CHP’nin Yerel Yönetimlerinden Sorumlu İletişim Uzmanı Ateş İlyas Başsoy’la 23 Haziran’da gerçekleşecek İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri öncesinde oluşan siyasi ve sosyal atmosferi konuştuk. 31 Mart yerel seçimleri öncesi Türkiye genelinde 80 ili dolaşan Başsoy, sadece İstanbul seçimini değil Türkiye genelinde yaşanan siyasi ve sosyal değişimi de değerlendirdi.
Kamuoyunda Ekrem İmamoğlu, sadece İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı değil, 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin de adayı olacakmış gibi bir algı var. Katıldığı TV programlarında kendisine yöneltilen sorular bu algıyı adeta pekiştiriyor. Siz bu kamuoyu algısı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Önce bu algının ilgili olduğu şahısla ilgili konuşayım. İmamoğlu’nun kendisinde böyle bir eğilim yok. İmamoğlu, İstanbul’a belediye başkanı olmak istiyor. Gelecekte ne olacağını bilemeyiz. “İstanbul’u yöneten Türkiye’yi yönetir” deniyor ama Malatya’yı yöneten de Türkiye’yi yönetebilir. Erdoğan’ın hikâyesi İstanbul’dan başladı ama herkesin hikâyesi farklı olabilir. 16 milyonluk İstanbul’u yönetecek kişinin dünya görüşünü öğrenmek için farklı sorular sorulması normal bir durum. Dünyanın sayılı şehirlerinden birisi olan İstanbul o kadar dinamik bir şehir ki ona İstanbul gibi bir başkan gerekiyor. İstanbul, Erdoğan’dan bu yana ‘star bir belediye başkanı’ çıkartamıyor. İstanbul dünyanın yıldızı ama onu yönetenler dünya yıldızı değiller. Erdoğan’dan sonra İstanbul’un yönetenlerin formasyonları geride kaldı. Öte yandan İstanbul, Ankara’dan yönetilmek istenmiyor. İstanbullu olan bir kişi İstanbul’u yönetsin isteniyor.
Neden?
Çünkü çok fazla genç insan yaşıyor İstanbul’da. ‘Yoksul’ dediğimiz klişe bile eskidi. İnsanlar çocuklarının bilgisayarlar ve cep telefonları için aplikasyon yapmasını, yeni mesleklere yönelmesini istiyor. Herkes kendi çocuğu için daha iyi bir gelecek hayal ediyor. İstanbul Belediye Başkanı böyle bir kişi olmalı. Örneğin, Başkan modadan çok iyi anlamalı. Çünkü İstanbul bir tekstil şehri ve katma değeri yüksek olmayan bir tekstil üretimi yapılıyor bu şehirde. Oysa modadan anlayan bir belediye başkanı Paris’ten, Milano’dan gelecek modacılarla konuşup, onlara yön verecek bir belediye başkanı olursa herhangi bir sıradan İstanbullunun cebine yüzde 10 – 20 daha fazla para girebilir. İmamoğlu, temel siyasi kodlar olarak Binali Yıldırım’dan çok farklı bir insan değil. Binali Yıldırım’ın dünya görüşüyle İmamoğlu’nunki arasında büyük farklar yok.
Peki fark nerede?
Örneğin sosyal medyada yayınlanan görüntülerde Binali Yıldırım’ın bilgisayar mausunu kullanamadığını gördük. Bunu onunla alay etmek için kullananlar oldu. Elbette bu çok çirkin bir şey, tasvip etmiyorum. Öte yandan Microsoft’un CEO’suyla konuşup İstanbul’da yeni bir yüksek teknoloji yatırımı yapılmasına ön ayak olacak bir başkan isteniyorsa işte o Ekrem İmamoğlu’dur. AKP’liler sürekli Türkiye’nin ne kadar büyüdüğünden, ne kadar değiştiğinden söz ediyor ama demek ki AKP geri kalıyor. Türkiye’de genç kuşakların kodları değişiyor. Bizim gençliğimizi tüketen başörtüsü yasağı üzerinden din kavgaları aşıldı artık. Genç kuşaklar bunları tarihsel kavgalar olarak görüyorlar ve üstelik o gençler çoğunluktalar. Halen Türkiye’nin yüzde 20’sini oluşturan 50 yaş üstü kuşak, geriye kalan yüzde 80’i yönetme kaygısında. Oysa dünyayı aslında 30’lu, 40’lı yaşlarında olanlar yönetiyor. 30’lu, 40’lı yaşlarında olanlar dünyada sanat, bilim, teknoloji üretimi yapıyorlar. 40’lı yaşlarındaki İmamoğlu onların akranı olduğu için ona oy veriyorlar.
