"Çocuklar inanın/ inanın çocuklar/ güzel günler göreceğiz/ güneşli günler…” Hatay, Kahramanmaraş merkezli, 11 şehri etkileyen depremin belki de en fazla yıkım yaşayan coğrafyası oldu. Böylesi bir coğrafyada hayatta kalmanın bile zor olduğu bir zaman dilimini geride bırakanlar, hayatta kalmanın şartlarını her geçen gün daha da ağırlaştıran çadır / su gibi sorunların içinde nefes almaya çalışıyorlar. Her şeye rağmen Nazım Hikmet’in dizelerinde umutla gülümseyen ve "Şehri de kindimizi de ayağa kaldıracağız" diyenlerle konuştuk sizler için. T. Y.
Hatay Güney Rüzgârı Dergisi sahibi / gazeteci Mehmet Ali Solak, Hatay Gazeteciler Cemiyeti Yöneticilerinden / www.hataymahallihaber.com haber sitesinin sahibi Mithat Kalaycıoğlu, Samandağ Gazetesi Muhabiri Hikmet Say ve www.hataybizimmedya.com haber sitesinin sahibi / Hataylı Radyocu Mithat Öztürk… Yıkıntılar arasında kalan yaşamlarını, umutlarını, hayallerini, geleceklerini adadıkları toprakları geride bırakmak zor oldu her biri için de ama… Ortak mesajları hiç değişmedi; “Şehri de kendimizi de ayağa kaldıracağız!” Bunun nasıl olacağını henüz hiçbiri bilmiyor. Çünkü yaşanan yıkım, bir depremin çok ötesinde! Ayakta ve hayatta neredeyse hiçbir şey bırakmayan çok başka bir şey!
Bugün hem biraz bundayız hem de depremi yaşayan 4 Hataylı gazeteci üzerinden, enkazını kaldırmaya çalışan yorgun bir kentte olanı biteni konuşacağız. Sorularımız ortak, cevapları ise fazlasıyla kalbi…
O zaman başlayalım ilk sorumuzla!
Hatay, 11 kent arasında 6 Şubat depremini en ağır yaşayan şehir oldu. Peki, zaten zor şartlarda haber yapan gazetecilerin, bu deprem sonrası habercilik kimliğinin ne kadarı enkaz altında kaldı?
Hikmet Say- Depremden sonra hayat adeta durdu. İnternet gitti, elektrik gitti, ki ardından ne haber yapabildik ne de başka bir bilgi paylaşabildik. Birbirimizle iletişim dahi kuramadık. Şu an mı? İnternet altyapısı hala yok, ki o anlamda var olanları aktarmak çok zor. Haber akışımız, cep telefonlarımız üzerinden ilerliyor. Bu da bizleri çok sınırlıyor. Anlayacağınız çok zor durumdayız.
Mehmet Ali Solak- Hatay’ın büyük bir bölümünün enkaz altında kaldığı düşünüldüğünde, sorunun muhataplarının sadece gazeteciler değil. Toplumun tüm paydaşlarının da enkaz altında kaldığını söylemek mümkün. Zira hayatın durduğunu, hayalet kentte yaşanmaz bir durumun hakim olduğunu ve bu nedenle yaklaşık 700 bin kişinin zorunlu olarak kentini terk etmek zorunda kaldığını da söyleyebiliriz. Bu bağlamda, asrın felaketinde hayatını kaybedenlere Allahtan rahmet, halkımıza da başsağlığı ve sabır diliyorum. “Sözün bittiği yerdeyiz” söylemi, ne yazık ki yazının da bittiği noktaya gelmiştir. Şu anda Hatay’da yazılı basın, süresiz olarak yayınlarına nokta koymuştur.
Mithat Öztürk- Öncelikle, özellikle Hatay'da, “bu denli yıkıcı, asrın depreminde birey olarak hayatta kaldığımıza mı sevinelim, yoksa kaybettiklerimiz nezdinde pişman mı olalım” ikilemini yaşıyorsunuz süreç olarak. Evet, şartlar gerek ekonomik gerekse düşünsel boyutta mesleğimizi özgür bir konseptte yapma imkanını zorluyor. Fotoğraf makinanız, bilgisayarınız ya da başka bir materyaliniz eksik olabilir. Ama eğer siz mesleki anlamda donanımlı ve idealist bir gazeteciyseniz, aynı zamanda haberci kimliğinizle özü sözü bir, haktan yana habercilik yapıyorsanız, mağdurdan yana taraf gazetecilik yapıyorsanız, ne olursa olsun enkazın altında kalsanız bile ışık saçarsınız. Nitekim güç şartlar altında, elimdeki sadece cep telefonuyla bile haber yapmayı ve her ne kadar bilgi edinme noktasında sıkıntı yaşamama rağmen, olup biteni gözlemlemeyi, fotoğraflamayı sağlayabildim.
