından ilgili sayfa

İkinci önemli veri, Hrant Dink Vakfı tarafından yayınlanan Sivas'la ilgili bir çalışmada rastladığım şu ifadedir: "1950'li yılların başlarında (Sivas) şehir merkezinde bulunan Surp Asdvadzadzin Kilisesi'nin dinamitlerle yıkılması…" (Sessizliğin Sesi-VI/ Sivas Ermenileri Konuşuyor, Hrant Dink Vakfı Yayınları, s. 12)

Bunu yukarıdakiyle birleştirince, Govdun'daki kilisenin ismi de Surp Asdvadzadzin olduğu için, çelişkili haberden Tuzasar yerine Govdun'u ayıklamanın doğru olacağını söyleyen arkadaşlar Sivas'ta dinamitlenen Surp Asdvadzadzin Kilisesi'nin bu olduğunu sanmışlardır diye düşünüyorum. 

Her ikisi Sivas'ta ve isimleri de aynı olunca yanılgıya düşülmesi doğaldır. Fakat Govdun'daki Surp Asdvadzadzin Kilisesi benzer bir akıbete uğramış olsaydı 1998'de resmedilemezdi. Arsen Yarman'ın kitabına aldığı iki fotoğraf eşzamanlı çekilmiş olduğu gibi, her iki kilisenin mimari planı, büyüklük ve görünümleri de birbirinin çok benzeridir. İkisi arasındaki en belirgin fark, giriş kapılarının farklı dizayn edilmiş olmasıdır. Govdun'dakinin kapısı, kemer biçiminde açık koyu kontrast oluşturan taşlarla çevrilmiştir. Bu kapının sağ alt kenarındaki beyaz xaçkar (haç işlemeli blok taş) gibi başka özgünlükler de iki kiliseyi birbirinden ayırt etmeyi kolaylaştırıyor. 

Bu iki resimle şimdi haber konusu olan kilisenin aynı cepheden çekilmiş resmini karşılaştırınca net olarak diyebiliriz ki, bu kilise Govdun'daki Surp Asdvadzadzin'dir. Son bir doğrulama için Google Map'tan iki köyün bugünkü isimlerini tıklayıp baktım. Tuzhisar ismiyle gösterilen köyde yeri işaretlenmiş olan "Surp Garabed Ermeni Kilisesi", Özgür Aktaş imzalı resimleriyle beraber hemen ekrana geliyor. Evet şüpheye mahal yok, bu resimler Arsen Yarman'ın kitabında Tuzasar Ermeni Kilisesi olarak gösterilenle aynıdır. Google Map'da Govdun yerine Göydün/Gökdin olarak bulduğum köyde ise Surp Asdvadzadzin Kilisesi'nin ismi ve resmi yer almıyor. Ama bunun hiç bir önemi yok. Arama sırasında karşıma çıkan ilginç bir haber "Göydün köyünde iki leylekten biri camiye, biri de kiliseye yuva yaptı" diyor. Bu da kilisenin yerinde durduğunu doğruluyor. Nihayeti satışa çıkarılan kilise haberinin fotoğrafı da Arsen Yarman'ın kitabında Govdun'a ait gösterilen ile aynıdır. Her iki resimde leylek yuvası da görülüyor zaten.

Muamma artık kesin olarak çözülmüş sayılır. Kalıyor geriye "Sahibinden Satılık Kilise" haberlerinin ruhsal şifrelerini çözmek ve bu vesileyle gündeme gelen iki büyük köyün 110 yıl önceki durumlarına bir göz atmak.

“Satılık Kilise” haberlerinin ruhsal şifreleri

Sivas'tan yansıyan son örnek, daha önce doğu ve batı illerinden duyduklarımızın basit bir tekrarı aslında. Bir tıklamayla internette şunlar görülebilir: 

