Hermine Kalustyan, 1914’te Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’da doğdu. Eğitim hayatına, Anarad Hığutyun İlköğretim Okulu’nda başladığında doğduğu şehir, imparatorluğun en karanlık yıllarını yaşıyordu. Beşinci sınıftan itibaren Esayan’a geçtiğindeyse bir devir çoktan kapanmıştı. O günlerin İstanbul’u artık Türkiye Cumhuriyeti’nin şehirlerinden sadece biriydi ve artık bu toprakların başkenti değildi. Doğduğu şehrin ve ülkenin tarihindeki her kırılma noktası, gelecek yıllarda Hermine Kalustyan’ın hayatını çok daha fazla etkileyecekti.Hermine Kalustyan, 125 yıllık Esayan Okulu’nun tarihinde önemli yeri olan eğitimcilerinden biri. Onu, Türkiye yakın tarihinin önemli bir figürü haline getiren 27 Mayıs Darbesi ardından oluşturulan Kurucu Meclis’e seçilmesiydi. Sonrasındaysa kendi deyimiyle “devletin sillesi”ni yedi.
Kalustyan, 1932’de liseden üstün başarı belgesiyle mezun oldu, üniversite eğitimi için Fransa’ya gitti; Sevres’deki Ecole Normale Supérieure’de matematik öğretmenliği eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul’a döndü. Öğrencisi olduğu Esayan Lisesi’nde 1936’da eğitimci olan Hermine Kalustyan, 1941’de İstanbul Ermeni toplumunun bir başka önemli okulu Getronagan Lisesi’nde matematik öğretmenliğine de başladı. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi’nde Matematik Bölümü’nde doktorasını da tamamladı.
1947’deki Dernekler Kanunu düzenlemesi kendisinin hayatını etkileyen kararlardan biriydi. Bu yeni dönemde Esayan Okulu’ndan Yetişenler Derneği yeniden açıldı, Kalustyan ilk yönetim kurulu başkanı oldu ve sonrasında okulun müdürlüğüne getirildi.
O yıllarda Hermine Kalustyan ile tanışanlardan biri, okula kayıt olan Sarkis Seropyan’dı. Gelecekte Türkiye’nin adını Agos gazetesi ile duyacağı Seropyan, çocukluk yıllarındaki o tanışmayı gazetesinde şöyle aktaracaktı: “Çeşitli okullardan gelmiş birçok öğrenciyle beraber, ortaokulun ilk senesinde tanıdım onu. Gülümsemesi ender görülen, saygı, hatta korku telkin eden duruşu nedeniyle, sınıfların kapı camında silueti göründüğünde, sınıfta bir ‘SOS’ fısıltısı yayılırdı ve herkes mum gibi otururdu yerine.”
Saygı uyandıran bir isim
Aynı dönemde okulda Kalustyan’ın öğrencisi olan bir başka isim daha vardı. Hermine Kalustyan gibi hayatını, 43 yılını eğitime adayacak olan ve 1967’de Sarkis Seropyan ile evlenecek Manuşak Seropyan. Kendisi de tıpkı 6 yıl önce eşinin yazdığı gibi Kalustyan’ı disiplini ile hatırlıyor: “1951’de, Esayan Lisesi’nin ortaokul bölümüne öğrenci olarak gittiğimde tanıştım. Kendisi okulun müdürüydü. Duruşuyla, ağırlığıyla herkes üzerinde saygı uyandırıyordu. Az ama öz konuşandı. Davranışları ve müdür ağırlığıyla, tam anlamıyla ‘saygıdeğer’di. Öğrencileri ile daima mesafeliydi. Kimileri gibi içli dışlı değildi. Kalustyan gibileri bu mesafeyi mezuniyete kadar da korurlardı. O da korudu. Öğrenciler kendisinden daima çekindiler.”
Hermine Kalustyan 1949’dan Esayan ile Getronagan’ın yanında Türkiye’deki eğitim hayatında bir başka okulda daha ders vermeye başlıyordu: Galatasaray Lisesi. Yaklaşık 10 yıl sonraysa Türkiye tarihini derinden etkileyecek bir gelişme kendisinin de hayatının dönüm noktası olacaktı.
