“Abi” dedim, “Yeni bir şey deniyorum. Kimi şeylerin fotoğrafı yok, ama hatırası var. Bunları anlattırıyorum, sonra da bir kısmını çiziyorum. Çizgili Röportaj denebilir…”Aydın Engin’le ilk yanyana geldiğimiz Cumhuriyet’ten beri yolumuz çok yerde kesişti. Hepsi dertli yerlerdi. Yaşadığı ülkeyi, hatta nefes alıp verdiği dünyayı daha adaletli, daha insani, daha yaşanır kılmak için ne yaşına aldırdı, ne yeniden cezaevlerine girme ihtimaline.
“Oğulcum” dedi, “Ben bir yere gelip de röportaj veremem, Marmara Adası’ndayım. Uzaktan yapalım dersen olur…”
Yaptık. Bir kısa biyografi çıktı ortaya. Şu sıra tekrar okudum. Geriye doğru çekilerek baktım. Bir sürü resim, hikaye.
Cumhuriyet’in Cağaloğlu’ndaki binasının bahçesi çalışanların otomobilleri ile balık istifi doluydu. Aydın abi, Almanya’dan getirdiği metalik gri Volkswagen’ini park ederken “Almanya’da taksi şoförlüğü yapmaya benzemez” diye takılmamla Oral Çalışlar ve Musa Kart’la aynı odada geçireceğimiz 7-8 yılın başlangıcı da o güne takabül ediyormuş meğer.
Bizi orta katta Kültür Sanat servisinin karşısına yerleştirdiler. Yıllarca giriş katında oturduktan sonra bir kat gradomuz artmış olmalı. Ben içlerinde tevellüt olarak en küçüğü, Cumhuriyet geçmişi ise en uzun olanıydım. Hayatımız başladı. Oral abiyi odanın müzakerecisi, Musa’yı saatler süren emek işi fırçayla çizdiği işler nedeniyle en yavaşı, Aydın abiyi de en gürültücüsü olarak hatırlıyorum. Ben sorun çıkarmayı her fırsatta görev bilen, odanın kavgacısı olarak dörtlüyü tamamlıyordum.
Aslında pek tanıdığım da söylenemezdi Aydın abiyi. Her seferinde şaşırarak anlattıklarını dinliyordum. Demode Alman evlerinin kendinden menkul karanlığında bu kendi de bir ışık kaynağı olan insan nasıl olmuş da 12 uzun yılı orada geçirebilmişti?
Davalar
Yazdığı, kendisinin de rol aldığı tiyatro oyunları Demirel Türkiye’sinde dolu salona oynarken TKP’nin yayın organı ‘Politika’ gazetesinin başına geçişiyle ölümüne dek peşini bırakmayacak Türk Ceza Kanunu’nun dönemlere uyarlanmış maddelerinden zincirleme yargılanmaları ve mahpusluğu da başlıyor Aydın abinin. 12 Eylül darbesinin peşinden beraat ettiği bir dava sayesinde, “kompütersiz dünya” nimetlerinden birini sunduğunda ve diğer davaları fark edilmeyince kapağı önce Düsseldorf’a, ardından Frankfurt’a atıyor. Gurbetçi Aydın Engin belediye destekli Berlin’deki Tiyatrom’da da bu kez Almanya’daki Türklerle bağ kuran oyunlar yazmaya başlıyor. Turgut Özal aflarıyla indirimlerden sonra kalan 52 günlük cezasını da yatıp özgürlüğüne kavuşuyor. Memlekete dönüyor.
Aydın Engin’le ilk yanyana geldiğimiz Cumhuriyet’ten beri yolumuz çok yerde kesişti. Hepsi dertli yerlerdi. Yaşadığı ülkeyi, hatta nefes alıp verdiği dünyayı daha adaletli, daha insani, daha yaşanır kılmak için ne yaşına aldırdı, ne yeniden cezaevlerine girme ihtimaline. Onu en son Silivri’de, Cumhuriyet yargılamaları sırasında gördüm. O sanık sandalyesinde idi yine. Yüzünden eksik etmediği gülümsemesi ile mahkeme çizerliği yaptığım sıradan el salladık birbirimize. Hrant anmalarına yaklaştığımızda online sohbetlerimizden biri de sanırım sesini son duyduğum sohbetti…
Nerede kavga varsa
Nerede dert varsa, nerede kavga varsa orada bulursunuz Aydın Engin’i. Bu ülkede “zor” konumları temsil ederken Türkiye solunun da, müzmin adaletsiz Türkiye sağının da kabul edemeyeceği değerleri savunurken bagajında yük taşımayan dürüst bir sosyalist olarak varlığını hissettirdi, sesini duyurdu. Hrant’ın Arkadaşları’nı birlikte kurduk, Hrant’ı vurduklarında yanyana durduk.
Yaşarken İletişim Başkanlığı bu ülkede en hak edilmiş “süresiz basın kartını” vermedi Aydın Engin’e. Geçen gün Ankara 18’inci İdare Mahkemesi “haklı” buldu Aydın abiyi. Bu haberi duyabilseydi nadasa bıraktığı köşesini bir günlüğüne kullanacağından neredeyse eminim. Yazısının başlığı ne olurdu acaba diye düşünüyorum. Sizce ne olurdu bu yazının başlığı bilmiyorum ama “Çok da Fifi” olabilirdi pekala…
Çünkü o bu hayatı ciddiye alıyordu…
Hoşçakal Aydın abi.