Yıllar sonra, kalbinin attığı topraklara dönen Kevork Malikyan, Bir Ömür Yetmez adlı dizide oynadı. Malikyan 28 Mart’tan itibaren Oyun Atölyesi’nde ve 26-27 Mayıs’ta Londra’da ‘Shakespeare’s Globe’da sahnelenecek olan‘Antonius ile Kleopatra’da Enobarbus karakterini canlandıracak.
NAYAT KARAKÖSE
nayatk@gmail.com
“70’ime merdiven dayadım” diyor, insanın inanası gelmiyor. Karşısındakini gözleriyle kucaklıyor. İnsana kendini çok iyi hissettiren bir enerjisi, Diyarbakır’dan İstanbul’a, ardından da Londra’ya uzanan sıradışı bir yaşamöyküsü var. Sean Connery’den Alain Delon’a, birçok aktörle onlarca filmde rol aldı, dünyanın en önemli sahnelerinde Shakespeare oynadı.
Liam Neeson’la birlikte rol aldığı ‘Taken 2’ adlı filmin çekimleri yeni tamamlanan Kevork Malikyan, 28 Mart’tan itibaren Oyun Atölyesi’nde ve 26-27 Mayıs’ta Londra’da ‘Shakespeare’s Globe’da sahnelenecek olan ‘Antonius ile Kleopatra’da Enobarbus karakterini canlandıracak. Yıllar sonra, kendi deyimiyle “kalbinin attığı topraklar”a, en çok da annesi ve babasıyla aynı toprağı paylaşmak için döndüğünü söyleyen Malikyan’la konuştuk.
• Diyarbakır’dan İstanbul’a, oradan da Londra’ya uzanan hikâyeniz nasıl başladı?
Tıbrevank Lisesi, din adamı yetiştirmek için Anadolu’dan, Doğu’dan çocukları seçip İstanbul’a getiriyordu. Karekin Haçaduryan Sırpazan sayesinde hayatım değişti. Diyarbakır’dan İstanbul’a getirilen o çocuklardan biri de bendim. Diyarbakır’da kalmış olsaydım herhalde şimdi terzilik ya da ayakkabı tamirciliğiyle uğraşıyor, sıradan bir hayat sürüyor olurdum.
• Tiyatroya nasıl başladınız?
İngiltere’den bir papaz, Peder David Harding, İngilizce öğretmeni olarak Tıbrevank’a gelmişti. Tiyatroyla çok ilgili biriydi. Tıbrevank’ta Shakespeare oynattı. Onun sahneye koyduğu ‘III. Richard’da Richard’ı oynuyordum. Daha önce de, sınıf arkadaşım sevgili Sımpat Bıçakçı’yla birlikte ‘Hamlet’i sahnelemiştik.
• Londra’ya nasıl gittiniz?
Tıbrevank’da tiyatro yaparken, sözünü ettiğimiz İngiliz öğretmenimiz, Kalustyan Sırpazan’a Londra’ya gönderilmemi önerdi. 19 yaşındaydım. O sırada Karekin Haçaduryan Sırpazan vefat etti; o Londra’ya gitmeme müsaade etmezdi, çünkü benim vartabed (rahip) olmamı istiyordu. Fakat onun yerine gelen sevgili Şnorhk Kalustyan Sırpazan, daha farklı bir vizyona sahipti. Benim için Gülbenkyan’dan burs buldu, biletimi ayarladı. Beni Londra’da bir drama okuluna yazdırdılar. Karaköy’den gemiyle Marsilya’ya, oradan da Londra’ya geçtim ve ilk olarak Kensington’daki Ermeni Kilisesi’nde kaldım.
• Londra’nın en prestijli sahnelerine çıktınız, ‘Globe’ da dahil olmak üzere birçok sahnede Shakespeare oynadınız. Dille ilgili herhangi bir sorun yaşadınız mı?
