MURAT CANKARA
Film gibi bir hayat dedikleri bu olsa gerek: “1854 - 55 Kırım Harbi bitmişti, Fransız askerleri denizden Fransa’ya dönüyorlardı. Vapurdan İzmir’e çıkan bir Fransız zâbiti, bir mağazada bir kumaş beğendi, fakat alamıyordu, mağaza sahibi fazla para istemişti. Mağazada çalışan Rum genci Fransız zâbitine, aldatılmak istenildiğini fısıldadı. Rum genci, mağaza sahibinin akrabasından Teodor Kasab’dı. Acemistan’da babasını, Arabistan’da ağabeyisini kaybettikten sonra, İzmir’de orta mektebi bitirmiş, akrabasının mağazasında çıraktı. Gencin namusu, Fransız zâbitinin tesadüfen hoşuna gitti, ve zâbit, genci Paris’e götürdü. Bu da bir başka tesadüftü: Fransız zâbiti Dumas Père’in yeğeni idi. İzmir’den gelen namuslu Rum gencini meşhur romancı da sevdi, ve bu sayede Teodor Kasap, Paris’te okudu. Son sınıf imtihanlarında mümeyyiz olarak bulunan Dumas, Rum gencinin değerini göziyle görmüştü, ve onu, yanına alarak kopyacılarının arasına kattı. İşte bu Teodor Kasap, meşhur Fransız romancısının hususi kâtipliğinde 13 yıl kalacak, romancı, bu hususi kâtibini pek sevecek, hattâ bir romanını baştan başa kendi el yazısiyle, ona hediye edecek.”
Mithat Cemal Kuntay, ‘Paris’te Bir Kayseri’li Rum Münevveri’ başlığı altında yazıyor bunları. (‘Namık Kemal Devrinin İnsanları ve Olayları Arasında’, haz. Ali Berktay, İş Bankası Yay., s. 586-7. Baskısı tükenen bu kitap geçtiğimiz aylarda Alfa Yay. tarafından tek cilt halinde yeniden basıldı.) Kasap’ın hayatı memleketimizdeki entelektüel hayatın noktalama işaretleri olan gazete çıkarma, gazetesi kapatılma, sürgün, memleket hasreti, hapis, kaçış, memlekete dönüş, göze girme, gözden düşme vb. ile devam edecek. (Abdülhamit’in daha o zamanlarda muhalif basınla başa çıkmak için geliştirdiği yöntemler gerçekten göz yaşartıcı; Kasap, affedildikten sonra saray kütüphanecisi olmuş). Türkiyeli okumuş yazmışların daha ziyade Osmanlı mizah basınının ‘Diyojen’, ‘Hayal’, ‘Çıngıraklı Tatar’ gibi erken örnekleri bağlamında tanıdığı Kasap’ın anlatılabilse film olacak hayatının kısa bir hikâyesini, modern Türk edebiyatı alanının çalışkan isimlerinden Seval Şahin’in bir önsözle birlikte yayına hazırladığı ‘Oyunlar’da bulabilirsiniz.
On kısa oyun
Kitapta Kasap’ın daha önce de basılmış ‘Pinti Hamit’ ve ‘İşkilli Memo’sunun yanı sıra (Mitos Boyut Yay.), 1873-7 yılları arasında ‘Hayal’de yayınlanmış on kısa oyun yer alıyor. (Darısı diğer metinlerinin başına). Şahin’in Latin harflerine aktarıp dipnotlandırdığı metinler içerisinde yalnızca Molière’in ‘Cimri’sinin ‘Türk âdetlerine uygun’ bir uyarlaması olan ‘Pinti Hamit’e ve belki de bir nebze, yine aynı yazarın başka bir oyunundan uyarlanan ‘İşkilli Memo’ya ‘oyun’ demek mümkün. (Dönemin anlayışına uyarak Kasap her ikisini de ‘tercüme’ olarak adlandırıyor, hatta ikincisini ‘ortaoyunu’ olarak vasıflandırıyor). Diğerleri daha ziyade kısa skeçler, güldür güldür sahneleri. Uyarlamaların kültür tarihi, edebiyat, tiyatro vb. alanlarda çalışanlar için iştah kabartıcılığı ortada. Osmanlı’nın milletler-üstü Molière sevdasının nedenlerinden tutun da niçin bu oyunların seçildiğine ve nasıl ‘Türk âdetlerine uygun’ hale getirildiklerine kadar sorular, sorular. Kitap bir yandan da Ahmet Vefik’inkiler gibi başka Molière uyarlamaları ya da tercümeleriyle karşılaştırmalı okumaları davet ediyor.
