Şimdi ağıt yakma zamanı

Yıllar boyunca doğduğu topraklara ilgisini hep korudu, yazları gelip Anadolu’yu manastırları, kiliseleriyle tüm Ermeni mirasını karış karış gezdi. Birkaç sene önce Malatya’ya gittiğimde onu aramak geldi aklıma, bana telefonla Malatya tur rehberliği yaptı, söylediği bazı yerler o günlerde yıkılmıştı, ilettiğimde sesi de kısılır gibi oldu. Bu ülke kendisini gerektiği gibi tanımasa da Sebuh Sırpazan bizi, bu ülkeyi çok iyi tanıyordu.

KAYUŞ ÇALIKMAN GAVRİLOF

İlk Ermenistan ziyaretimizi 1996 yılının sonbaharında tamamlamış, ailece aklımızı, ruhumuzu orada bırakarak geri dönmüştük. O tarihten sonra her yaz Ermenistan’a gidiyor,bir iki ay kaldıktan sonra her seferinde not defterime yeni telefon numaraları, yüreğime yeni dost sıcaklıkları katarak salya sümük gerçek hayata geri dönüyordum. 

1998 yazıydı. Okullar kapanmış yolculuk hazırlıkları yapılıyordu. Çok sevdiğim bir teyzem, Almanya’dan Vanadzor’a göç etmiş yeğeninden bahsetti, ‘Git gör onu, sevinir’ dedi. Tesadüf bu ya bahsettiği yeğeni benim çocukluk arkadaşımdı. Ne telefon numarası vardı ne adres. Nasıl mı bulacaktım? Çok basitti. Vanadzor’a girer girmez sağda bir kilise görecektim, içeri dalıp Sebuh Sırpazan’ı soracaktım o da beni arkadaşımla buluşturacaktı. 

Vanadzor’a gelip Sebuh Sırpazan’ı bulana kadar her şey çok kolay gelişti. Asıl olay Sebuh Sırpazan ile tanıştıktan sonra oldu. Önce kimdim, neydim, sırf arkadaşımı görmek için mi Vanadzor’a gelmiştim? Hayır, Alaverdi’ye gidiyordum akrabalarıma, geçerken uğramıştım, çok az vaktim vardı,  hemen görsem iyi olacaktı. Akrabalarım kimdi, Sebuh Sırpazan onları tanıyor muydu, kuzenim kimdi, orada kaç gün kalacaktım, nasıl olmuş da ailemin yarısı Ermenistanlı yarısı Türkiyeliydi? Tüm bu soruları yanıtlamadan şuradan şuraya gidemezdim. 

Ben oraya gidiş sebebini bir kenara bırakmış, aile hikayelerimi anlatmaya koyulmuştum. Tam bitti artık bizim arkadaşı da görsem diyecektim ki birden bire Sebuh Sırpazan dil değiştirerek, Türkçe, “Bizim oğlan nasıl, memnun musunuz ondan” dedi. Şaşırmıştım ama soruya değil, sadece Türkçe konuştuğu için şaşırmıştım, garip bir içgüdüyle pat diye cevapladım. Uyanık kızsın aferin! dedi. Ben o gün, o dakika içimden “Bizim oğlanı çok sevsem de, sanki sen de fena olmazdın o koltukta” diye geçirdim. Nereden bilebilirdim ilerleyen yıllarda hiç beklenmedik acı gelişmeler yaşanacak ve ben o koltuğa gelip sahip çıksın diye Şuşanig Gurğinyan’ın sözleriyle “Ğarip Ağper ari mer dun, es el Hayi Ocakh e”(bize de gel, burası da Ermeni ocağıdır) diyerek bir Sayat Nova gecesinde koro adına çağrı yapacaktım. 

2007’den sonra...
1998 yılında başlayan tanışıklığımız, özellikle kendi çabasıyla zamanla dostluğa dönüştü. Ben çekingen biriyim, rahatsız edebilirim endişesiyle telefon açmazdım, o da buna kızar bana “Khent ağçig” (Deli kız) derdi. Tüm bu yıllar içersinde benden tek bir beklentisi oldu, yazları kendi kurduğu kampta çocuklarla seramik yapmam. Hayatımın sonuna kadar bunu gerçekleştirememiş olmanın ezikliğini yaşayacağım. 