Londra’da 1967’de, film, televizyon ve tiyatro çalışmalarına başladım. İngilizceyi bir yabancı olarak öğrendiğim için her zaman küçük bir aksanım olmuştur. Shakespeare oynarken asla Ian McKellen gibi İngilizce konuşabileceğimi düşünmedim. Fakat bu durum hiçbir zaman bir sorun teşkil etmedi.
• Birçok ünlü isimle beraber filmlerde rol aldınız. Kimler var bu isimler arasında?
Son olarak ‘Taken 2’da Liam Neeson ile çalıştım. Harrison Ford, Sean Connery, Roger Moore, Helen Mirren, Daniel Craig, Alain Delon, Dustin Hoffman, Haluk Bilginer birlikte çalıştığım aktörlerden bazıları.
• 47 yıl aradan sonra İstanbul’a döndünüz. Londra’yı bırakmaya nasıl karar verdiniz?
Ermeniler tarih boyunca neredeyse tüm dünyaya yayıldılar. Her ülkede, mezarlıklarda Ermeniler de yatıyor. Benim annem ve babam Balıklı Ermeni Mezarlığı’nda gömülü. Yıllar geçtikçe, ben de annemin ve babamın yattığı mezarlıkta gömülmek, onlarla aynı toprağı paylaşmak istediğimin farkına vardım. Bir de, Türkçe dilinde hiç aktörlük yapmadığımın farkına vardım. ‘Bir Ömür Yetmez’ dizisi için de teklif gelince, kararım netleşti. Ayrıca, bu sene Mayıs ayında İngiltere’de Globe’da yapılacak olan Shakespeare Festivali’nin de önemli bir etkisi oldu.
• Shakespeare festivalinden biraz bahseder misiniz?
38 ülkeden tiyatro grupları, kendi dillerinde, Shakespeare’in farklı oyunlarını, Londra’da bulunan ve dünyanın en harika sahnelerinden biri olan ‘Shakespeare Globe’da sahneleyecek. Projeden haberdar olunca, festivalin direktörüne gidip, Türkiye’nin ve Ermenistan’ın da festivalde yer almasını önerdim. Direktörün bu iki ülkede Shakespeare’nin nasıl sahnelendiğine dair bir fikri yoktu. Ben de ona dostum Haluk Bilginer’den ve Oyun Atölyesi’nin her sene bir Shakespeare oyunu sergilediğinden bahsettim. Buraya gelip Oyun Atölyesi’ni izlediler ve davet etmeye karar verdiler. Haluk Bilginer ve Oyun Atölyesi’nin yönetmeni Kemal Aydoğan, Globe’da sahnelenecek olan ‘Antonius ile Kleopatra’ oyununda bana bir rol teklif ederek rüyamı gerçekleştirdiler.
• Daha önce Ermenistan’da hiç Shakespeare izlemiş miydiniz?
Hayır, hatta Ermenistan’a hiç gitmemiştim. Proje ekibiyle birlikte Yerevan’a gittik. Orada, Sovyet cumhuriyetleri arasında Shakespeare çeviren ilk ülkenin Ermenistan olduğunu öğrendim. Festival ekibiyle birlikte ‘Goya’ adlı bir piyes izledik. Çok beğendiler, ardından da kontrat imzaladılar. Benim hayalim, tarihte dost olan iki toplumu dünyanın en muhteşem sahnelerinin birinde aynı festivalde görmekti. Bu hayalime ulaştım.
• İnançlı birisiniz; papaz olacakken aktör oldunuz. İkisi arasında bir bağ var mı?
Aslında Kilise’ye yakınlığımdan, kilise ortamına bağlılığımdan dolayı tiyatroya özel bir ilgim vardı. Kilisenin, horanın, tiyatroyla bir benzerliği var. Aktörler de din insanları gibi bir performans sergiliyor, ama umarım din insanları rol yapmıyorlardır. Aktörler de, rahipler de topluma hitap ediyor, mesaj taşıyorlar.
• ‘Bir Ömür Yetmez’ dizisinde rol aldınız. İngiltere’deki dizi tecrübenize kıyaslarsanız nasıl bir deneyimdi.
