Kendi direktifiyle hazırlanmış bir yasa tasarısının yine kendisi tarafından veto edilişi bir ilk. Çünkü yandaş sermayeyi biraz daha semirteyim derken, halkı 2,5 yıl daha zehirletmenin kendisine oy kaybettireceğinin farkına nihayet vardı.
AKP Genel Başkanı R. T. Erdoğan’ın termik santraller yasa tasarısı, Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan tarafından veto edildi.
Tek satırla izah da edeyim gerekirse:
AKP diye bir parti yok. “R. T. Erdoğan ne derse lebbeyk [ne emretmiştiniz?] diyen” bir parti var.
***
Böylesi bir olay, ilk defa olmanın yanı sıra, ilk defa duble cereyan ediyor:
Birincisi: Herkesin söylediği gibi, kendi direktifiyle hazırlanmış bir yasa tasarısının yine kendisi tarafından veto edilişi bir ilk. Çünkü yandaş sermayeyi biraz daha semirteyim derken, halkı 2,5 yıl daha zehirletmenin kendisine oy kaybettireceğinin farkına nihayet vardı.
İkincisi: Kendisinin tüm dış politika kararları A’dan Z’ye iç politik sebeplerle (yani oy devşirmek için) alınırdı bugüne kadar. Oysa bu seferki iç politik nedenlerle (yani, oy kaybetmemek için) alınmış bir iç politika kararı.
Ola ki bu ikincinin (yani tüm dış politika kararlarının iç politik sebeplerle alındığının) açıklanmasına gerek duyabilenler vardır diye yazayım:
***
1) R. T. Erdoğan, Türkiye’ye tarihinde ilk defa demokrasi ışığı getiren AB Uyum Paketleri’ni (yani bu en önemli dış politika kararını) 2003-2004’te muazzam güçlü bir biçimde sürdürdü.
Bunun sebebi, tabii ki, Osmanlı’ya dönebilmek amacıyla Türkiye’ye her açıdan unutturmak istediği Batı değerlerine yaklaşmak değildi:
12 Eylül cehenneminden sonra nefes almak isteyen kamuoyunun sempatisini kazanmaktı. Yeni bir askerî darbeden korkulduğu bir ortamda, İslamcıların negatif imajını düzeltmekti. Askerlerin siyasetteki nefret edilesi etkisini kırmaktı. Kürtlerin, Alevilerin, solcuların ve diğer mazlumların desteğini alabilmekti.
Dahası, partisinin ileride kapatılmaması için AYM’deki kapatma karar nisabını yükseltmekti. Nitekim Temmuz 2008’de az daha kapatılıyordu. Bu konuda 2001’de 3/5’e yükseltilmiş olan çoğunluk nisabı, 2010’da 2/3’e çıkarıldı.
Tamam, R. T. Erdoğan bu reformları kendisi ve partisi için yaptı. Ama yiğidi öldürsen bile hakkını vermek gerektiği için bunların Türkiye tarihinde görülmüş en demokratik reformlar olduğunu, bürokrasinin anti-demokratik ulusalcılığıyla o dönemde büyük mücadele gerektirdiğini (bunu son kitabımda uzun uzun yazdım), ayrıca, Türkiye’yi çok ilerlettiğini söylemek de bir dürüstlük icabıdır.
Tabii Erdoğan’ın (termik santraller işindeki gibi?), bizzat yaptığı bütün bunları 2011’den itibaren bizzat yok ettiğini, ülkeyi resmen 1876 Birinci Meşrutiyet öncesine gerilettiğini ilave ederek.
***
2) Başbakan ve Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan’ın bundan sonra hatırlatacağım bütün dış politika kararları tek bir iç politik sebeple alındı: Türk milliyetçiliğini yanına alabilmek için Kürt kimliğini ve muhalefetini yok etmek. Zincirleme biçimde. İpin ucunu giderek kaçırmacasına:
RP İstanbul il başkanıyken, 18.12.1991’de “Kürt Sorunu ve Çözüm Önerileri” başlıklı bir rapor hazırlatmıştı. “Kürt” sözcüğünü açıkça telaffuz etmeyi, resmî ideolojiyi sorgulamayı, devlet terörünü kınamayı, kültürel hakları tanıyıp anadilde eğitim hakkı vererek gönüllü kardeşliği sağlamayı, her türlü ırkçılığa karşı çıkarak İslamiyet sayesinde bütünleşmeyi öneren bir rapor .
