Çek akademisyen Marek Jandak Ermeni Soykırımı üzerine çalışmalar yürütüyor. Konuyu incelediği kitabı yakın zamanda Çek dilinde yayınlandı. Ermenice öğrenmek üzere Türkiye’ye gelen Jandak ile konuyla ilgilenmeye nasıl karar verdiğini ve Çek topraklarında konuya tarihsel olarak nasıl bakıldığını konuştuk.
Ermeni tarihine ilgi duymaya başlamanızın ve Ermeni Soykırımı hakkında bir kitap yazmaya kara vermenizin hikâyesini anlatır mısınız?
Sorunuzun ikinci kısmından başlayayım. İlkgençliğimden itibaren, genel olarak tarih ve edebiyata ilgi duymuşumdur. 18 yaşlarımdayken Atom Egoyan’ın ‘Ararat’ adlı filmini izlemiş, lisedeki derslerim için konuyla ilgili bazı ödevler hazırlamıştım. Sonra, tarih okuyup bu konuda bir kitap yazmaya karar verdim, çünkü Çek Cumhuriyeti’nde böyle bir yayın yoktu. Bu meseleye önem verdiğim için ilgi duyuyordum, özellikle de Türk devletinin inkârcı kampanyası dikkatimi çekiyordu. Ailemde Ermeni yok, o dönemde şahsen tanıdığım herhangi bir Ermeni de yoktu.
Ermeni Soykırımı’na yönelik ilgimin, özel olarak Ermeni tarihine dair genel bir ilgiden ziyade, genel anlamda kitlesel vahşet tarihiyle ilgili çalışmalarımın bir parçası olduğunu söyleyebilirim. Milliyetçiliğin ve halkların kendi kapalı millî anlatılarının, Ermeni Soykırımı’na da yol açan en önemli etkenler arasında yer aldığını düşünüyorum. Ermenice öğrenmek için, Ermeniler ve Türklerin hâlâ bir arada yaşadığı İstanbul’a gelmeye karar vermemin nedenlerinden biri de bu.
Kitabınızdan anlıyoruz ki, Çek basını Abdülhamid dönemindeki 1894-96 katliamlarından itibaren Osmanlı'daki Ermeni meselesiyle ilgilenmiş, ancak soykırım sırasında ve sonrasında neredeyse tamamen sessiz kalmış. Bunun nedeni nedir?
Abdülhamid katliamları uluslararası düzeyde gerçekten de çok dikkat çekmiş. O dönemde Çek topraklarının da içinde yer aldığı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, bu açıdan bir istisna oluşturmuyor. En büyük Çek gazetelerinin her ikisinde de konu hakkında 200’den fazla haber ve makale yayımlanmış. Barış döneminde geniş çaplı bir şiddet olayı yaşanıyordu ve fail ‘Şarklı’ Türklerdi, dolayısıyla Avrupa’daki süreli yayınlar açısından, bu mesele, sömürgeci güçlerin deniz aşırı ülkelerde, kolonilerde sürdürdüğü vahşete nazaran çok daha elverişli bir malzeme oluşturuyordu. Bunun en uç örneklerinden biri, o dönemde Belçika Kralı II. Leopold’ün Kongo’da yaptıklarına Avrupa basınına yansımamış olmasıdır.
I. Dünya Savaşı’nda Avusturya-Macaristan Osmanlı İmparatorluğu’yla müttefikti, bu nedenle o sırada devam etmekte olan Ermeni Soykırımı’na dair haber yapmak yasaklanmıştı. Savaş boyunca sadece birkaç cümle çıkmış gazetelerde, onlar da meseleyi inkâr eden ya da göreceleştiren ifadeler. Savaşın ardından, Avusturya-Macaristan’ın küllerinden doğan Çekoslovakya, yeni bir ülke olarak İtilaf Devletlerinin yanında, Avusturya ve Almanya’nın karşısında saf tuttu. Çekoslovak basınında, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğüu’nda yapılan kitlesel katliamın büyüklüğünü anlatan ve doğru bilgiler içeren birkaç yazı çıkmış ama bunlar geçmişe dönük, retrospektif nitelikli metinler; savaş sırasında İngiltere’de ya da ABD’de Ermeni Soykırımı hakkında sürdürülen kapsamlı habercilik çalışmalarının çok gerisinde kalıyorlar.
