HASMİK GRİGORYANAkademisyen Hasmik Grigoryan, 24-25 Kasım 2017'de Hrant Dink Vakfı tarafından gerçekleştirilen "İzmir ve Çevresi" konferansında, görgü tanıklarının anlatıları ışığında, Büyük İzmir Yangını sırasında ve sonrasında karşılaşılan toplu intihar vakalarına dikkat çeken bir bildiri sundu. Yerevan Arkeoloji ve Etnografya Enstitüsü’nde araştırmacı olarak çalışan Grigoryan’ın bildirisinden bir bölüm paylaşıyoruz.
Fransız sosyolog ve filozof E. Durkheim, ‘İntihar’ başlıklı çalışmasında iki tip intihar tanımlar: Kişisel ve kolektif. Durkheim, özellikle nedenlerinin incelenmesi bağlamında, bunlardan ilkinin psikologların, ikincisinin ise sosyologların ilgi alanına girdiğini belirtir. Durkheim’ın bu eseri, sosyologların ve antropologların intihar konusuna eğilmelerinin başlangıç noktası olur.
Tarihin bazı dönemlerinde intihar, profesyoneller tarafından ‘intihar salgını’ olarak tanımlanan kitlesel bir karakter kazanır. Bu tür ‘alevlenmeler’ büyük kriz ve panik durumlarında; savaş sırasında ya da sonrasında, toplum geleceğe dair inancını kaybettiği zamanlarda yaşanır.
Toplu intihar evrenseldir ve pek çok halkta örneklerine rastlanabilir. Bu tür tepkiler, tıpkı I. Dünya Savaşı’nda Flanders ve Caporetto cephelerindeki gibi, devasa panik zamanlarında yaygın olarak görülür. II. Dünya Savaşı’nda da toplu intihar örneklerine rastlanmıştır. İnsanlar topluca başarısızlığa uğradıklarında ve gelecekleri kalmadığını düşündüklerinde kendilerini toplu olarak ölüme teslime derler. Yenilgilerden sonra yaşanan toplu intiharlara ilişkin başka pek çok tarihi örnek vardır. Yunan tarihçi Plutarhos, Roma ordusunun Vercellae yakınlarında yenilgiye uğrattığı Cermen kökenli Cimbriler arasında da özkıyım yaşandığını anlatır. Yunan tarihçi ve filozof Ksenofon, ‘Anabasis’ isimli kitabında benzer bir deneyimden bahseder. Yunanlılar, küçük bir yerleşime saldırı düzenler ve zaferlerinin ardından kadınlar, çocuklar ve düşman askerleri kendilerini kayalıklardan aşağıya atar. Özgürlüğün kaybı ve düşman tarafından işkence görme beklentisi felaket bir tepkiye neden olabilir: kanlı bir başkaldırı ya da kendi elinle ölmek.
İzmir’de intiharlar
Şahitlerin, resmi görevlilerin, hemşirelerin ve gazetecilerin tanıklıkları, İzmir felaketi sırasında da pek çok intihar vakası olduğunu kanıtlıyor. “Görgü şahitlerinin ifadelerine göre, boğularak intihar etmek olağan hale geldi. Deliye dönmüş anneler, kendilerinin öldürebilmek için bebeklerini Amerikalı denizcilere emanet etmeye çalışıyor. Yangının ilk gecesinde intihar eden Hıristiyanların bedenleri limanda yüzeye çıkmış durumda; bu da harap şehre her zamankinden dehşetli bir hal veriyor.” (L. Oeconomos, The Martyrdom of Smyrna and Eastern Christendom [İzmir’in ve Doğu Hıristiyanlık Âleminin Şehadeti], Londra, 1922, s. 125-126.)
Mevcut raporlar ışığında, toplu intihar vakalarının nedenlerini anlamaya, evrensel olup olmadıklarını ve tarihi olarak kaydedilmiş vakalarla benzerliklerinin olup olmadığını açıklığa kavuşturmaya çalıştım. Söz konusu benzerlikler, geleneksel bir kurum olarak intihar hakkında konuşabilmemizi ve kültürel zeminini anlamamızı sağlayacak. İntiharların ardındaki motivasyonlar şu başlıklar altında toplanabilir: panik, intiharı öldürülmeye tercih etme, onurunu koruma ve utançtan kaçınma, çekilen çilelere son verme.
Panik
İzmir’den dönen İngiliz subaylar, 1922’deki toplu intihar vakaları hakkında bilgi veriyor. 18 Eylül 1922’de Daily News, İngiliz Kurmay Subay F. Maurice’ın İzmir’de yaşanan dehşetle ilgili tanıklıklarını yayımladı. Haberin başlığının ‘Hain ve Yağma’ olması ilginç: “Terör sahneleri, mühimmat çöplüklerindeki aralıksız patlamalarla artıyordu. İskelede bekleyen paniğe kapılmış mülteci kalabalıkları, terörle deliye dönmüş durumdaydı; yüzlercesi, yüzüp yüzemediklerini düşünmeden kendilerini sulara attı.”
