Cemal Bali Akal,'Burası Tanzanya mı, Karanfil?' kitabında dilimize yerleşen aşağılayıcı kelimeleri,cümleleri, deyimleri ve kelimelerin uğradığı haksızlıkları ele alıyor.
Beril Eski
Kitap Kirk, Aralık 2011
Dünyanın bir ucunda, - diyelim ki Arjantin’de - turist olarak gezerken (dilini bildiğimizi varsayalım) o ülke vatandaşı iki kişinin sohbetine tanık olsak ve onlardan birinin yakıştıramadığı bir durum için şaşkınlığını ifade etmek üzere “Burası Türkiye mi yahu!” dediğini duysak nasıl bir hisse kapılırdık?
İşte Cemal Bali Akal, Dost Yayınları’ndan çıkan Burası Tanzanya mı, Karanfil? kitabında bu sorunun yanıtını veriyor bize. Kitap, Akal’ın önceki kitaplarından ve yazılarından bir derleme ama kitaptaki Karanfil’in hikâyesini ilk defa duyuyoruz. İncecik olan bu kitap, caz müziğinden siyasi iktidara uzanan geniş yelpazede, bir felsefe turu. Akal bu felsefe turunu salt teorik değil, yaşadıklarıyla ilişkilendirerek sunduğundan, kitabı rahatça içselleştirebiliyoruz. Dilimize yerleşen hatta yapışan aşağılayıcı kelimeleri, cümleleri, deyimleri fark ettiren Akal, kitabı bitirdiğimizde, artık kelimelere çok daha temkinli yaklaşmak zorunda hissettiriyor bizi. Her içselleştirilen kitap gibi, arada bir hatırlıyoruz kitaptaki hikâyeleri; en çok da kurduğumuz yanlış mantığın cümlelerimizde vuku bulduğu anlarda...
Kitapta, Akal’ın merak etmediğimiz şeylere dair duyduğu şaşkınlığını ve merak edilmeyenin ardındaki ilginç hikâyeleri yakalıyoruz. Örneğin Akal “amatör” bir anket yapıyor. Hukuk fakültesi birinci, ikinci ve üçüncü sınıflarından toplam 255 öğrencinin katıldığı anketten çıkan sonuca göre, Erasmus programından (Avrupa ile Türkiye arasındaki öğrenci değişim projesi) 122 öğrenci haberdar ama Erasmus’un kim olduğunu yalnızca 11 öğrenci biliyor, bu bilgi de sadece Erasmus’un Deliliğe Övgü kitabıyla sınırlı. Deliliğe Övgü kitabını ise tahminen iki öğrencinin okuduğu sonucuna varılıyor. Bali, “amatör” anketten çıkan bu sonucu, öğrencilerin merak etmeyi öğretmeyen bir eğitimden geçmiş olmalarına bağlıyor.
“Gerçek bir birlikteliğin umudunu” Latin Amerika’da gören Akal, bunun için çok küçük, hatta denilebilir ki kıl payı değişikliklerin yetebileceğini söylüyor. Akal bu arada, Arjantin’de yaşayan Ermeni dostu Diego Tatian’ın evindeki misafirliğine de bizi kulak misafiri ediyor. Tatianlar, Kozanlı bir aile. Her ne kadar tehcirin ardından, Birinci Dünya Savaşı bitince yeniden Kozan’a dönmüşlerse de orada kalamayacaklarını anlayıp, Arjantin’e göçmüşler. Baba Carlos ve amca Americo’nun da bulunduğu misafirlikte, Tatian’lar bildikleri Türkçe kelimeleri sıralıyor. Bu arada baba Carlos, Türkçe bir tekerlemeyi ezbere söylüyor. Tekerleme, daha doğrusu tekerlemeye ait anılar gözlerini yaşartıyor Carlos’un ve Akal’ın o anki hislerine şu tek bir cümle tercüman oluyor: “Onun ve Americo’nun benden, kendilerinin de bilmediği bir şeyi geri isteyen ısrarlı bakışlarını unutmak ne mümkün!”
