Suriye’de siyaset son bir buçuk senede başarısız olmuş durumda. Bugün Suriye’de barış ve savaş, geleceğin anahtarlarına sahip savaşçıların avcunun içinde. Siyasetin bu başarısızlığı Suriye’nin bağımsızlığından beri süregelen temel siyasi açmazları hatırlattı: Hüsnü Zaim, Adip Şişakli ve diğerlerini iktidara davet eden, Suriye siyasi elitinin bölünmüşlüğü ve başarısızlığı değil miydi?
VICKEN CHETERIAN
Kofi Annan, Suriye’deki çatışmaları sonlandıracak siyasi bir çözüme inanan – ya da en azından bunu deneyen – tek insandı. Suriye’ye uluslararası elçi olarak atandığı Şubat ayından beri, bölgede ateşkes ilan edecek ve akabinde Suriye’de geçiş dönemini işletecek düzeni belirleyecek siyasi süreci başlatacak altı maddelik bir tasarı üzerinde durdu. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Suriyeli otoriteleri savunan Rusya ve Çin ile Şam’a karşı “sert” tedbirler alınmasını öneren Batı devletleri arasında 19 Temmuz’da yaşanan uyuşmazlık daimi görüş farklılıkları arasında bir köprü kurulamayacağını gösterdi. Aynı zamanda gösterdi ki, Annan, tasarısının asgari düzeyde bir başarı şansı olması için bile gereken uluslararası desteğe sahip değildi. Çatışmaların yoğunlaşması sebebiyle BM gözlemcilerinin yarısı zaten Suriye’yi terk etmişti. Annan’ın 2 Ağustos’taki istifası sadece durumu kabullenmek anlamına geliyordu. Şu an tek diplomatik girişim de ölü durumda.
Güvenlik çözümünün başarısızlığı
Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ülkesinde siyasi sorunlarla yalnız güvenlik tertibatıyla yüzleşmeyi tercih etti. Suriye iktidarının “güvenlik” tercihi, ayaklanmaların yarattığı yeni gerçekliğe hitap edebilecek siyasi araçları sürekli olarak dışladı. Mart 2011’de Dera’da başlayan ayaklanmalar özgürlük ve temel hakları talep eden siyasi sorular ortaya çıkardı, fakat Suriye Cumhurbaşkanı yükselen hareketi helak etmeyi tercih etti. Dera, Hama ve başka yerlerdeki bu güç, başlangıçta rejimin sahip olduğu çeşitli güvenlik makamları tarafından kıstırılmış durumdaydı. Göstericilerin sakin kalınması yönündeki ısrarlı talepleri inatla gerçek mermi ateşiyle karşılık gördü. Eylemlerin yeni köy, kasaba ve bölgelere sıçramasıyla güvenlik makamları yetersiz kalmaya başladı ve sayıları katlanmaya devam eden göstericilerin bastırılması için askeri birlikler göreve çağrıldı.
Suriye’nin güvenlik ve askeri yapılanması çatışmaya bu denli uzun süre devam etmekle inanılmaz katı bir tutum gösterdi. Ne var ki bu katı tutum aynı zamanda onların zayıf karnıydı. Çünkü ordu her ne kadar ağır silahlar, büyük toplar ve gelişi güzel cephane kullanma olanaklarına sahip olsa da, gerilla savaşına adapte olması için gereken taktikleri uygulayamadı. Bu muazzam güç kullanımı büyük ölçüde hasmına korku salmak ve özgürlük taleplerinin gerektirdiği ağır bedeli göstererek onları tehdit etmek içindi.
Suriyeli otoriteler Baba Amr mevkisinde muhalefete karşı elde ettiği zaferi kutlarken silahlı direnişe bir son verdiklerini düşünüyorlardı. Esasında en son savaşta olanlara dayanarak bir sonrakini tasarlayan generalleri andırıyorlardı: 2012’deki Baba Amr 1982’deki Hama değildi ve cephe genişlemeye devam etti. İdlib, Der Zor, sonra Şam ve Halep, Suriye ordusunun kaynaklarını eritmeye devam etti ve şu an durum aşırı gergin. Korkutma işlemi başarısız oldu ve isyan yayıldı ve silah kuşandı, hükümet birlikleri ise daha da ağır silahlar kullandı: 2011 yazında Hama’da tanklar, Şubat 2012’de Homs’ta ağır topçu ateşi, Mayıs’ta Rastan’daki saldırılarda kullanılan savaş helikopterleri ve Temmuz’da Halep’te askeri jetlerle taarruz… Otoriteler bütün mahalleleri, köyleri ve kasabaları ateşe tutarak bunları isyana doğru, tam Hür Suriye Ordusu’nun kucağına itti.
