İstanbul’da yaşayan Yunanistanlı müzisyenler Asineth Fotini Kokkala ve Nikos Papayeorgiu, 2020 yılının sonundan beri, NikoTeini ikilisi olarak yaptıkları icra kayıtlarını internet üzerinden dinleyicilerle paylaşıyor. Her pazartesi günü ikilinin Facebook, Youtube ve Instagram hesaplarında yayınlanan kayıtlarda, kanun ve çelloda Kokkala, lavta ve tamburda Papayeorgiu, kimi zaman konuk müzisyenlerle birlikte, ağırlıklı olarak Klasik Osmanlı Müziği eserleri ve Yunanca geleneksel şarkılar seslendiriyor. Hem NikoTeini, hem de müzik alanında ayrı ayrı sürdürdükleri diğer çalışmalar üzerine konuştuğumuz ikiliye, Türkiye’de ve Yunanistan’da geleneksel müzik konusundaki yaklaşımlara ve beklentilere dair düşüncelerini de sorduk.
Hem görsel hem de işitsel olarak yalın, düzelti işlemlerinden geçmemiş, dolayısıyla yoğun bir doğallık hissi veren videolar yayınlıyorsunuz. Bu özellikle tercih ettiğiniz bir şey mi?
Evet. Birlikte prova yaparken, icra esnasında olup bitenlerin videolara tam olarak yansıması, dinleyicinin kendini bizimle aynı mekândaymış gibi hissetmesi önemli bizim için. Uzun süredir evlere kapanmış durumda olmamız bu doğallık hissini güçlendiriyor olabilir tabii. İşin görsel yanı açısından, bunu tercih ediyoruz. Haftada bir, her kayıt için özel bir klip hazırlamamız mümkün değil zaten. Ses açısından ise, kayıtları telefonla yaptığımız için bir şeyler kaçırıyoruz. İleride daha kaliteli bir ses sistemiyle kayıtlar yapmayı umut ediyoruz.
Kimi kayıtlarınızda konuk müzisyenler de yer alıyor. Örneğin, İstanbullu müzisyen Yorgo Triandafilidis, klasik tavırla, Türkçe ve Yunanca eserler seslendiriyor. İstanbullu eski kuşak diğer Rum müzisyenlerle de bu tür kayıtlar yapacak mısınız? Buradan, İstanbullu Rumların müzikal hafızasına odaklanan bir seri çıkabilir mi?
Birlikte çalıp söylediğimiz müzisyenlerin çoğu arkadaşımız. Onları beraber kayıt yapmak için davet etmemizin nedeni, sanatsal çalışmalarını, üretimlerini, icralarını sevmemiz ve kıymetli bulmamız. Yorgo Triandafillidis de hem müzikal tavrı, tarzı, hem de repertuvarıyla, artık pek rastlanmayan nitelikteki icracılardan; gerçekten bir tarih taşıyor müzikal kimliğinde. Onunla başka kayıtlar da yapmak istiyoruz ama sözünü ettiğiniz türden, daha geniş bir çalışma yapmak gibi bir planımız yok. Bir kimliği muhafaza etmek ya da belirli bir müzikal geleneği tanıtmak gibi çalışmalar, NikoTeini projesinin hedeflerinin dışına düşüyor.
Geleneksel müziklere dair algılar, bu müziklerin üretim ve tüketim biçimleri açısından Türkiye ile Yunanistan arasında ne tür benzerlikler ve farklılıklar var?
İki ülkenin geleneksel müzikleri arasında makam, ritim vb. açısından bire bir örtüşme olmasa da, genel anlamda ortak bir müzik ‘dil’inden söz edilebilir bence. Temel farklılık, bu alandaki resmî politikalarla ilgili bence. Türkiye’de geleneksel müzikler alanında çok sistemli ve yoğun sınıflandırma ve standartlaştırma çalışmaları yapılmış; bu standartlar konservatuvarlar, dershaneler, okullar, radyolar aracılığıyla yaygınlaştırılmış ve büyük ölçüde oturmuş. Yunanistan’da ise tam tersine, her şey çok serbest ve dağınık, belli bir sistem yok, dolayısıyla müzikal tavır konusunda hâlâ bir çeşitlilik var. Eski kayıtlar, bir zamanlar Türkiye’de de benzer bir serbestlik olduğuna işaret ediyor. Belli ki bunun yerini, ulus kimliği yaratma çabaları içinde müzik alanında uygulanan politikaların da etkisiyle, zamanla bir kalıplaşma, hatta ‘konserveleşme’ almış; herkes TRT gibi resmî kurumların koyduğu standartlar çerçevesinde, ‘doğru’ çalmanın peşine düşmüş. Şimdi Yunanlar Türkiye’deki müzik hayatının yoğunluğuna ve icradaki ‘düzenliliğe’ özeniyorlar, Türkler ise Yunanların bu alandaki rahat ve özgün-özgür tavrına.