Hrant Dink ölümünden önce Sayat Nova’nın Kardeş Türküler ile birlikte verdiği bir konserden çok etkilenmiş ve ‘Aynı konserin Ermenistan’da gerçekleşmesini hayal edebiliyor musun?’ diye Mehmet Uzun’a seslenmişti. Hrant Dink öldürüldü, ölümü Türkiye’de iklim değiştirdi. Ermeniler küllerinden yeniden doğma çabasına girişti, Türkler Ermenilerin farkına vardı. Diaspora ve Ermenistan da Türkiye’deki Ermenilerin farkına vardı. Ortak projeler üretildi, gidişler gelişler, bir hareketlilik başladı. Biz de o günlerde Kardeş Türküler ve Sayat Nova olarak uzun zamandır düşündüğümüz bir şeyi gerçekleştirmek için adım attık ve birlikte Ermenistan’da bir konser verebilmenin yollarını araştırmaya başladık. Bu konser her ne kadar iki grubun da yıllardır değişmeyen baş konusu olsa da asıl hareket noktası tabii ki Mehmet Uzun’a yazılan mektup olmuş, Hrant Dink’in sözleri bizler tarafından bir vasiyet olarak kabul edilmişti. 

Vanadzor’da konser
Böylelikle konser hazırlıklarına girişmiş ve görüşmeler için Ermenistan’a gidip gelmelere başlamıştık. İşte bu aşamada Sebuh Sırpazan da devreye girdi ve sadece Yerevan’da değil, dini öncüsü olduğu Vanadzor şehrinde de bir konser vermemizi önerdi. Bu hazırlıklar için ben ve Kardeş Türküler’den Ülker Uncu Ermenistan’a ilk gidişimizde Sebuh Sırpazan’ı kendi şehrinde ziyaret ettik. Artık şehir girişindeki o tarihi kilisede değil, şehrin merkezindeki Araçnortaranda (Ruhani Önderlik)  kalıyordu. Kocaman bir salonda masa başında oturup konuşmaya başladık. Bizim kendisine meramımızı anlatmaya gerek yoktu, o zaten binlerce kilometre uzaktayken bile yanımızdaymış meğer. Ne yapmak istediğimizi, amacımızı bizden daha güzel, bize anlattı. 2 ay boyunca profesyoneliyle amatörüyle belki yüzlerce kişinin dâhil olduğu konser hazırlıklarının Vanadzor ayağını tek başına yürüttü. Vanadzor konserinde salonu dolduran kalabalığın önünde yaptığı açılış konuşmasıyla şehir halkıyla bizleri içine alan görünmez bir ağ ördü.  Ve nihayetinde o günlerden bize anı kalacak, hüznün ve mutluluğun birbirine karıştığı en dokunaklı en güzel günü yaşamamıza vesile oldu.

Yıllar boyunca doğduğu topraklara ilgisini hep korudu, yazları gelip Anadolu’yu manastırları, kiliseleriyle tüm Ermeni mirasını karış karış gezdi. Birkaç sene önce Malatya’ya gittiğimde onu aramak geldi aklıma, bana telefonla Malatya tur rehberliği yaptı, söylediği bazı yerler o günlerde yıkılmıştı, ilettiğimde sesi de kısılır gibi oldu. Bu ülke kendisini gerektiği gibi tanımasa da Sebuh Sırpazan bizi, bu ülkeyi çok iyi tanıyordu. Türkiye’deki siyasi hareketliliği tüm ciddiyetiyle takip ederken televizyon dizilerini de ihmal etmiyor, benim bilmediğim şarkıcıları tanıyor, şarkıları biliyor ve keyfi yerindeyse söylüyor sonra da bir kahkaha patlatıyordu. 

Toprağını seviyordu, batısıyla doğusuyla…

Bugün aramızdan ayrılışını bir türlü sindiremeyen pek çok kişi, Patrik adaylığına engel olanlara hiddetlerini dile getirirken “Belki burada İstanbul’da olsaydı hastalanmayacaktı ve bugün aramızda olacaktı” diyorlar. Bence Sebuh Sırpazan burada olsaydı gene hastalanacaktı, çünkü o asla kendisini halktan yalıtmayacak belki kapı kapı tüm evleri dolaşacak, korona hastalarının ihtiyaçlarını karşılamak için çaba sarf edecek, gerçek bir baba gibi çocuklarını koruma adına kendisini belanın önüne atmaktan çekinmeyecekti. 
Ermeni dünyası çok değerli bir din adamını, sevgi dolu bir insanı, aydın bir kişiliği kaybetti, dostunu, ağabeyini, kardeşini, arkadaşını kaybetti gerçek bir vatanseveri kaybetti ama Türkiyeli Ermeniler daha bir sene önce  kendilerini boğulmaktan kurtaracak son nefesi üfleyecek olan bir kurtarıcıyı kendi elleriyle kaybetti, şimdi sadece oturup sessiz sessiz ağıt yaksın.


Kategoriler

Toplum