Patrik Maşalyan'dan AGOS'un başyazısına yanıt

Gazetemizin geçtiğimiz Cuma günü yayınlanan sayısındaki başyazımızda Patrik Maşalyan'ın Haziran ayında Patrikhane'de yapılan bir toplantıda kullandığı laiklik ile ilgili ifadeleri eleştirmiştik. Patrik Maşalyan kişisel facebook sayfasından bu eleştirilere bir yanıt verdi.

AGOS'un 21 Temmuz Cuma günü yayınlanan sayısında başyazıda Patrik Maşalyan'ın 22 Haziran'da Patrikhane'de düzenlenen bir toplantıda kullandığı laiklik ile ilgili ifadeler eleştirilmişti. Patrik Maşalyan kişisel facebook sayfasında bu eleştirilere bir yanıt verdi. Patrik Maşalyan'ın "Patrik ve Laiklik" başlıklı yazılı açıklaması şöyle

Agos Gazetesi 21 Temmuz 2023 sayısında “Patrik Maşalyan ‘laiklik’ten ne istedi?” başlıklı duyurusunda okullarla ilgili bir toplantıda sarfettiğim “laiklik safsatası” sözünün laikliğe karşı bir ifade olduğu iması taşıdığını, dolayısıyla bu konuda açıklık getirilmesinde fayda olduğunu belirtmiştir. Ben de bunu bir fırsata çevirip dilimin döndüğünce konuya açıklık getirmek isterim.

22 Haziran günü Patrikhane’de gerçekleşen ve okulu olan vakıf yöneticilerinin katıldığı bir toplantıda, okullarımızın ana amaçlarından olan kimlik aktarımı konusunda yeterli başarıyı sağlayamama nedeni olarak dil ve din kültürü eğitimlerindeki aksaklıklarından söz ediyordum. Her ders yeterliliği onaylanmış diplomalı öğretmenler tarafından verilirken, okullarımızda sadece Ermenice Dili ve Din Kültürü ve Ahlak derslerinin herhangi bir kalifikasyon ve standart talep edilmeyen öğretmenler tarafından verilmesinin giderek büyüyen bir soruna dönüşmekte olduğunu belirttim. Bu durum dil ve din derslerinin kalitesinin giderek düşmesine yol açmakta ve bunca masraf ve tartışmayla ayakta tutmaya çalıştığımız okullarımızın ana amaçlarını gerçekleştirmesini aksatmaktadır.

Öğretmenlerimizin dil ve din alanında bilgilerini yenilemeye ve zenginleştirmeye ihtiyaçları vardır. Bu doğrultuda hep birlikte gerekli adımların ivedilikle atılması gerekmektedir. Ermeni Öğretmenler Vakfı’nın bu yöndeki yapıcı çabaları desteklenerek bu açığı kapatma yoluna gidilmesi gerektiğini, bizim de Patriklik olarak din öğretmenlerinin bu açığını kapatmaları konusunda yardıma hazır olduğumuzu belirttim.

Ancak din kültürü sadece sınıfta verilebilecek türden bir eğitim değildir. Fizik, kimya veya biyoloji derslerinin laboratuvar çalışmalarıyla desteklenmesi gerektiği gibi, Hristiyan inancının öğretilmesi de, kilise kültürünün kilisede tanıtılmasıyla mümkündür.

Okullarımızın kuruluşundan itibaren bu böyle olagelmiştir. Okul yönetimleri, müdür ve öğretmenler ve elbette veliler, okul ve kilise arasındaki doğal ve organik bağı güçlü ve sağlıklı tutabilmenin hikmetini gayet iyi anlamışlar, öğrencileri bu şekilde yönlendirmişler ve bir kilise üyesi olarak yetişmelerini teşvik etmişlerdir. Okullarımızın kilisenin yanında ya da bahçesinde konumlandırılması boşuna değildir. Okulları kuran din adamları ve sivillerimiz Ermeni kimliğinin en önemli taşıyıcısı olan kiliseye uzak kalmanın ve yabancılaşmanın oluşturacağı uzun vadeli yıkımı fark etmişlerdi. 
1970’lere dek kilise ve okul arasındaki bu etkileşim sağlıklı ve verimli bir şekilde sürdürülmüştür. Din adamları okullarda ders verebiliyordu. Din öğretmenleri ve müdürler Pazar günleri ve dini bayramlarda öğrencilerin kiliseye gitmelerini, ayinlere ve kilise korolarına katılımlarını teşvik ve kontrol ediyorlardı. Kilise avlusu ve okul bahçesi arasında sınır yoktu. Çocukların sık sık kiliseye uğramaları, dua edip mum yakmaları özendirilirdi. Din derslerinde kilise duaları ve ilahileri öğretilirdi. Tüm bu gayretler ve uygulamalar diline, dinine, kültürüne ve kurumlarına sahip çıkan bilinçli nesillerin yetişmesini sağlıyordu.