-Mardin'deki 1700 yıllık Mor Yuhanna Süryani Kilisesi 2020'de 7 milyon 250 bin TL'ye satışa çıkarılmış. İki yıl sonra döviz kuruna bağlı olarak fiyatı 8 milyon 250 bin TL yapılmış.
-2015'de Kayseri'nin Melikgazi ilçesindeki tarihi Rum kilisesi internetten satışa çıkarılmış. 
-Aynı yıl Mardin Artuklu'da bir Süryani kilisesi ve Bursa Mudanya'da Aziz Yuhanna isimli Rum kilisesi benzer şekilde satışa çıkarılmış. 
-2013 yılında Siirtli bir vatandaş yine bir Süryani kilisesini, üzerinde bulunduğu arazinin tapusu kendisine ait diye satılığa çıkartmış.
-Bütün bunların bilinen öncülü, Van'daki tarihi Varak Ermeni Manastırı, nam-ı diğer Yedi Kilise'nin restorasyon işlemleri sırasında tapuya takılması olmuştu. Bunun üzerine o arazinin sahibi gözüken Hüsamettin Altaylı'nın varisleri aranınca, onun torunu olarak dönemin Haber Türk Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı'nın ismi ortaya çıkmış, kendisine sorulması üzerine o da hiç sıkılmadan "Evet, kilise benim" demişti. 

O gün bugündür, halen ayakta olan kiliselerin Müslüman şahıslara ait tapulu mülk olduğu ve satışa çıkarıldığı haberlerinden geçilmiyor. O gün bugündür, mecliste soru önergeleri ve  Kültür Bakanlığı'na yapılan çağrılar, adeta çölde yitip giden, kimsenin duymadığı ve ırgalanmayan nafile sesler olarak kalıyor. 

"Türkiye bir çadır devleti değildir" diyenler, buyursun göstersinler ne devleti olduğunu!.. Dünyada bunun başka emsali var mıdır acaba? Şahıslar, hem de başka dine mensup şahıslar, nasıl olup da kilise sahibi olabiliyor? 

Hristiyan cemaatler yerli yerinde yaşarken onların bütün kiliseleri merkezi patriklik makamları ile bölgesel marhasalık makamlarına bağlıydı. Katliam ve sürgünlerle cemaati yok edilen kiliseler öncelikle devlet tarafından sahiplenildi, kimisi askeri amaçlarla kullanıldı, kimisi hapishane yapıldı, büyükçe olan bazıları bir minare eklenip camiye dönüştürüldü, kimisi depo, kimisi sinema ve daha kim bilir ne yapıldı… Kırsal alanda olan çokları da samanlık ya da hayvan ahırı olarak kullanıldı. Bazısı devlet eliyle dinamitlenerek yıkılan, çokları definecilerin diplerini kazmasıyla çöken, bakımsızlık ve doğanın tahribatı ile harabeye dönüşen, taşları alınıp başka yapılarda kullanılan manastır ve kiliseler arasında, tarihsel geçmişi çok eski ve kültürel değeri çok yüksek olanlar vardı. Bütünlüğü ayakta olan çok az sayıda ve restorasyona muhtaç yapı kaldıysa eğer, onlar da işte 2000'li yıllarda birbiri ardına "Sahibinden Satılık" ilanlarına konu oluyor. Geçmişte ait oldukları patrikhaneler onları neden sahiplenemiyor? Engel olan salt cesaret yoksunluğu mu, yoksa onu da belirleyen Apartheid rejimi midir?

Son örnekteki detay
Son örnekte duyuyoruz ki, satışa çıkarılan kilise hakkında "birinci dereceden korunması gereken kültürel miras" tanımı yapılmış. Bu karar devlet için bağlayıcı ise, "tapusu bende" diyen bir şahsın onu satışa çıkartması nasıl mümkün oluyor? Sorular çoğaltılabilir, cevap hep aynı kapıya çıkar: Devleti ve sivil gruplarıyla soykırım suçunu işleyenler, ondan beri yine elbirliğiyle o halklardan geriye kalan kültür mirasını da yok ederek bu toprakların kadim renklerini silmeye çalışıyor. Genel ve yerel tarih kitaplarında söz konusu yörelerin eski sakinlerini görmezden gelen, onların uygarlıklarını yok sayan, gelip geçmiş kavimler içinde onların adını bile anmayan bir inkarcılık hüküm sürüyor. Öyle ki, bu topraklarda o halklar hiç yaşamamışlardı demeye getiriliyor. Bir şekilde bahsetmek zorunda kalınca da onlardan "ecnebi" olarak bahsediliyor. Bir zamanlar var oldukları tümden inkar edilemezken, "hiç bir zaman, hiç bir yerde çoğunluk oluşturmadıkları" ve "dış güçlerin maşaları olarak vatana ihanet içinde oldukları" imajı çiziliyor. Cehaletle birlikte bu tip beyin yıkama faaliyetleri etkili oluyor ve "hain azınlıkların bu ülkede ne hakkı olabilir?" anlayışını besliyor.

