Zabel Yesayan'ın kadınları: Sıkıntının kıyısında

Yesayan’ın anlatılarını dönemin siyasi atmosferi ile iç içe ördüğü açıktır. Emma’nın sanatı toplumun çalkantılı bir dönem geçirdiği günlerde karşılığını bulamaz. Adrine’nin deneyimi ise, Ermeni milleti ile iktidar mekanizmaları arasındaki mütereddit ilişkiye dair düşünme imkânı verir.

BETÜL BAKIRCI

Sıkıntı, çoğu zaman anlam arayışının iflası ile ortaya çıkan, bireyin standartlara karşı gösterdiği bir tepki, dünyayı başka bir tavırla algılama biçimidir. Bu bağlamda sıkıntı kavramı ile modern deneyim arasındaki ilişkinin hayli kuvvetli olduğunu söylemek abartılı bir ifade olmaz. Peki, sıkıntı birey için ne ifade eder? Sıkıntıyı modern deneyimin olmazsa olmaz bir parçası olarak düşünürsek, bu kavramın özerkleşme ve özgürleşme ile bir ilgisi olabilir mi? Aylin Kuryel, sıkıntıyı kuramsal çerçevede tartışmak üzere ‘Sıkıntı Var: Sıkıntı Kavramı Üzerine Denemeler’i derler ve sırasıyla siyaset, edebiyat ve sinema ile ilişkili bir biçimde bu kavramın zamansal ve mekânsal bileşenlerine, çok daha önemlisi bulunduğumuz coğrafyanın sıkıntı ile kurduğu bağ şekillerini inceler. Dahası, bu derleme sıkıntının kişisel ya da kolektif düzlemde var olabileceğine dair alternatif perspektifler de sunularak bu krizin yarattığı potansiyeli tartışır. Okuduğunuz değerlendirmede sıkıntı kavramını, Zabel Yesayan ve onun kadın kahramanları ile ilintili bir biçimde tartışan Mehmet Fatih Uslu’nun yazısına, ‘Yesayan’ın Sıkılan Kadınları’na değinecek, kadınlık ile sıkıntı kavramı arasındaki yakınlığı bir özneleşme modeli olarak gören Uslu’nun tartışmasını genişletmeye çalışacağım.  

Beş novella
Yazı, Osmanlı’nın son döneminde İstanbul’da yaşamış Zabel Yesayan’ın beş novellasını sıkıntı kavramı ile birlikte değerlendirir. Bu değerlendirmedeki ortaklık, sıkıntı duygusunu kadın kahramanlar üzerinden tartışması, daha da önemlisi tartışmayı zenginleştirerek bu sıkıntının hem bireysel hem de toplumsal alana değen noktalarını sorgulamasıdır. Uslu’nun ilk iddiası kadın kahramanların sıkıntıyı ‘burjuva kadın’ alışkanlığı olarak deneyimlemelerinin ötesinde onları sıradan insanlardan ayıran bir tavır, bir özneleşme biçimi olarak gerçekleştirmeleridir. Dolayısıyla kahramanlar bir kimlik krizi içerisinde deneyimlerler sıkıntıyı. Aile, toplum gibi zor bağların kıyısında, başka türlü bir bireyleşmeyi gerçekleştirmek için sıkılırlar. Sonuçta Yesayan’ın anlattığı kadın kahramanların bir kısmı, eril dünyada nefes alıp veren, evlilik kurumu vasıtasıyla denetlenen bireylerdir. 