Mithat Kalaycıoğlu- Bir kısmı enkaz altında kaldı. Hayatta kalanlar da kenti terk etmeden uzun süre kendi imkânlarıyla hayatı sürdürmeye çalışırken, mesleki dayanışma ve sahiplenmeyi bekledi! Bu olmayınca da çoğu kenti terk etti. Kısacası tüm vatandaşlar gibi gerçek basın mensupları da yaşanan organizasyonsuzluktan nasibini aldı. Antakya’da uzun süre gerçek habercilik yapan basın mensubunun olmayacağını düşünüyorum.
Türkiye, haberler noktasında sansür yaşayan bir ülke. Peki, deprem, bu sansürün yeni bir halkası olarak habercileri takip etmeyi sürdürüyor mu? Mesela 'Bu konuda yazmayın' tarzında uyarılar Hatay’da yaşandı mı hiç? En çok da tartışma konusu olan su konusunda mesela…
Hikmet Say- Şu ana kadar bu konuda bir baskı olmadı ama… Toplumsal provokasyon olmaması adına bu tür konulara dikkat etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu topraklar atalarımızdan kaldı bizlere. O nedenle de “Biz” olmak zorundayız. O “Biz” anlamında, yaptığımız haberlerle insanlara “moral” olmamız gerektiğini de düşünüyorum.
Mehmet Ali Solak- Sansürün uygulandığı ülkemizde sorun yaşanmadığını söylemek anlamsız olur. Sosyal paylaşım siteleri üzerinden sağlanan habercilikte bilgi kirliliğinin yaşanması da şaşılacak bir şey değil. Ancak sorunuzdaki ‘bu konuda yazmayın’ tarzında haberlerin kaynağını oluşturanlar, bizatihi yerel yöneticiler! Zira ilk açıklamalar gecikmeli olarak onlardan geldi. Bunları yazanlardan sonra yapılan açıklamaların üzerinden eleştirileri de sosyal paylaşım sitelerini izleyenler yaptı. “Su” konusundaki tartışmalar da aynı şekilde gelişti. Yurttaşların içme suyundaki endişelerine yanıt veren Hatay Büyükşehir Belediyesi, içme suyunun belli bir süre içilmemesini ve sadece kullanım suyu olarak kullanılmasını isterken, birkaç gün sonra Hatay Valiliği’nin “içme suyunda sorun olmadığını” açıklaması kafaları karıştırdı.
Mithat Öztürk- Evet, ülke olarak “basın özgürlüğü” noktasında hiç de iç acıcı bir durumda değiliz. Gelişmiş ülkeleri bir yere kadar tenzih ederek, üçüncü dünya ülkelerinin çoğunda, hemen hemen yaşanan her doğal afetlerde olsun ya da akan hayata dair olsun, medya olarak gerçekleri çıplaklığıyla ortaya sermeye başladınız mı, siyasi erkin müdahalesiyle karşı karşıya kalırsınız zaten. Meslek mensubu olarak, bu nahoş durum karşısında oto sansür refleksiniz zaman zaman yer buluyor ne yazık ki. Sözüm veya sitemim sadece şu anki siyasi erke değil tabii! Geçmiş siyasi erkleri de kapsasın lütfen! Ama inadına ve akıllıca haberi oluşturup, halka bilgi edinme hakkını sağlayacağız. Ayrıca depremzedelerin içinde bulunduğu durumu, taleplerini, sitemlerini hem haber olarak hem de köşe yazısı olarak kaleme aldığımı belirtmek isterim. Asrın depremini yaşayan Hataylı depremzedeler gerek “içme suyu” gerekse “çadır” ve daha başka ihtiyaçlar noktasında talepleri hep yüksek ve ısrarcı oldu. Oluyor da. Bu haklı talebi kaleme alan, dillendiren arkadaşlar ne yazık ki bazı etkili-yetkili kişiler tarafından, tabir caizse zılgıt yedi.
Mithat Kalaycıoğlu- Özgür bir gazeteci olarak, şu ana kadar bir baskı almadım. Gelirse de çizgimden taviz vermem, yoluma da bedeli ne olursa devam ederim.
