Antakya’da 22 yıldır kesintisiz düzenlenen Evvel Temmuz Festivali, 6 Şubat depremlerinde yaşanan büyük yıkıma rağmen bu yıl 6-17 Temmuz arasında yapıldı. Samandağ’da yıllardır yapılan, Samandağ Kalkındırma Derneği çatısı altındaki birçok sivil toplum örgütünün desteğiyle organize edilen, Antakya’nın yanı sıra ülke genelinden ve hatta başka ülkelerden katılımcılarla her yıl daha da büyüyen festivalin geçmişi binlerce yıla dayanıyor. Arap Aleviler tarafından organize edilen festival sadece onları değil, şehirdeki Arap Hıristiyanları ve Ermenileri de kapsıyor, Antakya’nın çokkültürlü yapısını yansıtıyor.
Şehrin farklı bölgelerinde panel, konser ve tiyatro gösterimlerinin yanı sıra birçok etkinliğe ev sahipliği yapan festivale bu yıl Hangardz tiyatro topluluğundan Yeğya Akgün ve Antranik Bakırcıoğlu da katıldı. İkili, Vakıflı Köy’de Ermenice ve Türkçe bir oyun sahneledi. Hagop Baronyan’ın ‘Bduyd Mı Bolso Tağeru Meç’ [İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti] kitabından bir bölümü tiyatroya uyarlayan ikili, Vakıflı Köy’de 200 kişi önünde sahne aldı. Hangardz üyelerinden Tara Demircioğlu da festival kapsamında başka bir etkinliğe katıldı. Demircioğlu’nun da aralarında bulunduğu üç kadın, kadınlara bir masal ve çocuklara canlı kitap anlatmak için Antakya’ya gitti.
Baronyan’ın Samatya’sı Vakıflı’da sahnelendi
Çok uzun yıllar sonra ilk kez Vakıflı Köy’de Ermenice tiyatro oyunu sahnelendiğini hatırlatan Yeğya Akgün, festivale davet edilme süreçlerini şu sözlerle anlatıyor: “Dostumuz Reha Keskin, 1 Temmuz’da beni arayarak Evvel Temmuz Festivali’nden bahsetti ve festivalin çokkülürlü kimliğine uygun olarak Ermenice bir tiyatro oyunu hazırlayıp hazırlayamayacağımızı sordu. Süre çok kısıtlıydı, bir hafta içinde oyunu hazırlamamız gerekiyordu. Bir yandan ne yapabiliriz diye düşünürken diğer yandan da Antranik’i aradım ve bu teklifi ona ilettim. Senin için uygunsa benim için de uygundur dedi ve Antranik’le üç prova yaptık. Ayın 8’inde, sabah 6 gibi yola çıktık, Adana’ya indik, oradan da 3,5 saat yol giderek Vakıflı’ya ulaştık.”
Tiyatro oyuncusu, performans için Hagop Baronyan’ın ‘Bduyd Mı Bolso Tağeru Meç’ kitabının Samatya bölümünü seçtiklerini belirtiyor: “Bir masa, masada şapkalar ve her şapkayı seslendiren bir karakter. Bu seslendirmeleri böldük, bir kısmını Antranik bir kısmını ise ben yaptım. Hangi karakter konuşuyorsa kendi şapkasını alıp konuşuyor. Bölümün sonuna doğru, anlatıcı şunu diyor: ‘Şimdi sizi Samatya’nın en meşhur simalarından biriyle tanıştıracağım: Vahram Papazyan.’ Papazyan, anlatıcının iddiasına göre Osmanlı’da Hamlet’i oynayan ilk aktör. Vahram Papazyan’ı bir monolog halinde sahnelemeye başladım. Oyunun ilk bölümü Ermeniceyken, Papazyan’ın monoloğunu Türkçe sahneledik.”
‘Ermenicenin de evrensel olduğunu hissettim’
Antranik Bakırcıoğlu ise köye gittikten sonra yaşadıklarını şöyle özetliyor: “Orada da hızlı bir prova aldık. Bir arkadaşım yanıma geldi ve ‘Heyecanlı mısın?’ diye sordu. Elbette heyecanlıydım ama gerçek bir tiyatro oyunu sahnelemeyeceğimizi çünkü anlayacak insan sayısının çok az olacağını düşünüyordum. Bir yandan da bizi sürekli ‘Köylülerin bazısı dışında kimse Ermenice bilmiyor, biliyorsunuz değil mi?’ diye uyarıyorlardı. Biz de ‘Tamam, yapacak bir şey yok’ dedik. Sahneye çıktık, Ermenice cümleyle oyuna başladık ve seyircilere baktım, gözlerini büyütmüş bir şekilde bizi izliyorlardı. Sanki Ermeniler, anlıyorlar, dili çok iyi biliyorlar. 20 dakika bu şekilde sürdü, çok güldüler, özellikle yaşı büyük olanlar daha iyi anladılar. Çok sevdiler. Bu, bizim gözlemlediğimiz. Oyundan sonra arkadaşlarımızla konuştuğumuzda da benzer tepkiler aldık. Özellikle Tarık Abi şöyle bir şey dedi ve bu çok hoşuma gitti: ‘Ermenice oynadığınız bölümü Türkçeye çevir deseniz çeviremem ama o bölümü Türkçe olan kısımdan daha iyi anladım.’ Bu, bende şunu düşündürdü: Dil ne kadar evrenselse Ermenice de o kadar evrensel. Ermenice, insanların ruhuna dokunabilen bir dil ve biz de bunu orada başarabildiğimizi düşünüyoruz.”
İki isme teşekkür
Reha Keskin ve Tarık Oruç isimlerine dikkat çeken Akgün, ikilinin festivalde Ermenice bir içerik olması için çok çabaladığını belirtiyor: “İki isim de, festivalde Ermenicenin de var olması için çok çabalamış. Komitede yüksek sesle dile getirmişler bu durumu. Oturup konuştuğumuzda da şöyle dediler: ‘Burası bir Ermeni köyü. Bu da festivalin çokkültürlüğünün bir parçası ve bunun da kendi dilinde temsil edilmesi, Ermenicede bir üretim ortaya konması çok değerli.’ Bizi de açıkçası bu yaklaşım çok etkiledi. Kendi dilimizde, kendi köyümüzde var olduğumuzu hissettik. O yok olmuşluğun, o travmanın dışında bir şey yaptık. Yaşayan, üreten, Ermenice söz söyleyen iki tiyatro insanını pür dikkat dinleyen hem Ermeni hem Arap Alevi hem Arap Hıristiyan hem Kürt hem Türk bir topluluk... Bu, muazzam bir deneyimdi bizim açımızdan. Yaşadığımızı hissettik. Bu hissi bize yaşattıkları için de hem Reha Keskin’e hem de Tarık Oruç’a yeniden teşekkür ederiz.”