İlksen Başarır bana dizide rol almam için teklifte bulunduğunda onur duydum. Çok güzel insanlarla tanıştım ve çalıştım. Projeden memnun kalıp kalmadığımı soracak olursanız, İlksen’in beni anlayacağını düşünerek, hayır cevabını veririm. Buradaki dizi sektörü benim alışkın olduğum dünyadan çok farklı. Beraber öğreneceğimiz çok şey var. Bence senaryolar çok uzun ve tekrarlarla dolu. Reklamların sadece belli bir yerde gösterilmesi lazım. 90 dakikalık dram aslında 60 dakikada anlatılmalı ki, seyirci hikâyeyi anlayarak, zevkle takip etsin.
“Diyarbakır’ın köylerine de gider, Ermenilerin evlerinde dua okurduk”
• Diyarbakır’a gitme fırsatınız oldu mu?
Diyarbakır’ı ve babamı en son 1963’te gördüm. Surp Giragos’un açılışına gitmeyi umuyordum ama o gün festival için Yerevan’a gitmek zorunda kaldım. Diyarbakır’a bazı projeler götürmeyi çok isterim. Belki orada bir kısa film çekeriz veya kilisenin içinde bir oyun sahneleriz, kim bilir...
• Hafızanızda, Surp Giragos Kilisesi’ne dair anılar var mı?
Küçük bir çocukken, her pazar günü babamın elinden tutup kiliseye gittiğimi hatırlıyorum. Tıbrevank’ta okurken her yaz Diyarbakır’a gider, her pazar Der Arsen’le birlikte ayinde görev alırdım. Diyarbakır’ın köylerine de gider, Ermenilerin evlerinde dua okurduk. Hatta, bir Zadig bayramında Der Arsen ayin sırasında biraz rahatsızlanmıştı, Badarak’ı 15-20 dakika boyunca ben yönetmiştim.
Üretimin olması umut verici
• Bugünün Türkiye’sini nasıl görüyorsunuz? Sizce hakikatle yüzleşme konusunda bir ilerleme kaydedildi mi?
1963’ten beri Türkiye’de yaşamıyorum. Eskiden 1915 mevzusu hiç konuşulmazdı. Bence bu hükümetin en önemli katkısı, bu konuların tartışılmasına izin vermek olmuş. Kitapların basılması da önemli. Buraya geldiğimden beri arkadaşlarım ve yeni tanıştığım kişiler bana Gomidas, Zohrab, Ermeni sorunuyla ilgili kitaplar hediye ediyorlar. Bu konularda üretimin olması umut verici.
• Sizce gerçek bir yüzleşme için neler yapılmalı?
Ermenilerin bu topraklara olan katkısı yeterince bilinmiyor. Saroyan, Gorky, Ayvazovski, Balyanlar, Gomidas ve daha birçok ismin bu topraklara bıraktığı iz bilinmeli. Birbirimizi aydınlatmalıyız. Bu da diyalogla mümkün. Her ülke trajedilerle dolu. Politikacılar gibi, otoritesi ve bir şeyleri değiştirme gücü olan kişiler geçmişi tanımalı, geçmişi incelemeli. Öğrenilecek bir şey varsa öğrenmeli, çözmeli ve geleceğe bakmalı. Bu topraklar çok zengin; Charles Aznavour’un dediği gibi, henüz söylenmemiş çok şarkı var.
• Hrant Dink’le de tanışıyormuşsunuz, var mı özel bir anınız?
Kendisiyle seneler önce tanışmıştım. Her fırsatta telefonlaştık ama maalesef bir türlü görüşemedik. İlk konuştuğumuzda, bana “Ahparig, seninle oturup Diyarbakır’dan Londra’ya uzanan hikâyeni uzun uzun konuşmak isterim. Senin hikâyen senaryolaştırılmalı” demişti. En büyük pişmanlığım onunla konuşamamış olmak. Hrant Dink insanların bir arada, huzur içinde yaşamasını diliyordu. Aramızda olmaması hepimiz için çok büyük bir kayıp.