‘Oyunlar’da yer alan ve bir zamanlar ‘Hayal’de yayınlanmış kısa metinler ise dramatik yapıları, sanatsal yaratıcılıkları ya da özgünlükleriyle değil, Osmanlı toplumunun o yıllarına dair gösterdikleri nedeniyle kıymetli. Bu parçaların her birini dönemin ateşli tartışmalarına verilmiş tepkiler, yaşanan önemli gelişmeler hakkında karikatür balonlarını andıran diyaloglar şeklinde okumak mümkün. Bu kısa skeçlerde, örneğin, Terkos gölünden içme suyu getirilmesi tartışması üzerinden bilimsel söylem ve gazetecilik taşlanıyor; bir baba ve oğulları arasındaki ilişki üzerinden Batılı güçlerin Osmanlı milletlerini kışkırtıp, sonuç alamayınca da ortadan kaybolarak bu zavallı milletlerin başına bela olmaları eleştiriliyor; gazetecilik ve muharrirliğin yapıldığı koşullar karikatürleştiriliyor; memleket savaş içinde yangın yerine dönmüşken içki masasında vatanperverlik taslayanlar –evet, yazar Kayserili bir Rum’dur- hicvediliyor.
Gerek Teodor Kasap’ın şahsı gerek Latin harflerine aktarılarak bu kitapta okura sunulan oyunları, Osmanlı milletleri arasındaki kültürel alışveriş bağlamında da dikkate değer ipuçları sunuyor. Kasap genellikle Namık Kemal’le olan arkadaşlığı dolayısıyla tanınan, Türk araştırmacıların radarına giren bir isim olageldi. Kemal’in, tutuklu bulunduğu sırada, “Kasap Paşa, sen, âdeta hezeyân ediyorsun! Kemal’e, on beş günde bir mektup yazamayacak kadar da mı meşgûlsün!!!!!” diye not yazdığı birinden söz ediyoruz neticede (Şubat-Mart 1877, ‘Namık Kemal’in Husûsî Mektupları II’, haz. Fevziye Abdullah Tansel, Türk Tarih Kurumu, s. 15). Öte yandan Teodor Kasap’ı Osmanlı Rum, Ermeni ve Müslüman/Türk cemaatlerinin önde gelen münevverlerini içeren daha geniş bir ağ içerisinde düşünmek elbette çok daha verimli olacaktır. Örneğin, Hagop Vartovyan’la (Güllü Agop) didişmeleri. Kasap, Vartovyan’ı, ‘lisan-ı mâderzâdını’ yani anadilini doğru dürüst bilmediği halde ‘Hristiyan telaffuzuyla Türkçe söyleyen’ oyuncularla ‘bize’, yani Osmanlıya yabancı oyunlar oynamakla eleştirmişti. Ortaoyunu ve karagöz gibi geleneksel temsil formlarının Batılı tiyatro anlayışı lehine terk edilmesine ve küçümsenmesine de karşı çıkmış, bu konuda ateşli tartışmalara girmişti.