Birbirinin devamı olarak okunabilecek ‘Sapma’ (Molorumı, 1907) ve ‘Sıkıntı Vakitleri’nde (Antsgutyan Jamer, 1912), Arusyag’ın sırasıyla Vahe ve Aram ile olan ilişkisi anlatılır. Kadının ısrarlarına karşın başka biriyle evlenen Vahe, Arusyag’ın aşkına karşılık vermemekte, ıstırabını görmezden gelmektedir. Derken Arusyag’ın karşısına Vahe’nin kardeşi Aram çıkar. Vahe ne kadar güçlüyse Aram o derece zayıftır. Arusyag’ın aradığı Vahe olmasına rağmen Aram’a yöneltir arzusunu ve kendini mutsuz olacağı bir evliliğin kollarına atar. Sıkılma duygusu tam da bu noktada metne dahil olur. Aram’ın mükemmelliği karşısında kuvvetli bir nefret hisseden Arusyag bir yandan ulaşamadığı arzusunun ıstırabını çekmeye devam etmekte, öte yandan Aram’ın tavırlarından duyduğu rahatsızlığı dönüştürerek bunu bir sıkıntı duygusu ile ifadeye gitmektedir. Her ne kadar bir evlilik yapsa da Aram’ı kabullenemeyişi, Arusyag’ı diğer kadınlardan ayırmakta, herkesin uyduğu yasanın dışında bir yere konumlandırmaktadır. Nitekim Arusyag da bunun farkında bir birey olarak büyük çatışmasını sonuna kadar deneyimleyecektir. 

Yesayan’ın diğer novellalarında ise kadınlar ideolojik ya da siyasi propagandalar vasıtasıyla yine bir otoriteye bağlı kalmaya mecbur bırakılırlar. Buna karşın onlar kendilerini yeniden inşa biçimi olarak bazı yollara başvuracaklardır. Bu bağlamda ‘Sürgün Ruhum’ (Hokis Aksoryal, 1922) ve ‘Son Kadeh’teki (Verçin Pajagı, 1925) kadınların sıkıntıyı yansıtma şekilleri paralellik gösterir. Adrine ve Emma bir kadın olarak resim ya da yazı vasıtasıyla kendilerini var etmeye çalışırlar metinlerde. Bu bir bakıma Uslu’ya göre yeni bir dilin inşasıdır. Yani içeride olanı dışa aktaracak bir araca sahip olmaktır. Ancak ikisinin de deneyimleri dışarıda bulunan siyasi karmaşa nedeniyle kesintiye uğrar. Çünkü metinler çözülmekte olan imparatorluğun son döneminde yazılırlar. Bu yüzden Yesayan’ın anlatılarını dönemin siyasi atmosferi ile iç içe ördüğü açıktır. Emma’nın sanatı toplumun çalkantılı bir dönem geçirdiği günlerde karşılığını bulamaz. Adrine’nin deneyimi ise, Ermeni milleti ile iktidar mekanizmaları arasındaki mütereddit ilişkiye dair düşünme imkânı verir. ‘Son Kadeh’ üzerinden işlenen bu ilişkide, Ermeni kızının Türk subaya olan arzusunun, aşk ile nefret arasında ikircikli bir duygu olarak deneyimlendiğini vurgulamaktadır. Aslında Adrine’nin hissettiklerinin altında susturulmuş bir geçmişin hesaplaşması vardır. 

Yesayan anlatılarında kadının iç dünyasını anlamaya ve anlamlandırmaya niyetli bir yazar olarak daima bu dünyayı estetize eder. Yazıda geçen ifadeyle: “Geleneksel kurmaca mantığından uzak bu metinlerde çoğunlukla üst-orta sınıftan kadınlar kendi iç dünyaları üzerine duygusal gerilimi yüksek bir muhasebe yürütürler. Bu kadınların çoğu zaman bir durgunluğu ve bu durgunluğun içinde uç veren bir sıkıntı halini tecrübe ettiklerini görürüz” (261). Fakat tam da bu noktada karşımıza çıkan ‘sıkıntı’ duygusu onların benliklerine açılan bir kapı olarak da yorumlanabilir. Yazarın bu imkânın farkında olarak, ondan kurtulmak için alternatif bir yol sunduğu tek novellası ‘Meliha Nuri Hanım’dır (1925). Metin, Çanakkale Savaşı’nın ortasında bir hemşirenin deneyimlediği hem şahsi hem de toplumsal krizi anlatır. Bir Osmanlı subayı olan Celaleddin’e duyduğu aşk, Meliha Nuri önündeki hakikat perdesinin kalkmasına engel olmaktadır. Ancak Meliha Nuri ısrarla aşkının neden olduğu sıkıntıdan vazgeçmez. Sürdürdüğü vatan mücadelesinin de bu noktada sıkıntı duygusunun yoğunluğunu arttırdığı aşikardır. Bu duygudan kurtulmak Meliha Nuri ile aynı cephede görev yapan Remzi vasıtasıyla olabilecekken Uslu’ya göre genç kadın iç yasasını aşamayacak ve daimî bir mutsuzluğa sürüklenecektir. Bu bağlamda Yesayan’ın novellalarındaki sıkıntı, kadınların benliğindeki krizi, iç ile dış arasındaki uyuşmazlığı yansıtan bir ifade biçimine de dönüşür.  