Kitlesel şiddet vakaları, medyada ve siyasette, genellikle belirli bir gündem konusunu güçlendirmek (hatta nefret örgütlemek) için kullanılır; amaca göre, öne çıkarılır ya da geride tutulur. Bir kitlesel şiddet ediminin hatırlanması ya da gündeme getirilmesi söz konusu olduğunda her zaman şu soruyu sormalıyız: Bu hatırlama çabasının ardında, kurbanların etnik ve dinî kimliğinden bağımsız olarak, bu tür suçların hepsini evrensel düzeyde durdurmaya dönük bir istek mi var, yoksa siyasi bir amaca ulaşma amacı mı? Hiçbir örnekte bu soruya kolayca yanıt verilemiyor tabii; ayrıca, evrensel bir ilke olarak soykırımlara son verme hedefine dönük dürüst çabalarda bile siyaset alanından kaçamıyoruz.
Çek siyasi çevreleri meseleyle ne zaman ilgilenmeye başlıyorlar? Günümüzde Çek Cumhuriyeti’nde kamusal olarak tartışılan bir konu mu bu?
2006 yılında, o dönem Yeşil Parti’den seçilen bağımsız senatör Jaromír Štětina’nın Çek Senatosu’ndan Ermeni Soykırımı’nı tanıma karar çıkarmak için girişimde bulunmasıyla bu konuda tartışmalar oldu, ancak üst meclisteki en büyük partinin (şu anda Avrupa Parlamentosu üyesi olan Jan Zahradil’in liderliğindeki Sivil Demokratik Parti) muhalefeti nedeniyle, Štětina vazgeçti. On yıl sonra, Sosyal Demokrat Parti üyesi Robin Böhnish meseleyi yeniden gündeme taşıdı ve çabalarıyla, 2017’de Çek Parlamentosu’nun Ermeni Soykırımı’nı tanımasını sağladı. Buna, Türkiye resmî yetkililerin telefonla ifade ettikleri kınamalar, küçük protestolar dışında bir tepki gelmedi. Türk tarafı, yazılı cevap talebiyle resmî bir nota bile vermedi. Bu tanımayı, Avrupa bağlamında ve Çek Cumhuriyeti’nde yaşayan, çoğu ülkeye Sovyetlerin yıkılmasının ardından gelmiş yaklaşık 10 bin Ermeni’nin çabalarını hesaba katarak değerlendirmek gerekiyor.
Kitabınızda 1915’te ve sonrasında Harput’ta görev yapan Amerikalı, Danimarkalı ve Alman misyonerlerin tanıklıklarına da yer veriyorsunuz. Bu tanıklıklar bize ne anlatıyor?
Bu kaynaklar katliamlar, ölüm yürüyüşleri, çocuklar ve kadınların zorla asimile edilmesi hakkında da değerli bilgiler sunuyor. Kitabımda ele aldığım konulardan biri de, yabancılar topluluğunun yerel Osmanlı yetkilileriyle ilişkileri ve insani yardım çabaları. Örneğin Dr. Herbert Atkinson, hastanesinin Osmanlı ordusuna ve halkına verdiği hizmetler için, bizzat Enver Paşa tarafından, Mayıs 1916’da Elazığ’a yaptığı ziyaret sırasında, ölümünden sonra gümüş madalyayla ödüllendirilmiş. Atkinson 1915’te yaklaşık 200 Ermeni’yi hastanesinde koruma altına almış ve Amerika Konsolosu Leslie Davis’le birlikte Hazar Gölü çevresindeki ölüm tarlalarını gezip incelemiş. Eşi Tacy Atkinson’a göre, Herbert Atkinson’ın, Aralık 1915’ta tifo nedeniyle erken yaşta vefat etmesinde bu inceleme gezisi de rol oynamış.
Kitabınızın son bölümünde, 1922’de Suriye’de Ermenilere yardım eden, Karel Hansa adlı bir Çek’ten söz ediyorsunuz. Bize biraz bu kişiden ve hikâyesinden söz eder misiniz?
