Myanmar’da Müslüman Rohingya (Arakan) halkına uygulanan soykırım dünyada tanınmadığı gibi, Rohingya halkı gerek Myanmar’da gerek dünyanın en büyük mülteci kampı olarak bilinen Bangladeş’teki mülteci kampında ağır hak ihlallerine maruz kalmaya devam ediyor. Rohingyalara uygulanan vahşeti gün yüzüne çıkarmak, belgelemek ve ayrımcı uygulamaların durdurulması için savunuculuk yapan sivil toplum kuruluşu Fortify Rights’ın direktörü John Quinley, Agos’a konuştu.
Fortify Rights, Myanmar’da 2013’ten bu yana faaliyet gösteren bir sivil toplum kuruluşu. Kurum günümüzde Malezya, Bangladeş, Myanmar, Tayland’da çalışıyor, yakında Ukrayna’da da faaliyet yürütmeyi hedefliyor. “Herkes için insan hakları” sloganıyla hareket eden sivil toplum kuruluşu, kanıta dayalı araştırmalar yürüten, gerçekleri ortaya çıkarmak ve değişim yaratmak için bir araya gelen hak savunucularından oluşuyor. Uzun yıllardır Rohingya hakları için çalışan Fortify Rights Direktörü John Quinley ile Rohingyaların uğradığı ayrımcılığı, 2021 darbesinden sonra Myanmar’da insan haklarının durumunu, beraberinde ağır kısıtlamalar ve şiddet getiren darbenin farklı etnik grupları birleştirmesini, soykırım yası tutulmasının engellenmesi dahil birçok konu hakkında söyleştik.
Fortify Rights’ın çalışmalarının temel alanları nelerdir?
Üç ana alan belirtebilirim. İnsan hakları ihlallerini belgelemek: Bağımsız araştırmalarla, vahşet suçları, savaş suçları, insanlığa karşı suçları, soykırımı, saldırganlık durumlarını kayıt altına alıyoruz.
Aynı zamanda ‘güçlendirme çalışması’ diye adlandırdığımız faaliyetler yürütüyoruz; hak savunucularını, sivil toplum kuruluşlarını destekliyoruz. Örneğin Myanmar’da, Tayland’da sivil toplumu güçlendirme eğitimleri, çalıştayları düzenliyoruz. Bu kapsamda teknik destek de verebiliyoruz. Tehlikeli durumlarda, kişinin saklanması gerekiyorsa bu konuda yardımcı oluyoruz; ülkeden çıkması, saklanması için belli kaynaklar bulmasına katkı sunuyoruz. Hükümetlerin hak savunucularına karşı sıklıkla açtığı karalama davalarında hukuki yardım için kaynak bulma konusunda destek oluyoruz.
Üçüncü alan ise belgelediklerimizi ve yaptığımız araştırma sonuçlarını kullanarak sorunlu yasaların ve politikaların değiştirilmesi için yetkili kişilerle görüşmeler yapıyoruz. Hükümet, UNHCR gibi kurumlarla görüşüyoruz. En temelinde sorunlu uygulamaları değiştirebilmek için görüşmeye açık olan kurum ve kişilerle görüşmeler yapmaya çalışıyoruz. Bizi destekleyen veya desteklemeyen hükümet temsilcileriyle görüşüyoruz. Yeter ki insan hakları durumunu konuşmaya açık olsunlar.
Sorunlu yasa ve uygulamaları değiştirmeye yönelik savunuculuk yaptığınızdan bahsediyorsunuz. Buradan yola çıkarak Rohingya Soykırımı bağlamında onarmayı konuşalım. Tanınma, onarım konusunda bir gelişme, ilerleme var mı?
Çalıştığım kurum, Rohingyalara uygulanan şiddetin soykırım olduğunu savunuyor. 2015’te yayımladığımız raporda Myanmar’da yaşananların insanlık suçu olduğunu savunmuştuk. Müteakip iki sene içerisinde soykırım hazırlıklarını ele alan çalışmalar yaptık. Bir şiddet olayının soykırım olduğunu kanıtlamak için, bir grubu tamamen veya kısmen yok etmeyi amaçlayan olaylar olup olmadığını göstermek önemli. Belgelere, kanıtlara baktığımızda Myanmar askerinin Rohingyaları planlı bir şekilde tamamen yok etme, yeryüzünden silme hedefi olduğunu görüyoruz. Diğer ülkelerin hükümetleri Rohingyalara karşı yapılanları soykırım olarak nitelendirme konusunda çok temkinli davranıyorlar. Rohingyalar kendilerine karşı uygulanan vahşeti ‘soykırım’ olarak nitelendiriyordu: Sahada çalışan STK’lardan, uluslararası kınamadan çok daha önce.
