Sosyolog Dr. Linda Barış’ın ‘Türkiye’de Ermeni Okulları ve Ermeni Kimliği’ başlıklı kitabı İletişim Yayınları’ndan çıktı. Barış’ın doktora tezinin Türkçeleştirilmiş ve kısaltılmış versiyonu olan kitapta Ermeni okullarından pek çok öğrenciyle ve eğitimciyle yapılmış mülakatlardan pasajlar da yer alıyor. Halen Nevşehir Hacı Bektaş Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde görev yapmakta olan Dr. Linda Barış ile Ermeni okullarının dünü, bugünü ve geleceği hakkında konuştuk.
Önsöz’de babanızın hikâyesinden söz ediyorsunuz. Babanız küçük yaşta Ermenice öğrenmek için Kastamonu’dan İstanbul’a göç etmiş ve yıllar sonra da 1987’de sizlerin Ermenice öğrenebilmeniz için tekrar İstanbul’a göç etmiş. Siz altı yaşındayken İstanbul’a gelmişsiniz. Anne babanızdan dinlediğiniz kadarıyla ve siz de hatırladığınız kadarıyla 1970’lerde ve ‘80’lerde Kastamonu’da Ermeni olmak hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Ben 1981 Kastamonu doğumluyum, Kastamonu ile ilgili hatıralarım benim için sanayide başlıyor. Kastamonu merkezdeki sanayide bir lastikçi dükkanımız vardı. Ben Lastikçi Agop Usta’nın torunuyum. Sanayideki iki Ermeni ustadan biri, diğeri ise Manuş Usta, o da lastikçiydi. Dükkanlarımız karşı karşıyaydı ama bizim evimiz dükkanın üst katındaydı yani sanayide yaşıyorduk ve ben orada büyüdüm. Sanayide yaşayan tek aile bizdik diye anımsıyorum. Pazar günleri tüm dükkanlar kapandığında sanayi bize kalırdı gibi hissederdim. Dedemle gezerdik boklu derenin kıyısında. Ona çok çıraklık etmişliğim de vardır. Orada Ermeni olduğumuzu, diğer insanlardan farklı olduğumuzu bana hissettiren hiçbir şey anımsamıyorum. Lastikçi Agop Usta da diğer ustalar gibi bir ustaydı, benim biricik dedem olması dışında. O zamanlar teyzemler de çarşıda otururlardı. Birkaç akrabamızı daha anımsıyorum Kastamonu’da yaşayan, belki toplasan 15 aile. Şimdi hiçbiri orada değil artık. Kimileri öldü, kimileri göçtü, ama orada kalan kimse kalmadı bizim bildiğimiz, benim bildiğim. Bu anlattıklarımı 1980’ler diyerek nitelendirebiliriz. Ancak 1970’leri hiç bilmiyorum sadece dedemin başka birçok işte çalıştığını, yaptığı en son işin lastikçilik olduğunu biliyorum. Bir de bizim köye gavur köyü dediklerini, başka birçok yerde olduğu gibi... Ben kendi çocukluğumda farklı olduğumuzu hissetmemiş olsam da dedelerimin hatta babamın kuşağının da bu mesele ile ilgili üzücü hatırlaları olduğunu, anlatıldığı kadarıyla biraz biliyorum. Babamın Ermenice ile olan bağı ise çok başka. Kitapta da biraz bahsetmiş olduğum gibi babam ilk kez bir Ermenice kitabı 9-10 yaşlarında görüyor, o da Almanya’dan ziyarete gelen teyzesi sayesinde. Ondan sonra istiyor Ermenice öğrenmeyi. Şimdi yine sorsam tam söyleyemez “niçin sevdin o kitabı o kadar çok?” diye sorduğumda. “Bilmiyorum, sevdim, güzel geldi” der, belki geçiştirir. O dönem yani babamın İstanbul’da olduğu yıllar 1960’lar ve sonrası Kastamonu’da Ermenice okur yazar olan kimse yok gibi görünüyor ayrıca etrafta üzerinde Ermenice yazan herhangi bir şey de olduğunu zannetmiyorum o zamanlar.
Kendi aralarında çok fazla Ermenice konuştuklarını da anımsamıyorum sadece basit cümleler, Ermenice temel bilgiler, o kadar... O konuşmalar da diğer birçok Ermeni ailede olduğu gibi gizli saklı, fısıltıyla söylenmesi gerektiği hissedilen, yani çok dile getirilmeyen konuşmalardır. Ürkek konuşmaları biz Ermeniler hep Ermenice yaparız. Korktuğumuzda daha çok Ermenice korkarız.
