Ermeni toplumundan gazeteci Murat Ezer depremin büyük hasar yarattığı bölgeleri gezdi. Ezer izlenimlerini Agos’la paylaştı.
58 yıllık hayatımdaki yüzlerce gezimin en acı, en zor, en dramatik, en bilinmez yolculuğunu depremde en çok zayiat gören Maraş’ın Pazarcık, Göksun ilçeleri ile Adıyaman’a yaptım. Yüzde 80’i tamamen yıkılmış bölgede, enkaz kaldırma çalışanları, kurtarma ekipleri ve yakınlarının cesetlerini almak için bekleyenler dışında kimse yaşamıyordu. Depremzedeler için gönderilen yiyecek, içecek dışında bir şey bulmak imkânsız.
Elektrik, doğalgaz, su, iletişim kesik; ulaşım sadece özel arabayla sağlanıyor. Gece ise hava sıcaklıkları sıfırın altında 13 ila 20 dereceleri arası. Çadır, battaniye çok az, ateş yakarak ısınıyorlardı. Prefabrik evler şart.
Gelen yardımların dağıtım, depolama organizasyonu çok eksik. İhtiyaç olmayan eşyalar tırlarla gelmeye devam ediyordu ama temel ihtiyaçlar gelmiyordu.
9 Şubat Perşembe sabahı 5'te evden ‘Ya Asdvadz’ deyip ayrıldım. Söğütlüçeşme Tren İstasyonu'ndan sabah 08:00 treniyle Konya'ya doğru yola çıktım. Aktarma yaparak Adana'ya vardım. Gece 12'de Maraş'a gitmek için 400 TL verip yola koyuldum.
Saat 03:15 sularında Maraş'ın merkezine vardım. Sıfırın altında 13 derecede dondurucu bir soğuk beni karşıladı. Yol ortasında ateş yakıp ısınmaya çalışan enkaz kaldırma ekipleri ve cenazelerini almak için bekleyen gözü yaşlı depremzede yakınları vardı. Enkaz üstünde herkes 'Kimse var mı?' diye bağırıyordu. Beş dakikalık ölüm sessizliğinden sonra tekrar:
'Kimse var mı?'
Gün ağardığında Maraş'ın en işlek, en popüler caddesi ve çevresindeki korkunç yıkımı daha net görmeye başladım. On katlı binaların tamamına yakını çökmüştü, dümdüz olmuştu. İki caminin minaresi tamamen yıkılmış, hasar almıştı. Gelen yardımlar hasar olmayan Büyük Camii'nin avlusu ve çevresinde toplanmıştı.
Su, meyve suyu, ekmek, sandviç, bisküvi çok fazlaydı ama çadır ve battaniye çok azdı. Koordinasyon yoktu; seyyar tuvalet, battaniye ve çadır yoktu.
Gece, sıfırın altında 13 derecede ateş başında depremzede yakınlarıyla duygusal konuşma imkânım oldu. 6 gündür enkaz altında kalan yakınları vardı.
Yakınlarından umut kestiklerini sadece cesetlerini alıp mezara gömüp bir dua etmek istediklerini söylediler. Eskisinden çok daha yavaş çalışma olduğunu belirttiler.
Bebek, çocuk, genç, kadın, yaşlılar yere serilmiş betonların üzerinde yatıyorlardı.
Yanımda getirdiğim çikolata, bisküvi, kek ve meyve sularını çocuklara dağıttım.
İki otostop yapıp Adıyaman'a vardım. Şehir girişinde yüksek moloz yığınları, iş makineleri karşıladı beni. Enkazdan bir kişinin sağ çıkarılmasına rastladım. Adıyaman tam bir hayalet şehir olmuştu. Toz, toprak, göz gözü görmüyordu. Sağlam hiçbir bina kalmamıştı. Yerli ve yabancı kurtarma ekiplerinin yanlarına gittim, onların yanında sabahladım. Ermenistan’dan gelen kurtarma ekibiyle sohbet etme imkanı buldum. Canla başla çalışıyorlardı. Hatta biriyle hemşehri çıktık. Onun da aile kökenleri Sasun'a dayanıyordu.
4 günün sonunda otostoplarla 22 saatte Adıyaman'dan evime varmıştım. Eve girdiğimde ceset ve moloz kokusunun halen üzerimde olduğunu fark ettim.