Güç ve şiddet
Burada bir parantez açarak bu yazının sıkıntı duygusunun yanında tartıştığı diğer bir meseleye, yani kadınların güç ve şiddet talebine değinmek istiyorum. Yesayan’ın kadınlarının birlikte olduğu erkeklere yönelttikleri bu arzunun farklı bir bakış açısıyla yorumlanması mümkün. Metinlerde güç ve şiddet, erkekten talep edilmesine rağmen alınamayan olarak karşımıza çıkarlar. Yani kadınlar erkeklerden zayıflık değil tam tersine kudret beklerler. Fakat onlar bu talebi karşılayamazlar ve bu durum kadınlardaki öfkeyi, kurulu düzen karşısındaki isyanı arttırır. Uslu’nun ifade ettiği şekli ile Yesayan’ın novellalarına sızan erkek iktidarsızlığı bir tür milli iktidarsızlık metaforu olarak okunabilir (284). Eril dünya kadınlarının talebini karşılayamayan erkek, aslında milletin zayıflığına verilen bir referanstır. Yazıda özellikle ‘Son Kadeh’ üzerinden milletler arasındaki tahakküm ilişkisine yakından bakılır. Bu bağlamda, ‘Yesayan’ın Sıkılan Kadınları’, kadınlık meselesini tartışmanın da yanında müşterek yaşamlara yönelik bir çatışmayı, imparatorluk paydasında yaşanmış bir felaketi metne dahil ederek Zabel Yesayan’ın edebiyatına yakınlaşmaya imkân verir. 

‘Sürgün Ruhum’da yıllar sonra İstanbul’a dönen Emma, şehrin atmosferini yoğun bir duygu yükü ile deneyimlemeyi isterken bıraktığı mekânın da artık bir sürgüne dönüştüğünü fark eder. Bunun dışında, Emma İstanbul’daki hatıralarını canlandırmaya çalıştıkça ruhunun daha derinindeki bir motife, sürgün olma hâline çarpar. Aslında Zabel Yesayan’ın 1915 sonrasında yazdığı metinler bu sürgünün bilincinde, kendine yabancılaşarak kaleme alınırlar. Yazıyı, Yesayan metinlerindeki bitmeyecek sürgünlüğü vurgulayan Uslu’nun bir değerlendirmesi ile bitirmek istiyorum: 
“…Hokis aksoryal dönüşün imkânsızlığı ve sürgünün trajikliğinin ilan edildiği bir metin olarak okunmaya kendini açar ve tastamam şahsi bir hikâye gibi görünse de Ermenilerin 1915 sonrası yaşadığı tecrübenin temsili olmaya doğru evrilir. Belki de zaten, yazıldığı tarih itibariyle, bundan gayrısı mümkün değildir” (83). 

Kaynakça
Uslu, M. F. (2020). Yesayan’ın Sıkıntılı Kadınları. Kuryel (Ed.), Sıkıntı Var: Sıkıntı Kavramı Üzerine Denemeler (261- 285). İstanbul: İletişim. 

Kategoriler

Dosya