27 Mayıs ile değişen hayat
27 Mayıs, Türkiye’deki tüm dengeleri değiştirirken, Hermine Kalustyan’ın adını da tüm toplum tarafından bilinir hale getirecekti. Çünkü Kalustyan, 1961 Anayasası’nı yapan Kurucu Meclis’e, dönemin Devlet Başkanı Cemal Gürsel tarafından bizzat atanıyordu.
Kalustyan, 1960’ta ilk eseri “Fezaya Doğru”yu, 1975’te ikinci eseri “Yeryüzünün Geçmişi ve Bugünü: Kainatın Derinliklerine Doğru”yu yayımlamıştı. Aynı yıl hayatını değiştiren bir karar alınacak, Türkiye’den ayrılmak zorunda kalacaktı. Çünkü 27 Mayıs’ın izleri silinirken sıra, kendisine de gelmişti. Fransa’ya gitmek zorunda kalışını, yıllar sonra Sarkis Seropyan onun ağzından şöyle aktaracaktı: “(…) Seçimleri kazanan Adalet Partisi yönetimi, politikaya bulaştığımı, bu nedenle öğretmenlik ve okul müdürlüğü yapamayacağımı bildirdi bana. Çok şaşkındım. Suçum, devletin başının verdiği görevi yerine getirmekti. Hıncını askerlerden alamayan yeni hükümet, beni cezalandırıyordu. Hiçbir geçim kaynağım olmadığı gibi, mal varlığım da yoktu. Üstelik, emeklilik dahil, kazanılmış haklarımın tamamı geri alınıyordu ve beş parasız ortada bırakılıyordum. Devletin sillesi çok ağır geldi.”
Bu ayrılığın ağırlığı Türkiye Ermeni toplumunu da, tüm mezun ettiği, emek verdiği öğrencilerini de etkiliyordu. Manuşak Seropyan, “Mezun olmamıza ve Esayan’dan uzaklaşmış olmamıza rağmen, eski öğrencileri olarak etkilenmiştik. Gitmesi, bu şekilde gitmesi şüphesiz ki üzücüydü. Bir bilim insanıydı. Büyük bir değerdi” diyor ve ekliyor: “Nasıl karşılayabilirdik ki? Karar Yukarı’dandı…”
Kalustyan ile mektuplaşmalar
İkisi de Hermine Kalustyan’ın öğrencisi olan Seropyan çifti, öğretmenleri Fransa’ya gittiğinde önce mektuplaştılar. “İrtibatımız sürdü. Hiç yazmasa bile, Noel ve Paskalya yortularında yazardı. Yıllar sonra, 1988’de öğretmenliğinin 50. yılı vesilesiyle kendisine orda bir jübile yapıldı. Bir çiçekle katıldık. Müdür ve öğretmen Hermine Kalustyan’dan sonra, aile dostu Hermine Kalustyan’la yazışıyorduk artık” diyor Manuşak Seropyan. Ardındansa yollarını Paris’e düşürüp kendisiyle görüştüler. İlk ziyaretleri 5 yıl sonrayı bulmuştu. 1980 yılının yaz sonu, yani bir başka darbe Türkiye’nin kaderini değiştirmeden hemen önce…
Seropyan ailesi, Kalustyan’ı ziyaret etmeyi sürdürdü. Son gittiklerinde Manuşak Seropyan’a göre “Sağlığı bozulmuştu ve hastalığının ilerlediğinin bilincindeydi. Bir huzurevinde yaşıyordu ve görüşmek için bir kafede randevu vermişti.”
Değişmeyen şeyler de vardı. Okul yıllarından akıllarında kalan disiplini, dakikliği gibi. Sarkis Seropyan, “Paris’te buluşmak üzere randevulaştığımızda, eşimle birlikte, Opera Meydanı’ndaki buluşma yerimize çeyrek saat erken gitmiş ve Oryort’u (Matmazel) çoktan gelmiş, masayı tutmuş, bizi bekler halde bulmuştuk. Yine saatini gösterip ‘Unuttunuz mu?’ demişti, gülümseyerek” diye anmıştı bu özelliğini.