İşte, satılık kilise haberlerinin normal karşılanması ve rutin bir hal alması bu zeminde mümkün olan bir şey. Son satış olayında emlakçının "malını pazarlama" tarzını mizahi şekilde kritik eden gazeteci Aris Nalcı, onun videosundan kesitler alıp kendi yorumlarını ekleme yoluyla işin ruhunu çok güzel ortaya koydu aslında. 
(29 Mart 2024 tarihli paylaşım için bkz: https://www.facebook.com/aris.nalci)

Lafının başında "Kilisemiz" diyerek bir nevi sahiplenme duygusu veren emlakçı, içinde yer aldığı köyün geçmişte bir Ermeni yerleşkesi olduğunu ve Birinci Dünya Savaşı'ndan önce üç bine yakın Ermeninin yaşamakta olduğunu da belirtmesine rağmen, ardından diyor ki; "Kilisemiz birinci dünya savaşında Rusya'dan ve Amerika'dan kaçanların buraya sığınmasıyla inşa edilmiş zaten…" Burada Aris dayanamayıp "Hop hop hop" diyerek araya giriyor, "Sanki tam tersi oldu yav, Osmanlı'dan kaçanlar Amerika ve Rusya'ya sığındı sanki…" diye bir istikamet düzeltmesi yapıyor.

Sivas’tan kimler gitti?
Emlakçının açıklamasını duyuran gazeteler ise, onun yukarıdaki absürt ifadesini videoda yansıtmış olmalarına rağmen, yazılı haber yaparken bu saçmalığı tekrar etmemiş, fakat onun yerine "Birinci Dünya Savaşı'nda başta ABD ve Rusya olmak üzere çeşitli ülkelere göç eden Hristiyanlar tarafından kullanılan kilise" demeyi tercih etmişler. Tabii ki bu da doğru değil, zira hiç bir Hristiyan 1915'de kendiliğinden göç etmemiştir. Tehcir denilen şey devletin askeri zoruyla kafileler halinde göç yoluna koyma olayıdır. Bu ise düşman muamelesi yapılan sivil nüfusu yok etmenin o günkü şartlarda en elverişli yolu olarak seçilmiş, tehcir öncesi tutuklanan ve yargısız infaz edilenlerden sonra sürgüne çıkarılanların büyük bölümü de her türlü vahşet ve kasıt sonucu kurban edilmiş, hayatta kalanların ise çoğu mucize eseri kurtulmuş ve çeşitli ülkelere ulaşıncaya kadar yıllarca süren büyük ıstıraplar çekmişlerdir. Yani savaş yıllarında öyle Sivas'tan kalkıp kendi isteğiyle Amerika'ya göç etme gibi bir durum yok. Savaştan önceki on yıllar zarfında başka vilayetlerden olduğu gibi, Sivas'tan da tek tek gurbetçi olarak Amerika'ya giden Ermeniler olmuştu, ama savaştan sonra onlara eklenebilenler sadece "kılıç artıkları"ydı.

Madem ki "Satılık Kilise" konusu, onun geçmişine dair çarpıtılmış ifadelerle gündeme geldi,  o haberin içinde -biri doğru, biri yanlış olarak- ismi geçen, her ikisi aynı tarz kiliseleri, aynı büyüklükte Ermeni nüfusları ve çok benzer karakterleriyle birbirinin ikizi olan Govdun ve Hağt/Tuzasar köylerinin gerçek mazisine bir göz atarak, 24 Nisan'a doğru Ermeni halkının trajedisini bu somut örneklerden ete kemiğe büründürelim. 

Bunun için her biri kendi köyüne özel olarak yazılmış Ermenice iki kitaba başvuracağım.

(Haftaya: Govdun ve Hağt üzerine bellek yazımından sayfalar)

 

Kategoriler

Dosya


Yazar Hakkında