Öte yandan 31 Mart’tan sonra İmamoğlu daha çok tanındı. 31 Mart’a kadar İstanbul belediye seçimi büyük ölçüde sadece İstanbulluları ilgilendiren bir konuydu. Bugün ise tüm Türkiye’nin gözleri İstanbul seçiminde. Ve iki aday var. İmamoğlu ve Binali Yıldırm. Hangisi İstanbul gibi dinamik? Hangisi İstanbul vizyonuna sahip? Böyle bakınca ben İmamoğlu’nun birkaç puan farkla seçimi kazanacağını düşünüyorum.
Peki, CHP’de ve CHP tabanında değişim var mı? CHP deyince akla ulusalcı, Kemalist, seçkinci kodlar geliyor. CHP tabanında gerçekten bir değişim var mı?
CHP, Türkiye’nin en eğitimli yüzde 20-25’inin çoğunluğunun oy verdiği bir parti. Bu insanların nasıl düşüneceğine CHP Genel Merkezi karar vermiyor. Genel Başkan, “Artık böyle düşünüyoruz” deyince CHP’liler öyle düşünmeye başlamıyorlar. İnsanlar tartışmaya devam ediyor. CHP’nin içinde pek çok tartışma var. Kürt sorunu ve Suriyeli mülteciler sorunu bunların başında geliyor. Azınlıklar konusu da tartışılıyor. Sonuçta Yılmaz Özdil de CHP’li, Mehmet Bekaroğlu da… Türkiye genelinde CHP’lilerle konuşurken, sevgi dilinin olması gerektiğini, Tayyip Erdoğan düşmanlığının hiçbir işe yaramadığını anlattım. Erdoğan’ı seven insanları ötekileştirmek, onlara “bidon kafa” demek, öncelikle ahlaken doğru değil. Çünkü onlar senin komşun, arkadaşın ya da yanında çalışan insanlar. Karşında yüzde 50’lik bir blok var. Hem AKP’deki hem de CHP’deki akıllı ve iyi niyetli insanlar, Türkiye’nin bu çatışmacı dilden uzaklaşması gerektiğinin farkında. Önce kendi içlerinde bunu tartışıyorlar sonra ortada buluşulacak bir zemin oluşuyor. Kesinlikle planlı değil, bu. Elbete her partinin içinde ve tabanında çatışmacı dilden hoşlanan insanlar var. Bombalar patlarken, insanlar ölürken bunların sesi daha fazla çıkıyor. Ama bunlar olmadığı zaman diyalogdan yana olan insanların sesi daha fazla çıkıyor.
CHP tabanında genel yönelim AKP tabanıyla diyalogdan yana… Erdoğan gibi Kılıçdaroğlu’nun da pek çok yanlışı olmuştur ama Kılıçdaroğlu’nun temel yönelimi, pek çok farklılığı içinde barındıran CHP’yi, bu büyük gemiyi ağır ağır doğru ve iyi bir yere çekmeye çalışmak. Kürt sorununda CHP’nin bugün geldiği nokta geçmişe göre daha olumlu bir nokta. Ama şunu da ekleyeyim; günümüzde Suriyeli mülteciler sorunu Kürt sorunun önüne geçmiş durumda. CHP tabanında Suryeli mülteciler konusunda ne yapılması gerektiği en önemli tartışma gündemlerinden birisi.
‘Muhalefet esnaflığı’ kavramını sık sık kullanıyorsunuz. Bunu açar mısınız?