Türkiye’de ve Yunanistan’da, iki ülkenin müzikal gelenekleri arasındaki ilişki sıklıkla, hem Yunanca hem de Türkçe versiyonları olan, klişeleşmiş bir ‘ortak şarkılar’ repertuvarıyla temsil edilir. İstanbul’da yaşayan Yunanistanlı müzisyenler olarak, bu klişelerden doğan beklentilerle karşılaşıyor musunuz? Bu temsil biçiminin ötesine geçmek için neler yapılabilir?
Evet, sözünü ettiğiniz klişelere çok aşinayız elbette. Ama belirli bir kimliğe dikkat çekmek, onu tanıtmak ya da bir fikrin altını çizmek gibi bir derdiniz olmayınca, bu klişelerle de pek bir alışverişiniz olmuyor. Bizi asıl ilgilendiren, heyecanlandıran, icra ettiğimiz müziğin kendisi. Bu eserlerde kendimizden bir şeyler buluyor, kendimizi onlar aracılığıyla ve enstrümanlarımızla ifade ediyoruz.
Herhangi bir yerde profesyonel müzisyen olarak sahne alacağınızda, hele de bilinen, oturmuş bir müzikal kimlik ve repertuvarınız yoksa, hem işletmecide hem de dinleyicilerde sözünü ettiğiniz beklenti oluşuyor. Bunu aşabilmek için çok ince bir dengeyi tutturmak gerekiyor. Aynı anda hem dinleyicinin ihtiyaçlarına kulak ve yanıt vermek, hem de müzisyen olarak kendini ifade etmek kolay değil. Bence bu konuda iki temel eğilim var. İlki, ortama uyum sağlayıp herkesi tatmin etmeye çalışmak. İkincisi ise, kendi yaptığına inanarak, dinleyicinin karşısına yeni bir öneriyle çıkmak, dinleyiciyi buna alıştırmaya çalışmak yani bir tür ‘eğitimcilik’ yapmak ve buna bir dinleyici kitlesi oluşturmak. İnsanın alışkın olmadığı bir şeyi istememesi doğaldır. Müzikte de böyle; çoğu dinleyici, aşina olmadığı müziği dinlemek istemez. Dolayısıyla, beklentilerle bire bir örtüşmeyen bir vizyonunuz varsa hemen pes etmemeniz, ısrarcı olmanız gerekiyor.
NikoTeini’nin repertuvarını nasıl oluşturuyorsunuz?
Müzikal yaklaşımımızın temelinde ya da odağında kimlikle ilgili bir mesele de olmadığından, tamamen özgür bir şekilde, istediğimiz eserleri seçip kaydediyoruz ve bu videolarla NikoTeini’nin kimliğini oluşturuyoruz. Karantina süreci bu açıdan bize büyük bir avantaj sağlıyor aslında. İleride dinleyiciler ve işletmecilerden gelecek taleplerin, ikilinin yavaş yavaş geliştirdiğimiz kimliğine ve tavrına uygun olacağını umuyoruz.
O hâlde salt pandemi koşulları için üretilmiş bir projeden söz etmiyoruz…
Pandemi böyle bir projenin oluşması için bir nevi fırsat oldu aslında. Kapanma durumu olmasaydı NikoTeini de olmayacaktı belki. Ama şimdi projeyi geliştirmek istiyoruz. Konserler verme, albüm yapma gibi planlarımız da var.
Kokkala: NikoTeini solistin olmadığı bir proje
1989’da Atina’da dünyaya gelen Asineth Fotini Kokkala 2010’dan beri, müzisyen ve müzik öğretmeni olarak İstanbul’da yaşıyor. Kanun ve çello sanatçısı olarak Türkiye’de birçok müzisyenle ortak çalışmalar yapmış. 2014’te İstanbul’da yaşayan Yunanistanlı üç kadının kurduğu Sinafi Trio’da da yer alan Kokkala, 2017’de İstos Yayınevi çatısı altında oluşturduğu İstos Korosu’nun şefliğini yapıyor.
Sinafi Trio ve İstos Korosu çalışmalarını sürdürüyor mu?
