Şimdi yapılan nedir, Macron’la didişmede GS Üniversitesi’ni top mermisi olarak kullanmaktan başka?
Eğer benim gibi haftada bir yazıyorsanız saçınızı başınızı yolabilirsiniz. Rezil olayların birini yazmaya koyulmuşsunuz, üçü-beşi saçılıyor ortalığa aynı gün. Ama, özellikle CB Erdoğan’ın “Çarşamba konuşmamı dinleyin” deyip de sonra tıss diye pas geçmesindeki hikmet başta olmak üzere her dakika inanılmaz şeylerin zuhur etmesi, geçmiş rezaletleri atlamayı gerektirmez. En az iki sebepten: 1) Arşive kalması lazım bunların; 2) Bir korkunçluk orada kalmıyor. Durmadan yavruluyor.
O halde yazalım: Boğaziçi Üniversitesi fiyaskosunun ardından daha nefes alamadan Galatasaray (GS) Üniversitesi rezaleti.
***
Olay kısaca şu: YÖK, GS Üniversitesi’ndeki Fransız hocalar için B2 düzeyinde Türkçe mecburiyeti getirdi; sınavı geçemeyenlerin oturma ve çalışma izinleri iptal edilecek . Sınavı yapacak kurum da, 2007’de kurulan Yunus Emre Enstitüsü. Yani “Sahibinin Sesi”.
BBC Türkçe'nin YÖK yetkililerinden verdiği ve yalanlanmayan bilgilere göre bu karar, "Fransa'daki üniversitelere ve ortaöğretim kurumlarına gönderilen okutmanlardan ve din görevlilerinden B2 düzeyinde Fransızca istenmesi" üzerine alındı . Yetkililer şöyle ilave etmişlerdi:
“Öğretmenlerin bulundukları kültürü kavramalarının önemli olduğunu düşünüyorsanız, mütekabiliyet esasına göre biz de buradaki Fransız öğretmenlerin B2 düzeyinde Türkçe bilmesini istiyoruz, dedik. Karşımızdaki kadar devletiz; aynı şartları talep etmemiz yadırganmamalı. Fransa bu kararını kaldırdığı an biz de vazgeçeriz. Bu, emperyalist ve üstten bir tavırdır.”
Hani derler ya, gidip padişaha el atan haremağası fıkrasındaki gibi özrü kabahatinden büyük, tam o. YÖK yetkililerinin söylediklerini, müzikteki kreşendo usulü yani vahameti gittikçe yükselen biçimde inceleyelim:
***
Birincisi: Strasbourg Üniversitesi Türk Etüdleri Bölümü Başkanı Prof. Samim Akgönül’le konuştum. Fransa’nın bu kararı sadece ilkokul öğretmenleri hakkında ve bunların Fransa milli eğitimi tarafından teftiş edilebilmeleri için. Bunlardan bikaçı ortaokulda da ders verdiği için ortaokullar ancak kısmen/dolaylı olarak giriyor olaya, o kadar. Hele liselerle hiçbir ilgisi yok. Yani, YÖK’ün “ortaöğretim ve üniversite” demesi katmerli bir yanlışlık; yalan dememek için öyle diyeyim.
YÖK yetkilileri “üniversitelere gönderilen” demiş. Fransa, Türkiye’nin Fransa’daki üniversitelere gönderdikleri hakkında karar almış filan değil. Çünkü orada üniversitelere müdahale etmek insanların aklının ucunun tepesinden geçmez. Herkes başkasını kendi gibi bilirmiş; orası Türkiye mi kardeşim? Zihniyetini pat diye bu kadar açığa vurmak zorunda mısın?
***
İkincisi: Fransa’nın gönderdiği öğretmenler burada Türkiye’deki kültürü öğrenmek için maaş almıyorlar. Gelip Fransa’daki dili ve kültürü öğretmek için alıyorlar.
Üstelik, eğer hoca Türkçe bilirse, öğrenci bütün uyarılara rağmen sınıfta başlayabilir Türkçe konuşmaya. Tam da bu sebeptendir ki, iyi Fransızca bilen Türk öğretmenler değil, Türkçe bilmeyip Fransızca bilen Fransızlar istihdam ediliyor okullarda. 1871’de kurulmuş Saint Joseph’teki hocalarım Türkçe bilmedikleri, matematik dersi bile Fransızca yapıldığı ve teneffüste voleybol oynarken dahi Fransızca konuşma şartı olduğu içindir ki ben çatır çatır Fransızca konuşmaya başlamıştım hazırlık sınıfının sonunda (1957). Bu kadar basit. Ama anlamak istemeyenler basit şeyleri de anlayamazlar.
Sadece anlamak istemeyenler değil, tarih okumamışlar için de durum aynı. Onu da öğretelim: GS Üniversitesi’nin temeli olan GS Lisesi, Mekteb-i Sultani adıyla bizzat Sultan Abdülaziz tarafından 1868’de törenle açıldı. Fransızca tedrisat yapmak üzere . Amaç, çökmekte olan imparatorluğu kurtarmak için Batılılaşmak idi. Yani şu anda, bi yandan Osmanlı’ya öykünüyor gözükürken bi yandan da ‘benim baskı politikama müdahale etmesin!’ diye Batı’dan uzaklaşmak isteyen bugünkü AKP-MHP iktidarının tam tersine.
***
Üçüncüsü: “Karşımızdaki kadar devletiz” ve “Bu, emperyalist ve üstten bir tavırdır” demek nasıl iş yahu? Böyle bir aşağılık kompleksi olabilir mi, olsa da böyle açığa vurulur mu? Ayrıca, üniversiteleri teftiş (ve iğdiş) etmek için 12 Eylül darbecilerinin kurduğu ve şimdi “sivil” iktidarımızın tepe tepe kullandığı YÖK antiemperyalistmiş de biz mi bilememişik?