1970 ve 80’lerin baskıcı hükümetleri gayri müslim azınlıkları hem sayıca hem de kalite anlamında daha da azaltmak için sosyal bir mühendisliğe soyundular. Kiliselere çivi çakamadığımız dönemler başladı. Cumhuriyetin ilk elli yılında laikliğe aykırı görülmeyen uygulamalar, artık laikliğe aykırı görülmeye başlandı. Önce ruhban okullarını kapattılar. Laikliği bahane ederek, din adamlarının, kilisenin kurduğu okullara girmesini yasakladılar. Patrikler bile artık okulları ziyaret edemiyordu. Atanan müdür yardımcıları, okullarımızı baskılamak amacıyla gönderiliyordu. Böyle bir ortamda müdürler ve öğretmenler öğrencileri kiliseye yönlendirmekte kendilerini artık o kadar rahat hissetmiyorlardı. Hele en değerli ve yetenekli eğitimcilerimiz 12 Eylül zindanlarında terbiye edildikten sonra bu muhteşem(!) laikliğin buyruklarına boyun eğdirilerek, kiliseyle okul arasında görünmez (bazen de görünür) duvarlar örülmeye başlandı. Okullarda dualar sustu, kiliselerde ise çocuklar ve gençler görünmez olmaya başladı. Sosyal mühendislik Ermeniliğin omurgasını çatlatmayı başarmıştı.

İşin kötüsü bizim eğitimcilerimizin hatırı sayılır bir kesimi bu “laiklik safsatasını” giderek içselleştirdiler ve özümsediler. Çocukları ve gençleri dinlerinden ve kiliselerinden uzak tutmayı çağdaşlığın bir gereği saydılar. Kilise saatinde başka etkinlikler koydular. Ülkede son yirmi yılda bu baskıcı laikliğe karşı elde edilmiş dini hakları bizim rayından çıkarılmış eğitim sistemimize uygulama gayretine girişmediler. Oturdukları dalı kestiklerinin bir türlü farkına varamadılar. Ermeni kimliğinin kazandırılmasında Hristiyanlığın ve Kilisenin rolünü görmezden gelmeye devam ettiler. Bu sosyal mühendisliğin tornasından geçmiş öğrenciler zamanla kendileri öğretmen, müdür, veli, aydın veya yönetici olduklarında, din ve Ermenice derslerinin bir angarya olduğu sanrısına kapıldılar. Bunlarsız Ermeniliğin, özellikle diaspora ortamında devam edebileceğini öngörmek milli bir intihardır.

İşte toplantıda söylediğim ve Agos’un alıntıladığı sözlerin anlamı bu bağlamda ele alınmalıdır. Ne demişim: “Bizim aynı zamanda yapmamız gereken şey, bu laiklik safsatasıyla, okullarla kiliseler arasındaki kopmuş olan bağın yeniden onarılması. Hepiniz hatırlıyorsunuz, 30-40 sene öncesine kadar okullardan kiliselere sürekli öğrenci gelirdi. Okul teşvik ederdi. Ondan sonra duvar örüldü. Her şey değişti.”

Yeri gelmişken bir anlam kargaşasını düzeltelim. Dinsel hakların gasp edilmesinin “laiklik” olarak adlandırılması elbette bir safsatadır. Hapishaneye otel demek, tecavüze zevk demek kadar safsatadır. Bu baskıların tarafımdan “laiklik safsatası” olarak adlandırılmasından laikliğin bir safsata olduğu sonucunun çıkarılmaya çalışılması ve benim bununla itham edilmem zorlama ve haksız bir çıkarım olur. Eğer bir “bilim safsatası” tespit edilmişse bunu söylemek, bilimin bir safsata olduğunu söylemek anlamına gelmez. Eğer bir “gazetecilik safsatası” saptamışsak, bu söylemden gazeteciliğin bir safsata olduğu sonucu çıkarılamaz. Çevremiz din safsatasıyla dolu dediğimizde de dinin bir safsata olduğunu söylemiyoruz elbette. Ben de laiklik safsatadır demedim, demem. Çünkü laiklik inandığım ve savunduğum bir uygarlık değeridir. Dinsel açıdan homojen olmayan toplumların birlikte barış içinde var olmalarını garantileyen, yüzyılların imbiğinden süzülerek gelen, haklılığı ve işlerliği evrensel olarak kanıtlanmış bir yönetim anlayışıdır. İnanç ve vicdan hürriyetinin devlet tarafından korunup kollandığı  siyasal bir ilkedir. Ona sahip çıkmak hepimizin vatandaşlık görevidir. İşte bu yüzden, dini baskılara demagoji yaparak “laiklik” denildiğinde ya da sanıldığında onlara “safsata” demek de bir vatandaşlık borcudur
.
Gelelim asıl meseleye: Son yıllarda Türkiye’de, dini haklar ve özgürlükler alanında ciddi kazanımlar elde edildi. Artık okullarımızda, hiçbir dini ya da etnik baskı ve ayrımcılığa maruz kalmıyoruz. Din adamlarımız tekrar okullarda öğretmenlik yapabiliyor. Ancak bunun meyvelerini devşirmekte bizim yöneticilerimiz ve eğitimcilerimiz çok yavaş kalıyorlar. Halen kilise ve okul arasında duvar varmış gibi davranmayı sürdürüyorlar. İçselleştirdikleri ürkeklik nedeniyle okullarımızın kuruluş felsefesine dönme süreci gecikmektedir. Bütün eğitimciler ve okullar için aynı şeyi söylemenin doğru olmadığını biliyorum. Can havliyle durumu düzeltmeye çalışan, öğrencilere kilisenin yolunu öğretmenin yol ve yöntemini arayan eğitimcilerimizi takdir ediyorum. Ancak bu olumlu “laik” dalganın toplum olarak yakalanması ve eğitim alanında ivedilikle bir kazanca dönüştürülmesi gerekmektedir.

Kategoriler

Toplum