ADNAN SARAÇOĞLU
Sen de Çocuktun Hatırla Oni!
Okul endüstrisine iyice alıştığımız yirminci yüzyılda ve alternatiflerin belirmeye başlamasına rağmen çoğu çocuğun mahkum olduğu rekabetçi okul çağında, çocuk ve ebeveyn arasında geçmesini beklediğimiz ve istediğimiz muhayyel konuşmadan birkaç cümleydi yukarıdaki satırlar.
Fedakârlık ve daha çok çalışma, rakiplere karşı uyanık olma, iyi bir liseye, üniversiteye girip “hayatını garantiye almak” için ödevler, projeler hazırlamak, testler çözmek... bitmiyor! Akıllı, mantıklı konuşacak birilerini bulup daha köklü bir değişiklik yapılana kadar sivil itaatsizlik galiba tek çare. Kendisi de öğretmen olan Steven B. Frank, ‘Sınıfta İsyan Var’ kitabında, söz konusu sivil itaatsizliğin anatomisine odaklanmış.
Sam’in isyanı
Altıncı sınıf öğrencisi Sam, “çocukluğuna dayanan ödev”e isyan eder ve okuldan uzaklaştırılır. Basit bir özür ve uzlaşma, onlardan biri olmasına yetecekken, o kendi yolunu taş taş döşemeyi, adeta Sisyphos’un bitmez çilesini sahiplenmeyi seçer. Yalnız değildir bu yolda; başta babası ve ablası, ortada arkadaşları ve emekli avukat komşusu ve sonda ülkenin bütün çocukları Sam’in kayasından bir parça koparıp yükünü hafifletirler.
Çok yönlü yapısı ve zengin içeriğiyle kitap onlu yaşlardaki çocuğa o kadar çok şey söylüyor ve dostane sırtını sıvazlarken dimağını öylesine güçlendiriyor ki... Hammurabi, Wilt Chamberlain, Sisyphos söyleni, Darth Vader, Herbie Hancock, Çumaş yerlileri, Mad dergisi, karbon ayak izi, Saruman, Snoopy, İlyada, Dr. Seuss, Los Angeles Times gazetesi, Cat Stevens, animatronik, John James Audubon, Rosa Parks, Gandhi vb. kurgunun içindeki anlamlı duraklar olarak okurun merakını ve öğrenme isteğini kışkırtıyor.
Yüksek mahkemenin kabaca nasıl işlediğini anlıyor, haklar- sorumluluklar- ihlaller üçgeninde mütevazı hukuk formasyonumuzu tamamlıyoruz. Ödev yaparak ödev karşıtı ayaklanmanın finanse edilmesi gibi tatlı bir paradoksun ortasında, sosyal medyanın verimli kullanılarak kolektif çabanın nasıl bir çığ gibi büyüyerek güçlendiğini, yöneticilerin kural diye kanun diye vazettiği çoğu şeyin aslı astarı olmayan kof teamüller olduğunu bir kez daha fark ediyoruz.
Montgomery otobüs boykotunda on binlerce Afro-Amerika’lı yurttaş on beş gün boyunca yürüyerek “eşit toplu taşıma” haklarını kazanmıştı. Sam ve arkadaşları ise kısa sürede viral olacak videolarıyla okulu boykota çağırıyorlar çocukluklarını kazanmak isteyen akranlarını. Bir hayalleri var onların: Birgün, hiç ödev almadan geçirecekleri okul günlerine, piyano çalacakları, ağaç ev yapacakları, resim yapacakları, sevdikleri kitabı okuyabilecekleri günlere kavuşacaklar!
Karakterlerin canlı, sahici ve esprili olduklarını, çocuk zihninin dinamizmini yansıttığını, oradan şuraya kolayca sıçrayıp hızlıca odak değiştirebildiklerini görüyoruz. Diyaloglardaki akıcılık, bir mantık dizgesi takip ediliyorken oradan muzipçe sıyrılıp espriyi patlatması ise Çocuk Edebiyatında daha sık görmeyi isteyip maalesef nadiren rastladığımız becerilerden.
Davanın finansmanı sağlanmış, on binlerce kişinin gür ve sürekli sesi, sivil itaatsizlikten makul isyana evrilen harekete omuz ve yürek vermiş, topu alengirli hukukun ön görülemez işleyişine atmıştı. Çocuklar burada da edilgen kaderciliği değil, etken inşa eden ve özne olmaktan bir an vazgeçmeyen kader yazıcılığını tercih ediyorlar: Yüce Mahkeme’nin tüm hakimlerini, ana-babalarını, kardeşlerini-yoldaşlarını tanır gibi tanımaya çalışıyorlar. Karar aşamasında rol oynayabilecek kişisel eğilimleri mümkün olduğunca dizginlemek ve menfaatlerine çevirmek “çocuk oyuncağı”dır!
Çocukların yetişkin ortağı, Sam’in emekli avukat komşusu Bay Kalman davaya dakikalar kala sırra kadem basar! Gene mi yetişkin kazığı? Sam’in bilmişlikten bilgeliğe geçmesi muhtemel ablası Sadie kıyamet öncesinin hızlı temposunda şıpınişi avukat oluverir! Bu kadar kritik aşamada, bu kadar deneyimsiz bir “hukukçu”, hukuk cambazı ihtiyarların ve cin fikirli davalı avukatın karşısında...
Kitap mahkeme sürecini, deşifre edilmiş diyaloglar şeklinde karşımıza çıkarıyor. Bakış açılarının; mutlak doğru ya da yanlışı, iyiyi ya da kötüyü değil, eğilimleri, beklentileri, konumları ve alışkanlıkları yansıttığına tanık oluyoruz. Ama bir şey çok açık: Ödev eksenli eğitim anlayışı çocukları özneleştirmekten ziyade onları yetişkinler ve sistemin işleyişi lehine araçsallaştırıyor.
Kendi seslerini duyar, kendi akıllarına eseni yaparlarsa maazallah tüm eğitim paradigmasının çökeceğini düşünüyorlar. Çocukların omuzlarından ayaklarınızı, akıllarından burunlarınızı çekiniz lütfen!
Sınıfta İsyan Var
Steven B. Frank
Çeviri: Gülfer Kırbaş
Nota Bene Yayınları
304 sayfa.