‘Alışveriş’ sorunu
Kasap’ın ‘Oyunlar’ı kültürler arasındaki ilişkilere odaklanırken, alışverişi nasıl ve nerede arayabileceğimiz hakkında da ilginç örnekler sunuyor bence. Zira Osmanlı milletlerinin kütür alanında birbirleriyle ne ölçüde temasta olduklarını belirleyebilmek adına şunları soruyoruz: Bu insanlar birbirlerini ne kadar tanıyorlar, birbirlerinin yazdıklarını okuyorlar mı, kitaplarında birbirlerine değiniyorlar mı? Yanıtları da ağırlıklı olarak ‘kitap’larda aramaya meyilliyiz. Oysa millî kimliklerin, dolayısıyla da millî dillerin revaç bulduğu bir zamanda kitaplar üzerinden kurulan iletişimin dil engeli yüzünden sekteye uğradığını; halbuki opera ve tiyatro gibi görsel iletişim biçimlerinin, ya da kendilerini daha geniş bir kamuya hitap etmekten kolay kolay alıkoyamayan ve bu nedenle de, örneğin, Ermeni ya da Yunan harfleriyle Türkçe yayın yapan basının, Ermenice bilmeyen Rumlara, Rumca bilmeyen Ermenilere ve Ermenice ya da Rumca bilmeyen Müslüman/Türklere farklı iletişim imkânları sunabildiğini hatırlamakta da fayda var. Diğer bir deyişle, Osmanlı milletlerinin kültürel alışverişinin izleri, bundan her neyi kast ediyor isek, asıl gazete köşelerinde, kitaplaşmamış metinlerde aranabilir/aranmalıdır; bunlar henüz tüketilmemiş, tüketilmişse bile bu gözle değil, bir zamanlar şimdi hayal bile edemeyeceğimiz kadar çalışkan fakat bir ulus kimliğine sıkı sıkıya bağlı ve inançlı alimler tarafından bambaşka bir kafayla bambaşka şeyleri arayarak ele alınmış kaynaklardır. (Tuncay Birkan’ın erken Cumhuriyet dönemindeki “edebiyat alanı”nı anlayabilmek için süreli yayınların ne kadar elzem olduğunu uzun uzun örneklendirdiği, kitaplar üzerinden gidildiğinde ne çok nüansı kaçırdığımızı ve yazar denen figürün o kadar da yabana atılmaması gerektiğini haklı olarak başımıza kaktığı ‘Dünya ile Devlet Arasında Türk Muharriri [1930-1960]’ [Metis Yay.] başlıklı çalışmasını bu vesileyle anmış olalım. Teodor Kasap gibi isimlerin, bırakın süreli yayınlardakileri de kapsayan toplu eserlerini, ayrıntılı biyografileri olmadan söylediğimiz pek çok şeyin âfâkî olduğunu kabul etmeliyiz).
İşte ufak bir örnek: Kasap, 21 Şubat 1874’te, ‘Hayal’in 32. sayısında, ‘Karnaval Esnasında Tüccarın Hali’ başlıklı bir oyun yayınlamıştı (kitapta s. 153-64). Bu “on iki meclis bir perde[lik] komedya”da, işleri yolunda gitmeyen, alacaklarını tahsil edemeyen, bu nedenle de borçlarını ödeyemeyen bir tüccar, art arda çeşitli kulüplerin ve millet adına hayır işleri yapan derneklerin temsilcileri tarafından ziyaret ediliyor ve onlarca balo bileti almak zorunda kalıyor. Hagop Baronyan ise o sıralarda ‘Tiyatro’ adlı bir dergi çıkarmakta, Vartovyan’ı ve kendisini Kasap’ın ‘Hayal’deki eleştirileri karşısında savunmakta; diğer bir deyişle ‘Hayal’i yakından takip etmekte, onun başmuharririyle polemiğe girmektedir (bkz. Kevork B. Bardakjian, ‘Sivri Dilli Dâhi: Hagop Baronyan’ın Siyasi ve Toplumsal Hicvi’, çev. Fırat Güllü ve Zeynep Okan, bgst Yay., s. 223-8). Baronyan daha sonra, 80’lerde, ‘Haşmetlü Dilenciler’ (metnin Jack Antreassian tarafından oyunlaştırılan versiyonunu çeviren Ayşan Sönmez, ‘Baronyan Oyunları’, bgst Yay.) ve ‘Adabı Muaşeretin Zararları’ (çev. Ararat Şekeryan ve Nıvart Taşcı, Can Yay.) başlıklı meşhur metinlerini yayınlayacaktı. Dikkatli okur, Baronyan’ın ve Kasap’ın bu metinleri arasındaki çarpıcı benzerliği hemen yakalayacaktır. Elbette bu tür durumları yalnızca milletlerin ortak deneyimlerinin edebiyata ve sanata yansıması ya da tevafuk olarak da görebiliriz. Ama yine de sorası geliyor insanın: Bu da mı alışveriş değil?
Oyunlar
Teodor Kasap
Hazırlayan: Seval Şahin
İstos Yayınları
248 sayfa.