Erdoğan, HDP’nin Kılıçdaroğlu’na destek verecek olmasını, Kürt karşıtı atmosferi sertleştirmek ve milliyetçi seçmeni etrafında toplamak için kullandı. Bunun için HDP’nin yanısıra CHP’yi de kriminalize etmekten, PKK ile bir tutmaktan hiç çekinmedi hatta bunu zevkle, montaj görüntülerle yaptı. 2016’dan bu yana zaten bu yolu izliyordu ve düşmanca dilin sonuç aldığını -ne yazık ki- görüyordu.
Çok partili tarihimizde ilk kez gittiğimiz Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimini de idrak ettik. Erdoğan en yakın rakibi Kılıçdaroğlu’nun dört puan önünde seçimi tamamlayarak, üçüncü kez halkoyuyla cumhurbaşkanı seçilmiş oldu. 2002’de iktidara gelen AKP açısından 21 yıllık iktidar süresine, bir beş yıl daha eklendi.
Erdoğan’ın yüzde 52,16, Kılıçdardoğlu’nun yüzde 47,84 oy alması, çeşitli açılardan değerlendirilebilir. Muhalefet cephesinde en yaygın kanaatlarden biri Türkiye’nin aslında yarısının Erdoğan ve onun rejimine karşı olduğu şeklinde. Bu argüman hem anlamlı hem anlamsız.
Anlamsız çünkü mevcut seçim sisteminde ne yazık ki sadece bir kazanan var. Rejim ona göre kurgulanmış. Kaldı ki CHP’nin parlamentodaki oyu yükselmemiştir ve “ülkenin yarısı” argümanı, parlamento açısından geçerli değildir. Ve yine kaldı ki 2018 seçimlerinde de (CHP’nin o zamanki adayı) Muharrem İnce ile seçime ayrı adaylar olarak giren Selahattin Demirtaş, Meral Akşener ve Temel Karamollaoğlu’nun oylarını topladığımızda yine yüzde 47,23 oranına ulaşıyoruz ki bu da hemen hemen Kılıçdaroğlu’nun bu seçimde aldığı oydur. Yani o zaman da Türkiye’nin yarısı Erdoğan’a karşıydı ama bu Erdoğan’ı baskıcı politikalar izlemekten alıkoymadı. İşin ilginç yanı Erdoğan’ın 2018 seçimlerinde de neredeyse tıpatıp aynı oyu almasıdır. İşin bir diğer ilginç yanı da muhalefet cephesinin oransal olarak toplam oylarını yükseltmemiş olmasıdır.
Bir yandan da anlamlı, çünkü muhalefet artık bir şekilde ve zor da olsa, konsolide oluyor. Çok parçalı olması elbette kendi içinde ve seçmen nazarında sorun yaratıyor. Ancak bir masa etrafında buluşabilmek de önemli. Yine de bir varsayımda bulunacak olursak Kılıçdaroğlu Zafer Partisi ile seçimden aylar önce mutabakat sağlasaydı HDP seçmeninin oyu belki de Kılıçdaroğlu’ndan –bu kadar- yana olmazdı. Pek çok seçmen bu ağır baskıcı ve milliyetçi/ayrıştırıcı atmosferin bir nebze de olsa dağılması umuduyla, yani can havliyle Kılıçdaroğlu’na oy verdi.
Erdoğan, HDP’nin Kılıçdaroğlu’na destek verecek olmasını, Kürt karşıtı atmosferi sertleştirmek ve milliyetçi seçmeni etrafında toplamak için kullandı. Bunun için HDP’nin yanısıra CHP’yi de kriminalize etmekten, PKK ile bir tutmaktan hiç çekinmedi hatta bunu zevkle, montaj görüntülerle yaptı. 2016’dan bu yana zaten bu yolu izliyordu ve düşmanca dilin sonuç aldığını -ne yazık ki- görüyordu.
Bu seçimde dozu daha da artırdı. Ekonomik krizin herkesi sarstığı şu dönemde “terör”den başka bir şey konuşulmaz oldu. CHP sürekli kendini savunma pozisyonunda buldu. Öyle ki milliyetçi seçmende popülaritesi Kılıçdaroğlu’ndan fazla olan Ekrem İmamoğlu, Erzurum’da taşlı saldırıya uğradı. Özetle Erdoğan milliyetçiliği ve HDP düşmanlığını elindeki medyayı da kullanarak köpürttükçe köpürttü ve Kürt karşıtı, aşırı sağ bir akımı tahkim etmekle kalmadı, bu akımı bir şekilde CHP karşıtı bir yerde de konumlandırdı. Aslında bu açıdan bakarsak Kılıçdaroğlu’nun aldığı oy küçümsenmemelidir. CHP’nin kampanya boyunca izlediği stratejinin eleştirisi ise ayrı bir konu.
Tüm bu tablo içinde seçimden galibiyetle çıkan Erdoğan’ın konuşması yine hayli sertti. Ve konuşma kadar Beştepe’de toplanan Erdoğan seçmenlerindeki aşırı milliyetçi motivasyonu da not etmek gerekir. CHP’den bahsettiğinde (ister öyle bağırtılsınlar, ister kendiliğinden olsun) Öcalan karşıtı sloganlar atılması, Selahattin Demirtaş’tan bahsedildiğinde idam sloganları atılması, Erdoğan’ın iktidarda kalmak için bu aşırı milliyetçi argümanları kullanmaya devam edeceğini ve bu argümanların ne yazık ki artık toplumda şu ya da bu ölçüde bir karşılık bulduğunu gösteriyor. Totaliter rejimlerin tarihleri de zaten bize bunu gösterir. Milyonlarca kez tekrarlanan dezenformatif, provokatif sözler bir zaman sonra gerçekmiş gibi muamele görmeye başlar.
Erdoğan dün gece Beştepe’den yaptığı balkon konuşmasında bir ara şunları söyledi:
“Bugün kimse kaybetmemiştir, 85 milyonun tamamı kazanmıştır. Milletimizin bize verdiği sorumluluğun gereği olarak, kimseye kırgın, küskün, kızgın, öfkeli değiliz. Artık seçim dönemine dair tüm tartışmaları ve çekişmeleri bir kenara bırakarak milli hedeflerimiz, milli hayallerimiz etrafında birleşme, bütünleşme vaktidir.”
Birkaç dakika sonra ise Kılıçdaroğlu’nun kastederek şunları söyledi:
“Ne diyordu? 'Eğer Selo'yu dışarı çıkarmak istiyorsanız, oyu bana vereceksiniz' diyordu. Benim sevgili milletim ne dedi? Çünkü, milletim benim iyi biliyor. Diyarbakır'da 51 Kürt kardeşimizin ölümüne neden olan bu terörist Selo'dur. Adaletin hak ve hukukun egemen olduğu Türkiye'de sen 51 kardeşimizin ölümüne neden olan Selo'yu istediğin gibi dışarıya çıkaramazsın. Bizim iktidarımızda böyle bir şeyin gelişmesi mümkün değildir. Bizim iktidarımızda adalet mülkün esasıdır"
Yürütmenin başının yargıya bu rahatlıkta talimat vermesi, ortaya attığı suçlamaların hukuki açıdan karşılık bulmaması bir yana, “Seloya idam” sloganları eşliğinde yapılan bu konuşma, önümüzdeki dönemde de Erdoğan’ın siyasal Kürt hareketini düşmanlaştırarak ve yine milliyetçi oylara yaslanarak, bu akımı tahkim etmeye çalışarak siyaset yapacağının habercisi.
Önümüzdeki dönemde birçok meseleyle birlikte bu tablo ile de başa çıkmak gerekecek.