Suriyeli mültecilerle ilgili bir örnek vereyim. İnsanların önyargıları var. Mesela “Suriyeliler bizi öldürecek, bize kötülük yapacaklar” diyerek, birileri bu fikri pazarlamaya başladığı zaman bu kişiler bu önyargılar üzerinden beğeni kazanıp, rant elde ediyorlar. Buna muhalefet esnaflığı diyorum. AKP’nin karşsındaki muhalefet böyle çok zaman kaybetti. “Göbeğini kaşıyan adam” dediler. Oysa AKP’ye oy verenler kafasını kaşıyacak vakit bulamayan emekçiler. Bu şehirde ayakta kalmak için 3 tane iş yapan insanlar bunlar. “Göbeğini kaşıyan adam” siyasetten geçinen insanlar ise bunlardan CHP’de de, HDP’de de var. Ben 2013’te İstanbul’un varoşlarından birinde bir eve gittim. Çarşaflı, 23 yaşında evli 3 çocuklu bir kadınla karşılaştım. Çok güzel bir Türkçeyle, “Biz falanca aşiretteniz. Ben evden çıktığımda nereye gittiğim belli değilse akşam eve döndüğümde bizim aşiretten biri gelir beni vurur. Ama 3 çocuğumu bu soğukta yaşatmaya çalışıyorum. Kocam uyuşturucu bağımlısı. Eve pek gelmez, gelince de beni dövmek için gelir. Bu aşirette beni öldürecek çok kişi çıkar ama bana ekmek verecek bir kişi çıkmaz. Buradaki belediye evime sürekli gıda yardımı yapıyor. Sizce ben oyunu makarnaya satan aşağılık bir hırsız mıyım?” dedi. İşte muhalefet esnafları yerden ısıtmalı, jakuzili evlerinde otururken bu insanları aşağılayıp, ötekileştirdiler. Ben bu muhalefet anlayışına karşı savaş açtım. Bu seçim kampanyası da bu savaşın ürünüdür. Her gittiğim yerde, “AKP’liler düşmanımız filan değil. Onlar da kardeşimiz. Onlar da biz de hata yapabiliriz. Onlar kötü bir şey yaptıklarını düşünmüyorlar” dedim. Milan Kundera’nın bir sözü var: “Vurduğun yer, kimlik olur”. İnsanlara vurduğunuz nokta onların kimlikleri oluyor. 31 Mart’ta başarı kazandıysak muhalefet esnaflarını yendiğimiz için başarı kazandık. Daha da çok yenseydik daha da başarılı olurduk.
AKP tabanında farklı arayışlar gözlemliyor musunuz? Yeni parti arayışlarından söz ediliyor. Bu arayışların tabanda karşılığı var mı?
Buna bir araştırmacı olarak cevap vereyim. Her ne yaparsa yapsın Tayyip Erdağan’a oy verecek yüzde 30’luk bir kitle var. Yani AKP seçmeninin yüzde 60’ı. Ama seçmenin yüzde 20’si yani AKP’ye oy verenlerin yüzde 40’ı AKP’ye ödünç oy verenlerden oluşuyor. İşte o kesimin rahatsızlıkları var. O kesim AKP’den uzaklaşırsa AKP’nin yüzde 30’la iktidar olma şansı yok. AKP, kurulduğundan beri bir koalisyon partisidir. Tayyip Erdoğan’a yüzde yüz biat edenler var. Ama bu kesim büyümüyor hatta zaman içinde küçülüyor. ‘A Haber kuşağı’ dediğimiz bir kuşak var. Ancak bunların oranı düşüyor çünkü artık AKP medyası kendi tabanında da inandırıcılığını yitiriyor. Gerçeklerden bu kadar uzaklaşırsanız bu kaçınılmaz olur. Öte yandan İmamoğlu’nun medyası olmamasına rağmen CHP’nin çok üstünde oy alıyor. Çünkü kendisi inandırıcı olmayı başarırken karşı taraf da sürekli inandırıcılığını yitiriyor.
AKP’nin 15 Temmuz 2016’da hayatını kaybeden iletişim uzmanı Erol Olçok’tan sonra iletişim ve seçim kampanyaları konusunda ciddi sorunlar yaşadığı söyleniyor. Bir iletişim uzmanı olarak buna katılıyor musunuz?
Erol Olçok önemli, değerli bir iletişim uzmanıydı. Ama sanıyorum Olçok da olsa bir şey yapamazdı. Daha önceleri AKP farklı seslerin olduğu bir partiydi. Farklı sesler olmadıktan sonra en iyi reklamcı da olsa bir şey yapamaz. CHP’ yönetimi beni desteklemeseydi bir şey yapamazdım. Erol Olçok yaşasaydı belki de tasfiye edilmiş olurdu. Bir reklamcı, bülten yazarı değildir. Patron istediği için bir şey yapmaz. Halk ne istiyorsa onu yapar. AKP’de böyle bir iklim yok. Ben CHP’de neden değil sonucum aslında. Tıpkı İmamoğlu’nun da sonuç olması gibi. Parti nasıl bir belediye başkanı adayı göstermeye karar verirse ona göre bir ajansla çalışır. Bu, CHP’nin ve tabanının geldiği olgunlukla ilgili. 10 yıl önce komaya girmiş bir CHP’li, 10 yıl sonra gözünü açıp CHP’ye baksa ne kadar büyük bir değişim olduğunu görür. CHP değişiyor ve bu değişim de olumlu bir değişim; umarım sürer.