MURAT CANKARA
Wajdi Mouawad ismini bir film vesilesiyle öğrenmiştim: ‘Incendies’ (2010). Âdet olduğu üzere, filmi izlemeye bile gerek bırakmayacak bir isabet ve kuşatıcılıkla Türkçeleştirilmiş: ‘İçimdeki Yangın’. Mouawad, aynı adlı oyunundan uyarlanan filmin senaryo yazarlarından biri. Filmde, ölen annelerinin vasiyetini yerine getirmek için Ortadoğu’ya seyahat ederek köklerini arayan ikiz kardeşlerin hikâyesi anlatılıyor. “Sarsıcı dedikleri bu olsa gerek” diye geçirmiştim içimden; “olmaz olsun böyle kökler”. İmge Yayınları’nın çiçeği burnunda ‘Çağdaş Tiyatro Kitaplığı’ serisinden Ayberk Erkay güzel-çevirisiyle çıkan ‘Kıyı’yı görünce (Moda Sahnesi tarafından da oynanıyormuş), filmden dilim yanmış olduğu halde kendimi tutamadım.
Lübnan’dan Kanada’ya
Mouawad 1968’de Lübnan’da dünyaya gelmiş, sekiz yaşındayken iç savaş yüzünden önce Paris’e, oradan da 1983’te Kanada’ya göçmek zorunda kalmış. Tiyatro eğitimi aldıktan sonra tiyatrolar kurmuş, oyunlar yazıp yönetmiş, ödüller almış; üstelik çocuklar için hikâyeler ve romanlar da yazıyormuş. Hatta bu oyunlarından biriyle (Yalnız), Vecdî adıyla olmasa da, 21. İstanbul Tiyatro Festivali’ne de konuk olmuş. Kısacası neymiş: Canını ülkenize zor atan mülteciler veya çocuklarından biri, günün birinde ‘büyük insan’ olup dünyada çağdaş oyun yazarlığının (ya da başka bir şeyin) en önemli temsilcilerinden biri olup çıkıverebiliyor; sizin pervasızca kendinize ait gördüğünüz dünya ve kavramlarla oynayıp kendi hikâyesini anlatarak ağzınızı açık bırakabiliyormuş.
Gelelim ‘Kıyı’ya. Esmer bir Suriyeli Hıristiyan genç Türkiye’ye iltica etse (ülkesi için savaşamayacak kadar korkak olduğu için değil; belki iki ateş arasında kaldığı için, belki savaş onun savaşı olmadığı için ya da sırf sevdikleri uğruna, kedisi filan için, hem de dedesi, çok uzak olmayan bir zamanda, başka bir memleketten Suriye topraklarına iltica ettirildiği halde); burada beyaz bir Müslüman kızıyla birbirlerini sevseler, kızın ailesi bu işten pek hoşlanmasa da evlenmeyi başarsalar, kız hamile kalsa, kendi canını bir oğlan çocuğuna devredip bu dünyadan göçse, genç adam bunun acısıyla oğlundan, kendinden, dünyadan kaçarak kendini oradan oraya vursa ve nihayet, özlediğine kavuşmak üzere mültecisi ve esmeri olduğu bu ülkenin bir parkındaki bir bankta nefeslerinden sonuncusunu veriverse, artık büyümüş olan oğlu (büyürken pek de göremediği) babasını -doğal olarak- hiç görmediği annesinin yanına gömmek istese, kızın ailesi (görünüşte kızın ölümünden bu esmer genci sorumlu tuttukları için ama aslında bu genç esmer ve Hristiyan olup kendi dillerini aksansız konuşmayı bile beceremediğinden) buna şiddetle karşı çıksa, oğlan da babasını alıp dedesinin mültecisi babasınınsa yerlisi olduğu ülkeye giderek onu gömecek bir toprak parçası arasa, o topraklarda iç-dış savaşlar hiç bitmemiş olduğundan artık ölüleri gömecek bir karış toprak bulunamasa, nasıl “orada” esmer bir mülteci olduğu için bir ölüden toprağı esirgeyenler varsa “burada” da başka bir ülkeye iltica ettiği için toprağı ona çok görenler olsa, ömrü hayatlarında savaştan başka şey görmeyip artık ölülerini bile gömemeyen gençlerin elinde yalnızca isimler ve hikâyeler kalsa, bu gençlerin yolları Bremen mızıkacıları gibi kesişse, gide gide sonunda bir kıyıya, bir denize varsalar.
İşte buna benzer bir hikâye, ‘Kıyı’daki. Elbette bu hikâye değil; Ortadoğu-Batı hattında göç, savaş, ötekilik ve daha başka şeyler üzerine sert ve teknik açıdan oyunbaz bir metin: Şiddet ve cinsellik, yoğun metinlerarasılık, hayalle gerçek arasında gidip gelmeler, oyun içinde film ve dahası. Şahsen en önemsediğim yanlarından biriyse ‘trajik’ kavramıyla ilişkilenme biçimi. Burada yalnızca metnin bariz bir biçimde Oidipus ve Antigone gibi trajik kahramanlara göndermelerle örülmesinden söz etmiyorum. Raymond Williams’ın açtığı yolda, günümüzde ve artık Antik Yunan dünyasından upuzak olduğu aşikâr dünyamızda ‘trajedi’ ve ‘trajik’ kavramlarını yeniden düşünmek; bugün, burada trajik olan nedir sorusuna verilebilecek yanıtlar üzerine tartışmak için bir fırsattan söz ediyorum.
‘Kıyı’daki bir toprak kavgası; ama Seferoğulları’yla Tellioğulları arasındaki türden bir mülk kavgası değil şüphesiz. Hrant Dink’in bize hatırlattığı türden bir kavga bu; gelip dibine gömülebilmek için toprak kavgası. Nefretinden ölülerin bile kurtulamadığı çatık kaşlı ülkemizde; denizlerle kıyıların yaşayacak ve ölecekler için olduğu kadar ölmüşler için bile yegâne özgürlük haline geldiği dünyamızda gani gani karşılığı olsun istiyor insan.
Kıyı
Wajdi Mouawad
Çeviri: Ayberk Erkay
İmge Kitabevi
191 sayfa.