Öldürülmektense...
İzmir Amerikan Konsolosu George Horton Türkiye hakkındaki bir raporunda şunları yazmıştı: “İzmir’in banliyösü olan Cordelio sahilinde (Kordon) suda bata çıka yürüyen bir çift gördüm. Saygıdeğer görünüşlü, çekici bir çiftti ve adam kollarında küçük bir çocuk taşıyordu. Denizde gittikçe ilerleyip de su omuzlarına gelmeye başladığında birden kendilerini boğacaklarını anladım. Onlara bir kayık iterek, onları kurtarmak için elimden gelen her şeyi yapacağım konusunda söz verdim ve kıyıya çıkmalarını sağlamaya çalıştım. Kendilerinin Ermeni olduklarını açıkladılar, adam kesinlikle öldürüleceğini düşünüyordu; genç ve güzel olan karısı da ya saldırıya uğrayacak ya da bir hareme götürülecek; bebekleri de ölüme terk edilecekti. Bu yüzden birlikte boğularak ölmeye karar vermişlerdi.”
Onurunu koruma
Afyon Karahisar’dan Arpine Bartikyan’ın tanıklığı şöyle: “Amcam İzmir’e gitti. Sonra hepimizi İzmir’e getirtti. Sonra da millî hareket başladı. İzmir alevler içinde tükeniyordu. (...) Balçova’daki herkes gibi bizi de aldılar ve sahil kıyısındaki ahşap kulübelere yerleştirdiler. Bizi teftiş etmeye başladılar. Güzel kızları sürükleyerek zorla götürdüler. Ben çelimsiz, cılız bir kızdım, kendimi diğerlerinin eteklerinin altına sakladım. Mary yüzünü isle kararttı, saçlarını kesti ve kendini çirkinleştirdi. Ona bakıp, ‘bu kız yaramaz’ deyip bıraktılar. Biraz uzaktan, bizi katletmek için bıçaklarını bileyen Türklerin sesini duyuyorduk. Sırasının geldiğini gören Ermeni bir kız kendini pencereden attı ama ölmedi. Diğer jandarmalar pencerenin altında duruyordu. (...) Kızı birkaç gün sonra getirdiklerinde tanınmayacak haldeydi.” (V. Svazlian, ‘Ermeni Soykırımı: Hayatta Kalan Görgü Tanıklarının Anlattıkları’, Belge Yay., 2015)
Çekilen çilelere son vermek için...
Daily Telegraph Gazetesi 18 Eylül’de bildiriyor: “Görgü tanıkları, Katolik Kilisesi’ne sığınan sekiz yüz Hıristiyan’ın, iki Fransız subayın varlığına rağmen korkunç bir şekilde katledildiğini anlatıyor. (...) Pek çok kadın ve kız, ağabey ve koca onursuz bir şekilde hayatta kalmamak için intihar etti. Bu kurbanlar arasında birçok Yahudi ve Avrupalı da vardı. Rıhtıma inmeyi başaranlar denize atlayarak karadaki dehşetten kaçarak boğuluyordu.”
Henry Morgenthau yazıyor: “Birkaç hafta içinde 750 bin kişi, Atina ve Selanik limanlarına, Ege denizindeki Girit, Midilli, Sakız Adası ve Eğriboz Adası’na sığırlar gibi atıldılar. Yunanistan’a geldikten sonra bu insanların koşulları anlatılamayacak kadar acınasıydı. (...) Benim de gözlemlediğim bir vakada, iki bin kişilik yeri olan bir gemiye yedi bin kişi doldurulmuştu. Bu ve bunun gibi pek çok vakada ne içecek su ne de yiyecek yemek vardı; sayısız örnekte de sefil duruma düşmüş insanlar karaya ayak basana kadar onları taşıyan gemiler günlerce fırtınada kalmaktan harabeye dönmüştü. Gemilerde tifo ve çiçek salgını başladı. Herkes bitlendi. Gemide bebekler doğdu. Erkekler ve kadınlar akıllarını kaçırdı. Bazıları çektikleri sefalete son vermek için güverteden denize atladı.”
***
Hayatta kalanların ve görgü tanıklarının anlattıkları, İzmir felaketi sırasında Hıristiyanların intiharlarının, şehirde yaşanan cinnet haline, duydukları utanca ve dayanılmaz yaşam koşullarına verdikleri bir yanıt olduğuna işaret ediyor.
Olağanüstü durumlarda ortaya çıkan bu tür intihar vakalarında, intihar fikri genelde bir anda oluşur ve hemen ardında da eylem gelir. Dinî-psikolojik ve davranışsal düşünceyle oluşan, patolojik olmayan bir tepki ortaya çıkar. Bu tür dürtüsel intiharlarda, intihar yönteminin seçiminde, tarihî-kültürel, sosyal-dinî ve estetik unsurlar belirleyici olur ve intihar eylemi, stereotip sahnelerle uygulanır.