Ekipmanlarını kaybeden çok gazeteci var, işsiz kalan, gelecek ve iş kaygısı yaşayanlar da… Beklenti nedir? Ne olması gerekiyor? Bu anlamda, “Evet yeterince destek aldık, sahiplenildik" diyebiliyor musunuz?
Hikmet Say- Destek almadık, hem de hiç! Devletten bu anlamda destek bekliyoruz. Bilgisayarlarımız kalmadı. Zaten şartlarımız ağırdı. Şimdi ise çok daha ağır. Şunu bilsinler ki, içinde olduğumuz süreç zor. Gereken destek olursa, ayağa kalkarız. Aksi halde mümkün değil.
Mehmet Ali Solak- Hafızalarını enkazın altında bırakan meslektaşlarımızın çoğu, ne yazık ki olayın şokunu atlatamadılar. Dediğiniz gibi işini, araç-gerecini ve mesleğini kaybetti. Bu da yetmedi. Ailelerini, yakınlarını, dostlarını kaybetmek, muhatap aldığı, dertlerini paylaştığı, Anadolu basını için velinimeti olan abonelerini de kaybetti. Bu, kısa sürede onarılacak bir yara değil.
Destek aldığımızı keşke söyleyebilseydik. Bu kadar can ve mal kaybı olmazdı. Ardı ardına üç büyük deprem hem can hem de mal kaybını arttırdı. Dünyada belki bir ilki yaşanan asrın felaketi ile ilgili ülkemiz özelinde, özellikle de Hatay, uzun yıllar konuşulacak bir konu olacak. Çünkü bildik konuları unuttuk.
Geçmişte “AFAD” “kimse yok mu” soruları, ilk kez “enkazın altından bizi kurtaran yok mu” olarak değişti. Biz, onlara da yardım edemedik. Sahiplenebileceğimiz canlara destek veremediğimiz bir ortamda, salt gazetecileri sahiplenecek bir şey de yapılmadı. Çok sayıda meslektaşımız, aileleri ile birlikte hayatını kaybetti. Salt gazetecilere yönelik bir kurtarma çalışması da yapılsa doğru bulmazdım. Hepimiz sonuçta insanız.
Beklentim ile ilgili çok şey sıralayabilirim... Örneğin, 40 yıldır gazetecilik mesleğini yapan birisi olarak; 27 yıldır, Hatay Güney Rüzgârı Dergisi adı altında aylık, pandemi nedeniyle de iki ayda bir yayınladığımız aktüel bir dergimiz vardı. Deprem nedeniyle, okurlarımıza ayrılan kâğıdın sonuna geldik. İsterdim ki, kent arşivine önemli katkılar sağlayacak 27 yıllık arşivimiz kurtarılsın. Halen zaman geçmiş değil. Ağır hasarlı denen ofise ben geçemem, ama bu işin tekniğini bilenler geçebilir ve kültür dünyasına katkı sağlayacağına inandığım kitapları kazanabiliriz. Mesleki Odalar başta olmak üzere, her basın gününde basını zirveye çıkaran açıklamalar yapan Odaların basın sektörüne katkılarını beklerdim. Basın İlan Kurumu’nun, gazeteciler için özel bir konteyner ya da bir site kurmasını beklerdim. Hafızaların silinmemesi için... Ortak akılda buluşmak ve neler yapılabileceğinin konuşulması için... Ama beklentilerimizi bir tarafa bırakın, insani olarak göçe zorlandık. Hayata devam edilemeyecek noktada, kurtuluşu kaçışta gördük. Halen Hatay’da yaşayan arkadaşlarımıza kolaylıklar diliyorum. Allah yardımcıları olsun.
Mithat Öztürk- “Sahiplenildik, destek aldık, yalnız bırakılmadık” demek için daha çok erken! “İnşallah, Maşallah” en kısa sürede yaralarımız sarılır, ayağa kalkarız! Evet, asrın depreminde ekipmanlarımızı kaybettik, şimdilik işsiz kaldık ve gelecek adına kaygılarımız, soru işaretlerimiz de çok. Beklenti ve çözüm süreci hakkında elbette yapılacak çok şey var. Başta mesleki örgütlerimiz olmak üzere, uluslararası medya örgütleri de dahil olsun, devlet desteğiyle birlikte yaralarımız kısa sürede sarılabilir.
Unutulmaması lazım gelen şey şu; “Basın ne kadar güçlü ve özgürse, toplum da o kadar güçlü ve özgür olur.”