ODTÜ’de yaptığınız doktora tezi de Ermeni okulları üzerineymiş ve bazı zorluklar çektiğinizden söz ediyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız? Ne tür zorluklar yaşadınız?
Aslında bu kitap benim doktora tezimin Türkçeleştirilmiş, kısaltılmış ve biraz olsun akademik dilden uzaklaştırılmış halidir. Dolayısıyla doktora tez yazım sürecinde yaşadığım sıkıntılar aslında bu kitabın sıkıntıları. İki yıl önce Libra Yayınları’ndan doktora tezim İngilizce olarak yayınlandı. O kitabın önsözünde bu sıkıntılardan bahsetmeyi tercih etmiştim. Ancak Türkçe kitapta bu konuya çok fazla ayrıntılı yer vermeyi gerekli görmedim. En azından bu kadarını söyleyebilirim.
Kitabın 213. sayfasında “Hrant Dink cinayetinin Ermeni gençliğinin kimliğinde nasıl bir dönüşüm yarattığı apayrı bir tez konusu olabilir” dedikten sonra, “Hrant Dink’in öldürülmesinden bu yana Ermeni gençliğinde görülen politik uyanış, kültürel ve kimliksel bir uyanışa da yol açmıştır” diyorsunuz. Çalışmanız çerçevenizde yaptığınız mülakatlar ışığında bunu açar mısınız?
Bu soruya sağlıklı bir yanıt verebilmem için yaptığım mülakatları bu soru çerçevesinde tekrar bir gözden geçirmem gerekir. Ancak anımsadığım kadarıyla elbette şunları söyleyebilirim ki, Dink cinayetinin ardından Ermenice öğrenmek isteyen, Ermeniceye kıymet veren, yalnızca geçilmesi gereken bir ders olarak görmeyen bir nesil yetişti. Bu tespit bile ayrı bir çalışma konusu olabilir. Yani kimlik, anadil ve Hrant Dink cinayetine bu yeni kuşak bağlamında tekrar bakabiliriz. Hatta belki bu röportajda sorularınıza yanıt verirken kendime yeni çalışma soruları bulmuş olabilirim. Dink cinayeti dışında böyle bir neslin oluşmasını sağlayan başka birçok etmen de sıralanabilinir ancak bu cinayetin ardından gelişen tüm olaylar gençler için bazı çevrelerde popüler bir kültür unsuru haline gelmiş olabilir özellikle de sosyal medyanın yaygınlaşması da belli bir çevre içerisinde “Ermeni olma”yı sonunda aşağılanan bir unsur olmak yerine gurur duyulan bir unsura dönüştürmüş olabilir.
2017 yılında yapmıştım mülakatları. Lise son sınıf öğrencileri ile mezunlar da mülakat yaptığım gruplardan bazılarıydı. Öğretmenler, müdürler... Elbetteki verilen yanıtlar okuldan okula farklılık gösteriyordu. Her bir okul bir ekol çünkü ve her bir okul ayrı bir kimlik çünkü. Dink cinayetine okulların yaklaşımı da bu konuda bizlere bir şeyler söyleyebilir. Yahut okulların, öğrencileri yeni oluşumlar için, yeni girişimler için destekler nitelikte bir yapıya sahip olması... Okulların yeni kuşak Ermeni gençliğine ne yönde destek sağladığı çok önemli. Dink cinayeti sonrası dar bir kesimde popülerleşen Ermenilik’ler her okulda söylediğim gibi farklı bir Ermeni kimliği oluşturmuş olabilir. Aslında sormuş olduğunuz sorulara yanıt verirken, hangi konularda eksiklikler var, daha nerelere bakılması lazım, neler göz ardı edilmiş, tüm bunları sizleri yanıtlarken yeniden sorguluyorum. Sosyolojiyi bu yüzden çok seviyorum araştırmacıyı da sürekli yenileyen bir alan, hele de bu toplumda. Hele de konumuz Ermeni ve Türk toplumuysa.
Kitabın sonunda “Bu eser kendi Ermeni kimliğime bakışımı da değiştirip dönüştürdü” diyorsunuz. Bunu açar mısınız?