Manuşak Seropyan da şöyle ekliyor: “En unutulmaz yanlarından biri sanırım kolundaki saatinin daima yarım saat ileri olmasıydı. Son derece dakikti. Randevusuna geç kalan bir öğrencisine şaşırmış, saatini göstererek, herkesin bu konuda hassas olması gerektiğini vurgulamıştı. Ne kadar yaşlanmış, belki bir kenara atılmış gibi olsa da, ağırlığından pek bir şey kaybetmemişti. Şöyle bir değişiklik vardı onda: Buradaki ağırlığını bir yana koymuş, daha samimi biriydi. Uzun ve içten sohbetlerimiz oldu. Hala bir ağırlığı vardı, ama bize karşı değildi. Anlattığı bir anısını şöyle noktalamıştı: ‘Ben Hermine Kalustyan’ım…’”
Fransa yılları ve kırgınlık
Manuşak Seropyan’a göre Kalustyan mutluydu çünkü: “Fransa devleti bir emekli maaşı bağlamıştı. Bunun yanı sıra bir bilim insanı olduğu için bir de kitap alması için para alıyordu, kendisine gösterilen değerden dolayı mutluydu.” Sarkis Seropyan’a tam da hiç emek vermediği bir ülkeden destek gördüğü için “Yaşasın Fransa!” dediğini söylemişti, bir de Fransa’daki Ermeni okul ve derneklerinde aradığı ilgiyi bulamadığını. Bu yüzden, bir kırgınlığı da vardı. Manuşak Seropyan, bunun başka bir nedeni daha olduğunu vurguluyor: “Doğduğu ve büyüdüğü yerden uzaklaştı, sevdiklerinden uzaklaştı ve bu isteyerek olmadı. Yaşı ve gururu nedeniyle bir ziyarete dahi teşebbüs etmedi. Her ne kadar Esayan ve Galatasaray’dan eski öğrencileri kendisi ile görüşseler de, daima bir kapanıklığı vardı. Kırgınlığın getirdiği bir kapanıklık…”
Kendisine İstanbul’a dönmesi için “fırsat” verilmiş miydi? Bu sorunun yanıtı “Evet.” Manuşak Seropyan, “Aklında yok değildi, ama kimseyi rahatsız etmek de istemiyordu” diyor. Çünkü Bülent Ecevit kendisine “Matmazel, tüm haklarınızı iade edeceğim, geri dönün” mesajı göndermişti ama Sarkis Seropyan’ın aktardığına göre Kalustyan bu teklife güvenememişti. Daha doğrusu bu güvensizliği Ecevit’e değil, Türkiye’nin dengelerine dairdi: “Ecevit’e güvenirdim ama onun iktidarının uzun süreceğine güvenmedim, bu yüzden de dönmedim.”
Hermine Kalustyan’ın Türkiye’ye temelli dönüşüyse 1989’da oldu. Yakalandığı kanser nedeniyle hayatını kaybettikten sonra. Vefat haberini Seropyan ailesi Paris’teki arkadaşlarından aldılar. Huzurevinde ebedi yolculuğuna çıkmıştı fakat son bir arzusu vardı. Ölmeden önce, naaşının İstanbul’da toprağa verilmesini istemişti.
Böylece Kalustyan, Feriköy Surp Vartanants Kilisesi’nden ebediyete uğurlandı ve Şişli Mezarlığı’na defnedildi. Tıpkı 26 yıl sonra Sarkis Seropyan’ın da aynı kiliseden uğurlanıp, aynı mezarlığa defnedileceği gibi… Bugüne kadar da Manuşak Seropyan, Şişli Mezarlığı’na her gidişinde ikisini de ziyaret ediyor. Hem eşi Sarkis Seropyan’ı hem de öğretmeni, “öyleleri dünyaya çok az geliyor” dediği Hermine Kalustyan’ı…