Mithat Kalaycıoğlu- Yerelde bağlı olduğumuz üst kuruluşlardan hiçbir destek almadık. Mesleki dayanışma içinde olduğumuz, Türkiye de faaliyet gösteren kuruluşlardan mesleki araç ve gereçler açısından destek gördük. Yayın kuruluşu sahiplerinden bir destek görmedik.
Son olarak, bundan sonrası için beklentiniz, hayalleriniz, umudunuz nedir? Vatandaş kimliği ile terk edilen bu kentler sanırım haberci kimliğinde terk edilemiyor… “Şehrimi ve yaşananları en iyi anlatabilecek olanlar yine bizleriz, bu kentin gazetecileri”, demek doğru sanırım! Ne dersiniz?
Hikmet Say- Terk etmeyi hiç düşünmedim. Depremin ilk saatlerinde bile haber peşindeydim! Cep telefonum üzerinden bilgi aktarmayı sürdürdüm. Bundan sonra da sürdürmeye devam edeceğim. Mesleğim bu. En iyi bildiğim şey bu.
Mehmet Ali Solak- İnsanın olduğu yerde umut hep vardır. Umutlarımızın tükendiği bir noktayı yaşadık, yaşıyoruz ve de yaşayacağız. Ancak bu, tükendiğimiz ya da bittiğimiz anlamına gelmez, gelmemeli de. Mutlaka bir yol bulunacaktır. Benim şahsi dileğim, yeniden, yani üzerinden sekizinci kez yürüyeceğimiz Antakya’nın, evrensel-kültürel miras anlayışına göre şekillenmesi ve yeniden hayat bulmasıdır.
Dünyanın ilk yerleşim birimlerinden biri olan, kadim şehir Antakya’nın son yüzyıldaki yöneticilerinin ‘deprem’ noktasındaki kaderci, bilgisiz ve bilinçsiz davranışları, ayrıca sorgulanması gereken bir konudur. Yurttaş olmak, yurttaşlık bilgisi ile donatılmak, yurttaş olma yetisi ve bilgisi ile hayatı ve kenti sorgulamak, eğitimli bir toplumun işidir. “Bu noktada gazetecilere çok görev düşüyor, devlete çok sorumluluk düşüyor, yerel yönetimlere daha çok hizmet düşüyor” demek, herkesin kullandığı söylemler. Bana göre en önemli konu, yaşadıklarımızın unutulmamasıdır. Unutan toplumlar, her zaman için tarihin tekerrür ettiğini söyleyip, zaman zaman da yaşadıklarını kader olarak görürler. Bu ne Hataylıların ne Kahramanmaraşlıların ne de Adıyamanlıların kaderi değildir. “Deprem öldürmez, ihmal öldürür” anlayışını hakim kılmadıkça, bu sorunları sürekli yaşarız.
Burada özellikle vurgulamak istediğim konu şudur: Vatandaşın, kısa sürede deprem yönetmeliğine ilişkin bilgi sahibi olması mümkün gözükmediği için devletin yasa koyucuları, bu bağlamda radikal kararlar almalıdır. Fay hattının geçtiği bölgelerde dikey büyümelere izin verenler hakkında cezai işlem uygulamalıdır. Herkesin yaptığının yanında kar kalacak uygulamalar, adı şanı ne olursa olsun, kentlere de kent insanlarına da tarifsiz acılar yaşatır. Hepimizin mezara kadar taşıdığı ve taşıyacağı acılar gibi…
Mithat Öztürk- Bundan sonrası için ne yapmam gerektiği, hayallerim, ödevlerim ve sorumluluğum adına elbette bir yol haritam var. Ama her şeyden önce, kadim kent Hatay ilimizin doğru ellerde, ranttan uzak, planlı, programlı bir şekilde, tarihi-kültürel zenginliğini bozmadan, muhafaza ederek, aklın ve bilimin ışığında yeniden inşası gerekiyor. Şu veya bu nedenden dolayı memleketi terk edenlerin bir an önce yuvaya dönmeleri adına insani şartların sağlanması gerekiyor.Tabii ki biz medya mensupları, şehrimizi ve yaşananları en iyi anlatabilecek olanlarız.
Mithat Kalaycıoğlu- Gazeteci kimliğim yanı sıra, şehri tanıtma konusunda, “Hatay Halk Bilimi” adı altında beş kitabım var. Daha önce olduğu gibi hem bir basın mensubu hem de Halk Bilim Araştırmacısı olarak şehrimle ilgili üzerime düşen her konuyu kendime bir görev olarak görüyorum ve yönde de yaşamaya devam edeceğim.