Failleri sorumlu tutacak bir onarma sürecinden bahsetmek pek mümkün değil. 2020 yılında Uluslararası Adalet Divanı (UAD), Gambiya’nın açtığı davada, Myanmar’ın Rohingyalara yönelik soykırımın engellenmesi için gerekli tedbirleri almasına hükmetti. Yani, Adalet Divanı, Myanmar askerinin Rohingyalara karşı yaptığı vahşeti soykırım olarak tanıma/tanımama kararı çıkarana kadar Myanmar belli tedbirler uygulamalı. Bu tedbirlerden bazıları, devam eden vahşeti durdurmak veya önlemek. Toplama kamplarını kaldırmak, Rohingyalara vatandaşlık hakkı tanımak bu tedbirler arasında. Önemli bir tedbir de önce yapılan vahşetin kanıtı sayılabilecek unsurları yok etmemek. Myanmar hükümeti bu geçici tedbirlere dair her altı ayda bir rapor hazırlıyor. Bu raporların büyük çoğunluğu halka açık değil o yüzden ne yazıklarına dair ancak tahminlerde bulunabiliriz.
Bireysel bir dava örneği de var. Bütün insanlığı etkileyen, insanlığa tehdit barındıran suçlarda, bazı ülkelerde suç o ülke sınırlarında işlenmemiş olsa bile hukuki mücadele süreci başlatabiliyorsunuz. O ülkeler bahsedilen suçları soruşturmaya koyulurlar. Rohingya meslektaşım Tun Khin, Arjantin’de Rohingyalara yapılan vahşetle ilgili Myanmar hükümetine karşı dava açtı. Khin, hayatta kalan biri ve bu bireysel dava; bu mücadele çok önemli.
Başka ülkelerde de bireysel davalar açmaya çalışıyoruz. Geçen sene 16 kişi, Almanya’da Myanmar’ın üst düzey generallerinin işlediği suçları mahkemeye taşıdık. Bu, çok daha kapsamlıydı ve Rohingyalara yapılan soykırım dışında aynı zamanda darbede işkenceye maruz kalan ve darbeden etkilenen Myanmar halkı adına yapıldı. Dava henüz tam olarak açılmış değil ama savcının dosyayı inceledikten sonra başvurumuzu onaylayacağını umuyoruz.
Maddi, daha somut onarıma gelince, maalesef bir ilerleme yok. En azından şimdiye kadar, soykırımdan hayatta kalanlara yönelik herhangi somut bir onarım politikası yürütülmedi.
Darbeden bahsettiniz. 2021’den bu yana Myanmar’da durum nedir? İnsan hakları bağlamında darbe sonrasını değerlendirir misiniz?
Durum kötü. Şimdi bütün halk etkilenmiş durumda. Darbe esnasında Covid-19 gerekçesiyle seyahat sınırlanması vardı. O sebeple yaşanan şiddeti belgelemek için oraya gitmemiz mümkün bile değildi. Uzaktan, genelde telefonla, şiddete maruz kalanlarla konuştuk. Zorla kaybettirmelere, silahlı saldırılara şahit olanlarla konuştuk. Sokakta protestoculara keskin nişancılarla ateş edilmesine tanıklık eden kişilerle, birebir yaralanmış, kolunu, bacağını kaybetmiş ve hayatta kalmış insanlarla konuştuk. Şiddetin çok yaygın ve bütün ülkeyi kapsayan şekilde uygulandığını, failin doğrudan Myanmar askeri olduğunu belgeledik. Rohingya Soykırımı esnasında insanların evlerini yakan, insanları öldüren askerî birliklerin bu kez büyük şehirlerde şiddet uyguladığını gördük. Aynı birlikler olduğunu tespit ettik. Rohingya Soykırımı’ndan sonra bir şey olmadı. Myanmar askeri de bunu bildiği için şiddet uygulamaya devam ediyor. Dünyanın sessiz olduğunu gören asker, Rohingyalara yaptıklarını bu sefer tüm Myanmar halkına karşı yaptı. Kendilerine karşı çıkan herkese aynı şiddeti uyguladılar. Gazeteci, aktivist, çiftçi, girişimci, öğrenci... Cuntaya karşı olan herkesi susturmaya çalıştılar.
Myanmar’da yaşayan hak savunucuları, aktivistleri için durum çok tehlikeli görünüyor. Çalışmaya nasıl devam edebiliyorlar?
Aralarında ekip arkadaşlarımızın da olduğu birçok gazeteci, hak savunucusu 2021’den sonra Myanmar’dan kaçmak ve başka ülkelerde çalışmaya devam etmek zorunda kaldı. Oradakiler de sessiz kalmak zorunda. Şu an akademisyen, gazeteci, hak savunucusu kişilerin Myanmar’daki şiddeti, sınır bölgelerinden kayıt altına aldıklarını görüyoruz. Myanmar tarihinde artık ‘aktivist diaspora’ diye bir şey var. Eskiden beri var olan diaspora üyeleri darbeden sonra ülkeden kaçan özellikle genç aktivist insanlara sahip çıkmaya başladı. Güvenlik gerekçelerinden dolayı birçok insan diasporadan çalışmaya devam ediyor.