Fakat çok liderin yakasına yapışan güç zehirlemesi Erdoğan’ı da etkilemiş, diğer yandan, Mayıs 2013 sonundaki Gezi protestoları ve 17-25 Aralık 2013 tape olayları kendisini panikletmişti. Bizzat başlattığı ve oturma biçiminden okunacak metnine kadar telefonla düzenlediği 28.02.2015 Dolmabahçe Masası’nı “Hükümet benimle mutabakata varmadan hareket etti” diyerek devirdi. Ertesi gün de, “Türkiye’de artık Kürt sorunu yoktur; Kürt kardeşlerimin sorunları vardır” diye kesip attı .
Haklıydı. 7 Haziran 2015 seçimlerine gidiyordu . Türk-İslam milliyetçiliğini arkasına almak için uzlaşmaya değil çatışmaya ihtiyacı vardı.
***
Bu ihtiyaç bağımlılık oluşturdu; ondan sonra artarak devam etti. 7 Haziran seçimlerini kaybetmesi sorun çıkardı ama özellikle 20.07.2015 Suruç saldırısından sonra PKK’nın korkunç bir yanlış yapıp “hendek ve barikat” politikasını başlatması vaziyeti kurtardı. 1 Kasım 2015 seçiminde kendini bu sayede toparladı.
Bozmadan, aynen, hatta yükselterek devam etmesi lazımdı. Suriye Kürtlerinden veya Şam’dan hiçbir saldırı gelmediği halde Ağustos 2016’da komşu Suriye’ye daldı. O gün bu gündür kalmaya ve ilerlemeye çalışıyor.
***
Bunun ardından başlıyor, CB Erdoğan’ın içerideki Türk-İslam milliyetçiliğini, yani Mahşerin Dört Atlısı’nı (İslamcı AKP + Irkçı MHP + Ehlileştirilmiş Ergenekon + Ulusolcular) yanına almak için giriştiği gerginleştirmeler dizisi:
Türkiye’nin Suriye macerasını Batı’yı bölmek ve bölgede ülkesini kalıcı kılmak amacıyla destekleyen Putin’i memnun etmek için nakit rüşvet: Ekonomi bu haldeyken, 4 bataryasının hediyesi 2,5 milyar dolara S-400’ler.
IŞİD reziliyle tek ciddi mücadele eden örgüt olan, AB ile ABD’nin ve de Rusya’nın terörist ilan etmeyi reddettiği YPG’yi terörist ilan etmiyor diye ABD’yle ve AB ülkeleriyle sürekli dalaşmalar.
YPG’yi terörist ilan etmiyor diye NATO’ya sataşmayı sürdürürken, NATO’yu beyin ölümüyle suçlayan Fransız Cumhurbaşkanı Macron’u beyin ölümüyle suçlamalar .
YPG’yi terörist ilan etmiyor diye, NATO’nun Baltık ülkelerini Rusya’ya karşı destekleme projesini veto etmeye kalkışmalar .
En az 2 hükümetin bulunduğu Libya gibi zavallı bir ülkeyle tanımlanmamış bir “Münhasır Ekonomik Bölge” anlaşması imzaladığını ilan ederek özellikle Yunanistan ve Kıbrıs’ı (yani, AB’yi) ve Mısır’ı düşmanlaştırmalar .
Fakat Trump’ın laubalilik şaheseri paçavrasını sineye çekmeler. O da apayrı.
Tabii, hiç bitmeyen FETÖ gerekçesinden ayrıca bahsetmeye gerek yok.
***
Eksik bırakmış olabilirim ama yeter. Şunlar için yeter:
Bütün bu müsamerelerin sonunda AKP’nin artık “R. T. Erdoğan Ne Derse Lebbeyk DEMEYECEK” bir partiye er-geç dönüşeceğini anlamaya.
Bi de, bütün bu sürekli gerginlik yaratma senaryoları artık biraz fazla kaçtığı için, belki de, R. T. Erdoğan’ın 7 Haziran’dan sonraki gibi erken seçimi düşündüğünü tahmin etmeye.
***
Tabii, 7 Haziran’dan bu yana en bol miktarda harcanan Türkçü-İslamcı milliyetçilik cephanesi kaldıysa elde.
Ama, kalmadıysa bile, otokrasilerde çareler tükenmezmiş. “Gayret bizden takdir Allah’tan” prensibini yansıtan, son üç günden haber:
TBMM’nin kadın personeline, “baseni göstermeyecek bollukta” yeni kıyafetler ısmarlandı . THY, alkol servisini kaldırdı .