Ermeni okulları ve Ermeni kimliği ile ilgili çalışmaya ilk başladığımda kendimle ilgili hiçbir şey bilmediğimi fark ettim, bildiklerim çok çok eksikti, belki içerideyken, içindeyken görmediğim bir şeydi, sosyolog olarak baktığımda yani öznelliğimi kendime nesne yaptığımda algılayabildim bunca yıldır olan bitenin ne olduğunu, nasıl yontulduğumuzu, nasıl direndiğimizi... Birazcık olsun, ama birazcık olsun bile kendinle gurur duymana izin verilmeyen -kendinle, ailenle, geçmişinle, geleceğinle- onur duyamadığın, bir buna, en çok buna izin verilmeyen bir alandasın. İlla geçmişiyle gurur duymalı insan demiyorum, en azından kültürel olarak bile olsa kendi kimliğimizle daha barışık yetişebilirdik. Korkmadan çekinmeden yaşayabilirdik, belki biraz olsun. Buna hakkımız vardı, sonuna kadar vardı, işte biz bu kadar çok hakkımız olduğunu bilmiyorduk, yarattıklarımızla, ürettiklerimizle, müziğimizle, sanatımızla, şiirimizle, mimarimizle, dilimizle, zanaatımızla, fikirlerimizle, tüm kültürümüzle birlikte hakkımızın ne kadar çok olduğunu bilmiyorduk, öğretmediler bize. Okullarda Ermeni öğrencilerin öğrenemediği şey bu: Kim olduğumuz... Bu yüzden nereye gideceğimizi de bilmiyoruz. Ama bir sınırı var kimliğinin, bir duvarı var, toslayıp toslayıp durduğun. Bu alana araştırma nesnesi olarak bakmak, bakabilmek elbette özneyi de- araştırmanın öznesini- de ‘araştırmacı hem özne hem nesne ise’ ancak o zaman en dile gelemez sandıkların dile gelmeye başlıyor. En ummadığın şeyler su yüzüne çıkıyor. Öğrendikçe, yüzleştikçe ve yazdıkça, kendi kimliğini karşına alıp yazdıkça ürettikçe kimliğin de yeniden yazılmaya başlıyor. Daha direngen oluyor kimliğin, daha kuvvetli, daha farkında çünkü.
Ermeni okulları üzerine çalışan bir sosyolog olarak, Ermeni okullarının geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Bildiğiniz gibi Türkiye Ermeni toplumunda bir kesim, bazı okulların birleştirilmesi gerektiğini düşünüyor. Okulların geleceğini bu tür tartışmalar ekseninde nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ermeni okulları üzerine çalışan bir sosyolog olarak, Ermeni okullarının geleceğini düşündüğümde çok korkuyorum. Bir sosyolog olarak korkmamalıyım ama Ermenilik tarafım ağır basıyor bazen. Kitapta yazmış olduğum Ermeni okullarının tarihinin, gözümün önünde, bu kez benim de içinde bulunduğum bir döneminde, tarihinde defalarca kez olduğu gibi, benzer bir hüsrana uğrayacağını düşünüyorum. Yine yaşanacak, yine yaşanacak, her defasında olduğu gibi yine yaşanacak, farklı bir şekilde yaşanacak sadece.
Uğrayacağı bu hüsran nedir? 1900’lerin başında Anadolu’da sayıları yüz binleri bulan Ermeni okullarının çok hızlı bir şekilde tarih sahnesinden silindiğini görüyoruz. Buna olanak veren birçok yasa çıkarılmış zaman içinde, ayrıntıları absürdlükleri kitapta mevcut. Öyle yasalar ki aklı selim bir yanı yok uygulanmasının, ancak uygulama sonucu olarak okullar kapanıyor birer birer. Hepsinin ayrı bir ismi var bu okulların, hepsinin ayrı bir kimlği, hepsi canlı idi, ayrı ayrı yerlerde, farklı şekillerde, ama yaşıyorlardı. Sayı, istatistik nedir? Binden ona düşmek nedir? Bunun sonuçları nelerdir? Yaşıyoruz işte sonuçlarını... Tek bir isim altında birleşmek ne demek, bir sonrakinde bir kerede tükenmek demek. Nasıl birlikte birleşerek varolduğumuz savunulunabiliniyorsa birleşerek hep birlikte yok olacağımız da öngörülebilir.