ARAT DİNKMemleketin hal-i pür melali film şeridi gibi gözümüzün önünden akarken, sonunu kırk kere de anlatsa izlemekten bir türlü bıkmıyoruz. Filmin kaçıncı sonunda yine büyük bir sarsıntı oluyor. Yıkıntılar arasından çıkan çocuk bedenlerine bakıyoruz, bizim yavrumuz mu, değil mi diye.
Cüneyt Abi’nin kaderinin burun direklerimizi sızlatan kokusunu duyuyoruz günlerdir. Bir eksiklik hissiyle, onun eksikliği, adalet eksikliği... Bir borçla, sesine yeterince güç verememiş olmak, güç borcu, adaleti borçlu olmak... Bir de o güler yüzlü varoluşunu ‘acı’ parantezine sıkıştırmaya çalışmanın yanlışlığına da kızarak...
Üzüntü ve öfkesini, sükûnetle anlama ve anlatma çabasına devşirebilmiş, şeytanın sevmediği insanlardan biri olunca aramızdan ayrılan... Hem o kadar alacaklı... Hem öyle kapıyı çarpmış çıkmış gibi yüzüne... Kalakalıyorsun süklüm püklüm, suçlu.
Evet, hikâyeyi duymamış olanlar da artık duydu. Evet, onar onar, yüzer yüzer, biner biner ölen bir halkın acılarından da doğmuş olsa, direniş diye de yola çıksa, öfkeyi adressiz bir şiddete dönüştürmeyi seçmiş bir örgütün, PKK’nin, ışığını kıstığı hayatlardandı hayatı. Terörün gücüne tamah edenlerin boyunlarında, bütün ‘madalya’larını görünmez kılacak bir utanç tülü olarak asılı kalacak onun ve Filiz Kutlar’ın yirmi beş yıllık, ve daha kimlerin kaç ömürlük sızısı. Hele bir de demeç vermişlerdi ki ‘özür’ dileme ihtimalleri üzerine, değme diplomasime... Bir utanç nasibi de parmak ucumuza yükselip pek mühim büyük resmi aranırken, detay hayatlara burun kıvıran, aka ak boka bok diyemeyen, burnunun ucuna kör, sol ufukta parlayacak. Ulusalcısı, milliyetçisi de “Bak, gördün mü” diye Cüneyt Abi’nin acısıyla gündemde koza dönecek. İş bitirici müteahhitleri binaları yaptığı gibi karayolunun bariyerini de kendileri gibi yapacak. Vasatın şu sığlığında herkes yüzme bildiğini zannedecek; kendini yaşıyor, Cüneyt Abi’yi de öldü zannedecek.
Memleketin hal-i pür melali film şeridi gibi gözümüzün önünden akarken, sonunu kırk kere de anlatsa izlemekten bir türlü bıkmıyoruz. Filmin kaçıncı sonunda yine büyük bir sarsıntı oluyor. Yıkıntılar arasından çıkan çocuk bedenlerine bakıyoruz, bizim yavrumuz mu, değil mi diye. Bulmak anlamını yitirmesine rağmen tek yapabildiğimiz aramak oluyor.
Cüneyt Abi yüreğinde bir abla, bir baba, bir anne ve bir Ali’yle... Ve iyi ki Elif, iyi ki Ayşegül ve daha niceleriyle... İçindeki kalabalığa yer bulamadığı şu dünyada eğreti oturuşunu ele veren düzensiz nefesi ve hayatla dalgasını geçen kocaman gülüşüyle... Hem anlayıp hem anlatıp, kapıyı çarpıp çıktı işte, yüzümüze.