Karel Hansa, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ordusunda askerlik yaparken kısmen sakat kalmış bir gazi. I. Dünya Savaşı’ndan sonra seyyah olmuş. 1922 yazında Halep’e gitmiş, orada tesadüfen, Yakın Doğu Amerikan Yardım Heyeti’nin görevlileriyle tanışmış, birkaç ay onların insani yardım çalışmalarında yer almış; Ermeni yetimlerin Kemalizm dönemi Türkiyesi’nden Suriye’ye ve Lübnan’a nakledilmesine yardımcı olmuş, Halep ve Beyrut’taki mülteci kamplarını ziyaret etmiş. Çoğu Rum olmak üzere yüzlerce yetimin Beyrut’tan Atina’ya götürülmesi çalışmalarına da katılmış.
Çekoslovakya’ya döndükten sonra, yüksek eğitimli biri olmamasına rağmen, ‘Hrůzy východu’ [Doğu’nun dehşeti] başlıklı bir kitap yazmış. Ermeni Soykırımı’nı konu alan ve 1923’te yayımlanan bu kitapta, kişisel deneyimlerini, konuştuğu tanıkların anlattıklarını ve diğer kaynaklardan elde ettiği bilgileri bir araya getirmiş. Yakın Doğu seyahatini konu alan bir gezi günlüğü de yayımlamış. Suriye ve Lübnan’daki Ermeni yetimler için insani yardım organize etmeye çalışmış ama pek başarılı olamamış. Çekoslovakya Kızılhaçı’na bağlı fon için, büyük kısmı konu hakkında verdiği, halka yönelik konferanslarda olmak üzere, 5000 Çekoslovak kronu toplamış. Bu fon Ermeni yetimler için oluşturulmuş olmasına rağmen, toplanan para 1937’ye kadar Kızılhaç’ta kalmış; kısa bir süre sonra II. Dünya Savaşı başladığı için, paranın bu yetim çocukların yararına kullanılıp kullanılmadığı meçhul. Hansa’nın Ermeni yetimlere yardım amacıyla bir dernek kurma çabaları, 1924 sonbaharında, birkaç hafta içinde, grup içi tartışmaların ardından son bulmuş. Hansa’nın hikâyesi iki dünya savaşı arasındaki dönemde Çekoslovak toplumunun modern insani yardım kuruluşları geliştirmeye henüz hazır olmadığına işaret ediyor. Sıradan bir insanın kişisel çabaları, kayda değer bir değişim yaratmak için yeterli olmasa da, doğru yönde atılmış adımlardı.
Ermenice öğreniyorsunuz. Ermeni tarihi ve kültürüne dair başka konular üzerine çalışmalar yapmayı planlıyor musunuz?
Şu anda, ulus devletin kuruluşu, sınırları ve etnik homojenleştirme çabalarını konu alan doktora tezim üzerine çalışıyorum. 20. yüzyılda Çek, Sırp ve Ermeni halklarını yaşadığı, şiddet içeren ve içermeyen etnik homojenleştirme süreçlerini karşılaştırıyorum. Belirli koşullar altında etnik temizliğe hatta soykırıma yol açabilen çatışmaların modern ulus devletler sistemi içindeki kurumsal kaynaklarını bulmaya çalışıyorum.
İleride, Harput’taki yabancılar topluluğuyla ilgili araştırmamı yeniden ele alıp, daha fazla Ermenice ve Türkçe kaynak kullanarak geliştirmek istiyorum.
Marek Jandák 1991’de, eski Çekoslovakya’da, Kolín şehrinde dünyaya geldi. Tarih alanında yüksek lisans yaptı. Çekçe yayımlanan, Ermeni Soykırımı’nı konu alan kitabı (2018) ödüle layık görüldü. Halen, Prag Charles Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İktisadi ve Sosyal Tarih Bölümü’nde doktora öğrencisidir. ‘Etnik Olarak Homojen Devlete Giden Yol’ başlıklı tezinde, Çek, Sırp ve Ermeni örneklerine odaklanarak, 20. yüzyılda ulus devletler sisteminin gelişimini ve barındırdığı çelişkileri incelemektedir.