Bu YÖK acaba duymuş mudur ki, Lozan’a giden Türk heyeti, Osmanlı’nın ‘Aman, Batı tüccarı bizde şeriat kuralları vardır diye ayağını kesmesin, ekonomi canlı kalsın’ diye ayıla bayıla verdiği (ama sanayi devrimi başlayınca imparatorluğu mahveden) emperyalist kapitülasyonları kompleksli olmamak sayesinde kaldırttı? Onu da öğretelim bahaneyle, geçerken:
Lozan’da Batılılar kapitülasyonlardan vazgeçmek istemediler ve Konferans da bu yüzden dağıldı. 2,5 ay sonra yeniden toplandığında Antlaşma’ya şu madde eklendi: “Bağıtlı Yüksek Taraflar, her biri kendi yönünden, Türkiye’de kapitülasyonların her bakımdan kaldırıldığını kabul ettiklerini bildirirler.”
Çünkü bu 2,5 ay içinde, şeriata dayalı hukuk yerine Batılı hukukun alınacağına dair Batılılara kesin güvence vermişti Ankara. Nitekim, Medeni Kanun başta olmak üzere Batı’nın temel yasaları derhal olduğu gibi alındı. Mesela Almanya ve İtalya’dan alınıp tercüme edilen Türk Ticaret Kanunu, Taha Akyol’un Atatürk’ün İhtilal Hukuku’nda belirttiği gibi (s. 548), sadece 20 dakikalık bir müzakereyle. Acele yüzünden, sonuna bir yanlış-doğru cetveli eklenerek.
***
Dördüncüsü: Göçmen çocuklarının kendi dillerinde eğitimi için Fransa 1977’de Cezayir, Fas, Tunus, Portekiz, Türkiye ve Yugoslavya’yla anlaşma yaptı. “ELCO” denilen bu öğretmenler maaşlarını gönderen devletten alıyorlardı. Bunların arasında, sayıları 120-200 arası oynayan Türk devlet memuru da vardı.
Fransa 2020’de bu ülkelerle (bizim MEB’nin imza tarihi 24.08.2020), “Fransız eğitim sisteminin temel ilkelerine uygunluk”u yani laikliği öne çıkaran yeni bir anlaşma yaptı. “EILE” diye anılmaya başlanan bu kişilerin öğretmenlik mesleğinden olması ve denetlenebilmeleri için de B2 düzeyinde Fransızca bilmeleri şartı getirildi. Çünkü, diğer ülkelerinkini bilmem ama, Türkiye’den gönderilenler bir noktadan sonra Türkçe öğretmeyi işin aracı haline getirip, Fransa doğumlu Fransız vatandaşı ilkokul öğrencilerine (“Franco-Türkler) Türk-İslam Sentezi tedrisine başlamışlardı.
Bu durumda şimdi yapılan nedir, Macron’la didişmede GS Üniversitesi’ni top mermisi olarak kullanmaktan başka?
***
Son olarak gelelim şu mütekabiliyet (karşılıklılık) meselesine. Kreşendomuz icabı en isyan ettirici noktaya, zurnanın zaaaart dediği yere. Onu da öğretelim YÖK’e, sevabına:
1) İlkokullara karşılık GS Üniversitesi. Ne mütekabiliyet ama! Fakat sebebi var: Oradaki ilkokullara teftiş gelmeye başlayacak ya, önceden “pazarlık gücü” sahibi olmak lazım. AKP Gn. Bşk. ve CB Erdoğan’ın ezberlediğimiz taktiği: Önceden el yükseltmek.
2) Aynen GS Lisesi gibi, GS Üniversitesi’ni de biz açtık ve devlet anlaşması yaparak Fransa’dan hoca istedik. Bu anlaşmada B2 şartı yoktu. Fransa ilkokullara bu şartı koyunca, biz de hani devletiz ya, şimdi GS Üniversitesi’ne koyuyoruz. Mütekabiliyet neymiş de biz bilememişik yahu!
3) S. Akgönül de söylüyor : Kendi vatandaşını mağdur eden mütekabiliyet olmaz. Burada Fransız hocaları çekilmeye zorlamak sadece Türkiyeli öğrenciye zarar verir. Ama diyeceksiniz ki Türkiye bunu yapmaya alışkındır, mesela Yunanistan’la didişeceğiz diye az mı mağdur etmişizdir Rum vatandaşlarımızı?
4) Zurnanın son deliğine gelelim: İnsan haklarında olumsuz mütekabiliyet yasaktır. BM tarafından 27.01.1980’de yürürlüğe konulan ve “objektif statü” oluşturduğu için imzacı olmayan devletleri de bağlayan 1969 Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi Md 60/5 tarafından yasaklanmıştır. Çünkü mütekabiliyet kavramı, hukukun henüz oluşamadığı ilkel dönemlerdeki “göze göz, dişe diş” ilkesinin uluslararası hukuktaki izdüşümüdür.
AKP bundan ne elde eder? 25 milyon GS taraftarının öfkesini, en azından.
Not: Meğer, Fransa’ya Türkçe öğretmeni diye son gönderdiğimiz 130 kişi Fransızca öğretmeniymiş. Ama ne gam, öğretmen bu; Fransızca öğretebilen Türkçe de öğretir. Üstelik hem çoğu B2’yi geçer, hem orada görgü-bilgi ve Fransızcasını ilerletir, hem de Türkiye’deki Fransızca öğretmeni işsizliğine bi çare bulunmuş olur.