Had bilmezliğin sınırsızlığı
Kitaba adını veren Karanfil’in hikâyesine geçmeden önce Akal, günlük dilde aşağılama amacıyla kullandığımız kelimelerin uğradığı haksızlıklara – evet, kelimelerin kullanımından doğan haksızlıklar değil, bizatihi kelimelerin uğradığı haksızlıklar- değiniyor. Akal, günlük dilde sık sık başvurduğumuz benzetmeleri ele alırken, “Burası Patagonya mı yahu?” örneğine başvuruyor. Hiç bilmediğimiz Patagonya’nın aşağılama amacıyla kullanılmasının ne kadar yanlış olduğunu Akal, çok yakından tanıdığı Patagonya’yı anlatarak gösteriyor. Latin Amerika’yı adım adım gezen ve hatta hukuk fakültesinde Latin Amerika tarihi dersi veren Akal, bize oturup bir güzel Patangonya’yı tanıtıyor. Dünyadan haberdar olmadığımızı, bunun da bizi epeyce haddini bilmez kıldığını vurguluyor; meraksızlığımızı yüzümüze vurup utandırarak.
“Burası Patagonya mı yahu?” örneğinden Türkiye’nin bir devlet büyüğünün yaptığı “Burası Arjantin mi?” savunmasına uzanıyoruz. Bu devlet büyüğünün, Türkiye’nin yaşadığı ekonomik krizin Arjantin krizi kadar kötü olmadığı savunusunu dinlerken, Arjantin’de kişi başına düşen milli gelirin Türkiye’dekinin iki katı olduğunu pek azımız biliyorduk elbette.
Akal sonra Karanfil’in hikâyesini anlatıyor. Karanfilin hikâyesi, Osmanlı döneminde Afrika’dan yılda on bin köle getirilen günlere gidiyor. Akal’ın teyzesinin “Arap” dediği dadısı Karanfil, Afrikalı bir kadın; on yaşlarında getiriliyor “uzaklardan”. “Yeni adı da Karanfil olmuş. Kara bahtından mı yoksa renginden mi, gizli bir çağrışımla, bilinmez. Ad koyucular kendilerini çok yormamışlar belli ki” diyerek tanıtıyor Akal bize Karanfil’i. Karanfil’in acıklı hikâyesini de ancak “duyulmuş olan” kadarıyla öğrenebiliyoruz kitaptan. Karanfil hangi ülkeden gelmiştir, anadili nedir ve hiç özlemiş midir topraklarını, bilemiyoruz. Bütün bu soruları çalıştığı evde kimsenin Karanfil’e sormadığını öğreniyoruz. Dadı’nın hikâyesi merak dahi edilmemiş.
Akal, hikâyenin bu kısmında yine Türkiye’nin bir devlet büyüğünün “Korkmayın, burası Tanzanya değil” sözünü anımsatıyor. Bu defa Beyaz Adam’ın, vahşice sömürdüğü yoksul ülkeleri ve bu ülkelerin insanlarını, sömürmekle yetinmeyip, bir de onları aşağıladığı gerçeğiyle yüzleştiriyor bizleri. Bir de - artık alıştığımızdan mı nedir - üzerine düşünme ihtiyacı bile duymadığımız Türkiye gerçeklerine dikkat çekiyor: darbeler, gacır gucur çalışan yargı sistemi, namus cinayetleri, sansür, açlık sınırı altında yaşayan bir milyon nüfus, modern köle ticareti... Kitabı bitirip kapağını kapatınca ister istemez soruyoruz kendimize: “Burası neresi ki biz böyle konuşabiliyoruz?”
Burası Tanzanya mı, Karanfil?
Cemal Bali Akal
Dost Yayınları
fiubat 2011, s. 115