PARRHESİAPAR

PARRHESİAPAR

Akıntıya karşı kürek çekmek

Malatyalı bir Ermeni aileden gelen Hrant Dink, taşra/kavar ile İstanbul arasındaki uçurumun orta yerinde, kendi günlük hayatından sıyrılarak tarihsel kimliğine büründü. Yok edilmeyle, izlerinin silinmesiyle, tutulamayan yaslarla, sonsuz adaletsizlik hissiyle örülü bir kimlik bu.

PARRHESİA KOLEKTİF

“Maalesef yas da kardeşlik de bugün cesaret istiyor, ama asıl, yaşamak cesaret ister. Umut cesaret ister. Adalet cesaret ister.” 

Rakel Dink, eşi Hrant Dink’in katledilmesinden sonraki ilk anma töreninde Sebat Apartmanı’nın önündeki kalabalık topluluğa konuşurken bu sözleri sarf etmişti. Umut da, adalet de cesaret ister. Hakikati yüzeye çıkarmanın çoğu zaman ceza veya ölümle sonlandığı bir ülkede ve dünyada sebatla yaşamaya ve umudumuzu kırmamaya devam ediyoruz. 17 yıl sonra hâlâ, adaletin gücünün değil, gücün hak gördüğü adalet(sizliğ)in hâkim olduğu bir gerçeklikteyiz. 2022 yılında yaptığı bir konuşmada Rakel Dink bize hakikat olmadığı zaman bu dünya üzerinde güvenle yaşayamayacağımızı hatırlatmıştı: “Evimizi inşa edeceğimiz sağlam kayadır gerçek. Hakikat sağlam kayadır.” O sağlam kayanın verdiği dayanak olmadan ne yasımızı tutabiliyoruz, ne de güven dolu bir geleceği tahayyül edebiliyoruz. 

2021 yılının Nisan ayında yaptığımız sosyal medya paylaşımlarından birinde “Hakikati söylemek de, dinlemek de cesaret ister” demiştik. Hakikati söylemek zordur ancak o hakikati duyanların onunla yaşaması, hele o hakikatin gerektirdiklerine uygun yaşaması daha da zordur, hatta çoğu zaman bütün bir toplumsal yapı bunun tam tersini, yani hakikate karşı yalanla yaşamayı teşvik eder. Adaletin günlük hayatta tezahürüne tanık olmayanlarda adalet hissinin gelişmesi kolay olmaz; çoğu zaman var olanla yetinmek, kötünün iyisini tercih etmek, yetmeyen “evet”lerle avunmak zorunda kalırlar. Hakikate karşı sürülen bir yaşamda adaletin hissi de, tezahürü de mümkün olmaz.

İlüstrasyon: Tamar Gürciyan

İki yüzyıla yakın zamandır adalet ve hakikat mücadelesi veren bir halkın kendi hakikatini anlatmak zorunda bırakılmasını ve bunu anlatmaya zorlanırken de aynı adaletsizliğe uğratılmasını nasıl okumalıyız? Uğradıkları haksızlıkları, adaletsizlikleri, sürgünleri, tüm bunları yaşayıp hayatta kalmış nesillerden ‘anlatmaları’nı beklemek, onlara uygulanabilecek en derin şiddet yöntemlerinden biridir ve diğer şiddet yöntemlerinin de kapılarını açar. Bununla mücadele etmenin tek yolu, haksızlıklara, adaletsizliklere, yok etme siyasetlerine neden olanlardan doğmuş olan nesillerin bu suçlarla yüzleşmesi, kendilerini bu yönde hassasiyetler geliştirmek için eğitmesi ve toplumlarında dönüştürücü rol oynamasıdır. Böylelikle uzun vadede yük, kurban grupların üzerinden alınmış olur. 

Dünya üzerindeki tüm büyük ve güçlü ülkelerin geçmişleri sömürgecilik suçlarıyla dolu. Üstelik bu suçlar, çoğunun iddia ettiğinin aksine, ulus devletlerin kurulmasıyla son bulmadı. Bu suçların sürekliliklerinden, bugünkü yansımalarından söz etmemek, büyük hakikatleri yeni nesillerden saklamak, onlara yaşanması daha zor, daha adaletsiz, daha kirli bir dünya bırakmak demektir. 

Malatyalı bir Ermeni aileden gelen Hrant Dink, taşra/kavar ile İstanbul arasındaki uçurumun orta yerinde, kendi günlük hayatından sıyrılarak tarihsel kimliğine büründü. Yok edilmeyle, izlerinin silinmesiyle, tutulamayan yaslarla, sonsuz adaletsizlik hissiyle örülü bir kimlik bu. Her yıl olduğu gibi bu yıl da yasımızı tutmaya çalışmaya devam etmek için Sebat Apartmanı’nın önünde toplanacağız. Bu zor günde bir arada olabilmek, yan yana, birbirimizin sessizliği eşliğinde durabilmek, durabildiğimizi görmek, hakikat için gösterdiğimiz inadın bir temsili olacak.