İstos Korosu, pandemi nedeniyle çalışmalarına internet üzerinden devam ediyor. Bu sene yeni katılımcı alamadık, çünkü koro üyelerini yakından tanımadan, ekran üzerinden tanışıp çalışmak zor olacaktı. Bunun için, yine İstos Yayınları çatısı altında, Pire Rebetikosu, Kafe Aman repertuvarı, Adalar müziği, Anakara müzikleri, Anadolu’nun (Kapadokya, Pontus, İzmir, Karaburun, Marmara Bölgesi) Rumca şarkıları gibi konularda, herkese açık seminerler düzenledik.
Sinafi Trio’dan, şu anda yalnızca ben İstanbul’dayım. Yine de görüşüyoruz, hatta ikinci albümümüz için özel bir proje çerçevesinde repertuvar oluşturuyoruz. İlk albümümüz ‘İho’ bir buçuk yıl önce çıktı, albümümüzde çalan konuklarımızın da katılımıyla bizi çok memnun eden bir lansman konseri verdik ama pandemi, albümün tanıtımına sekte vurdu. Sağlık olsun, güzel günler gelecek elbette.
Sinafi ile NikoTeini arasında ne gibi farklar var?
NikoTeini ve Sinafi Trio birbirinden epey farklı projeler. Hatta aralarındaki tek ortak yön ben olabilirim. Sinafi ile meyhanelerde, festivallerde, türkü barlarda, konser salonlarında çaldığımız için zamanla, hem etnik kimliğimizle, hem bir kadın grubu olarak, hem de müzikal estetik açısından bir kimlik oluşturduk. NikoTeini ise çok yeni, zor koşullar altında ortaya çıkmış bir proje. Tek avantajımız, ikimizin de İstanbul’da olmamız ve dinleyiciyle internet ortamında buluşabilmemiz. Ayrıca, enstrümanların daha ön planda olduğu, ‘solist’in olmadığı bir ikili NikoTeini. Çaldığımız enstrümanları (lavta ve tambur - kanun ve çello), farklı eserlerde farklı kombinasyonlarla bir araya getiriyoruz. Sözlü eserlerde sesimizi de kullanıyoruz elbette ama ‘şarkıcılık’ önceliğimiz değil.
Papayeorgiu: Kilise müziği ve dindışı geleneksel müzik birbirinden bağımsız değil
1996’da Mora Yarımadası’ndaki Pirgos şehrinde doğan Niko Papayeorgiu, 2018’den beri İstanbul’da yaşıyor. Hâlen, Yeniköy Panayia Kilisesi’nde mugannilik yapıyor ve 18. yüzyıl Klasik Osmanlı Müziği bestekârlarından Hanende Zaharya’yla ilgili bir araştırma çalışması yürütüyor.
Aynı anda hem dinî, hem de dindışı müzik icracısı olmak zor değil mi?
Kilise Müziği’yle ilişkim çocukluğuma dayanıyor. Babam mugannidir, Kilise Müziği dersleri de verir. Ben de muganniliğe İstanbul’a gelmeden önce, Yunanistan’da başlamıştım, İstanbul’da Kurtuluş Aya Dimitri Kilisesi’nde devam ettim, oradan Yeniköy Kilisesi’ne geçtim. Kilise Müziği ile, ilgilendiğim dindışı geleneksel müzikleri birbirinden çok bağımsız görmüyorum. Müzikal yapı açısından aralarında büyük benzerlikler var. İstanbul’da yaşamak her iki alandaki çalışmalarım açısından da çok değerli bir deneyim oluyor benim için.
Hanende Zaharya’yla ilgili nasıl bir çalışma yapıyorsunuz?
Yeniköy Kilisesi Vakfı Başkanı Müdürü Laki Vingas, vakfın çatısı altında kültürel etkinlikler yapılmasını teşvik ediyor. Zaharya’ya ilgili bir çalışma yapma fikri benden çıktı. Zaharya bilinen bir bestekâr, muhtemelen Boğaz’da yaşıyordu. O da hem dinî, hem dindışı müzik alanında üretim yapan bir müzisyendi. Araştırmamın odağında, onun Bizans Müziği ve Osmanlı Müziği besteleri yer alıyor. Proje kapsamında Yunanca ve Türkçe bir kitap yayımlamayı ve bir konser vermeyi düşünüyoruz. Pandemi şartları izin verirse, kitap çıktığında bir tanıtım ve sunum toplantısı yapacağız.