Cunta, aynı zamanda birçok bölgede interneti kesmesiyle ünlendi. Özellikle darbenin ilk zamanlarında şiddet uyguladıkları bölgelerin internetini tamamen kesiyorlardı. Yaptıklarını belgeleyecek kimsenin olmadığına emin olmak istiyorlardı. Bir sonraki adım olarak Facebook yasaklandı. Birçok insan Facebook’u VPN ile kullanabiliyordu. Sonra da VPN kullanmak yasaklandı. Birinin telefonunda VPN olduğu ortaya çıkarsa, o kişinin başı derde giriyor.
Darbe, Myanmar’da aynı zamanda ciddi isyan da yarattı. Birçok etnik grup benzer şekilde şiddete maruz kalınca, yan yana durmaya başladı. Myanmar’da birçok etnik grup Rohingyalardan haz etmezdi. Ama şimdi yan yana duruyorlar. Ortak amaç uğruna dayanışma kurulmuş oldu. Askeri düzene karşı demokratik, barışçıl hareket başlamış oldu.
Darbeden sonra Myanmar’da diğer etnik grupların da Rohingya Soykırımı’nın tanınması, geçmişin onarımı için Rohingyalarla yan yana durduğunu söyleyebilir miyiz?
İnsanlardan en sık duyduğum şey “Şimdi Rohingyaları anlıyoruz çünkü onlara olanlar bu sefer bizim başımıza geldi” cümlesiydi. Birçok insan Rohingyaların toplumun eşit bir parçası olması gerektiğini savunmaya başladı. Buna yönelik en önemli adımlardan biri de Rohingyalardan alınan vatandaşlığın iade edilmesi, Rohingyaların nesillerdir yaşadığı anavatanına geri gelmesine izin verilmesi. Yavaş ilerleyen bir süreç ama daha ilerici kesimlerin Rohingyalar için vatandaşlık, anavatana dönüş tartışmalarına başlaması, onların Myanmar’ın yerlisi olduğunu kabullenmesi ve dillendirmesi olumlu bir gelişme. Rohingyalara karşı daha önce çok daha ciddi bir ötekileştirmeden söz etmek mümkündü.
24 Nisan yaklaşıyor. Bu yıl da Ermeni Soykırımı’nın anmasına Türkiye hükümeti tarafından izin verilmedi. Çok daha yakın tarihte yaşanan Rohingya Soykırımı konusunda Rohingya halkının Myanmar’da yas tutması söz konusu mu?
Hayır, değil. Apartheid bir rejimden bahsediyoruz. Cunta, Rohingyaların günlük hayatının her yönünü kısıtlıyor. İfade özgürlüğü, toplanma hakkı, her tür hak ihlal ediliyor. Myanmar’dan Bangladeş’e kaçan Rohingya göçmenler, soykırımı takip eden yıllarda büyük eylemler düzenledi. Fakat 2019’da Bangladeş hükümeti eylemleri bastırmaya başladı. Sanırım Bangladeş hükümeti, Rohingyaların bu kadar hızlı bir araya gelmesinden, organize olup birleşmesinden korktu. Rohingya Soykırımı’nı anmak için 25 Ağustos’ta mülteci kamplarında binlerce Rohingya bir araya geliyordu. 2020’de anma yapılamadı. Sonra Bangladeş hükümeti pandemiyi bahane etti. ‘Bahane’ diyorum çünkü Rohingyaların herhangi bir şekilde ses çıkarması, itiraz etmesi engellendi. Mülteci kamplarındaki koşullara dair itiraza dahi izin verilmiyor. Bangladeş’in, soykırımdan kaçan Rohingyaları ülkeye alması çok önemli bir adımdı. Ancak altı sene geçmesine rağmen kamplarda insanî yaşam koşulları sağlanmış değil, birçok halk ihlal ediliyor. Şimdi de güvenlik gerekçesiyle kampın etrafı tel örgülerle kaplandı, kampta her yere kameralar yerleştirildi. Kontrol noktaları var ve bu noktalarda zorbalık yapılıyor. Mülteci kampında kalan Rohingyaların sivil toplum kuruluşu açma gibi bir hakkı yok, o yüzden var olan sivil toplum da inisiyatif olarak faaliyet göstermek zorunda. Yani bir şekilde derman, şifa olacak herhangi bir anma düzenlemeleri pek mümkün değil. Bangladeş hükümeti bu uygulamaları sonlandırmalı ve Rohingyaların kendi kültürünü, geleneklerini yaşamasına izin vermeli.