Hayret verici ve anlaması güç olan şey ise Suriye Cumhurbaşkanı’nın krize yönelik herhangi bir siyasi enstrüman kullanmayı reddetmesi. Bu yılın ilk yarısında Suriyeli otoriteler yeni bir anayasa için halkoylaması (Şubat 26) ve parlamento seçimleri düzenlediler (Mayıs 7). Bu iki siyasi gelişmenin Beşar Esad’ın geçtiğimiz yıl verdiği reform vaatlerini somutlaştırması ve çok partili bir siyasi sistemin ilk adımları olması gerekiyordu. Halbuki ne eskinin muhalefet figürleri ne de popüler ayaklanmalar şeklinde yükselen yeni siyasi güçler bu iki gelişmenin şekillendirilmesi sürecine davet edildi. Toplumun siyasi ajandasındaki en önemli hadise olan parlamento seçimleri eşsiz bir şekilde siyasete karşı kılındı. Baas Partisi yeni halk meclisi üzerindeki hegemonyasını muhafaza etti. Sistemin katılığı manevra kabiliyetini kısıtladı ve Suriye’nin siyasi kurumlarına yeniden şekil verebilecek yeni figürlerin ve siyasi aktörlerin meydana çıkmasını engelledi. Suriyeli otoritelerin sadece muhalefetin katılımını engellemek için bu tür siyasi adımlar tasarlamaları hayret uyandırıcı. Yitirilen başka bir şans daha…
Siyasi muhalefetten silahlı direnişe
Suriye’deki siyasi muhalefetin yüzünü göstermesi çok zaman aldı: Suriye Ulusal Konseyi (SUK) daha 23 Ağustos 2011’de ilan edildi; ayaklanmaların başlamasından beş aydan fazla bir süre sonra. SUK, Suriyeli muhalefetin etrafında örgütlendiği en önemli yapı haline geldi. Büyük ölçüde sürgündeki Suriyeli muhaliflerden oluşan SUK’un zamana ihtiyacı vardı; geçmişte kendi anavatanlarında kayda değer herhangi bir siyasi aktiviteye katılmalarına izin verilmiyordu, zaten sürgün koşulları da buna el vermiyordu.
Bir anlamda pek çok SUK üyesi siyaseti icra ederek öğreniyor. Ne var ki SUK’u Suriye ayaklanmalarının siyasi lideri olarak konumlandırabilecek gerekli kabiliyeti ve uyumu ortaya koymakta başarısız oldular. SUK neredeyse her konuda tartışmalara sahne oldu: Devrimin pasifist ya da silahlı bir karakter alıp almayacağı konusu Mart’ta SUK’tan Heysem Melih gibi bazı figürlerin ayrılmasına neden oldu; yabancı müdahaleye izin verilip verilmeyeceği; başkanın üç ay mı yoksa bir sene mi kalacağı… SUK içindeki tartışmalar pek de Müslüman Kardeşler ve seküler oluşumlar arasında değil, daha çok şahsiyetler üzerinden yürüdü. SUK’un önde gelen figürlerinden George Sabra ve Besma Kodmani arasında Baas rejimi aktörlerinin gelecekteki geçiş dönemi hükümetine (muhtemelen Manaf Talas’ın geçiş dönemi hükümetine liderlik edeceği söylentilerine atfen) kabul edilebileceği üzerine yaşanan karşıtlık SUK’un olayları şekillendirmek bir yana takip etmekte dahi nasıl da başarısız olduğunu hatırlatan bir durum.
SUK’un iç sorunları Suriye siyasi muhalefetinin yaşadığı daha büyük çarpıklıkları yansıtıyor: protesto hareketinin erken dönemde yaşadığı bastırma onun ulusal çapta bir alternatife dönüşmesine izin vermedi. Suriye’nin kendi Tahrir Meydanı’na sahip olmasına yol verilmedi. Çoğunlukla ülkeyi onlarca yıl önce terk etmiş aktivistlerden oluşan siyasi muhalefet sürgün kalmaya devam etti. Protesto hareketlerine katılan yeni aktivistlerse tutuklandı, işkence gördü, öldürüldü ve kurtulabilenlerin çoğu komşu ülkelere kaçtı. Bir buçuk sene boyunca protesto hareketleri tali kentlerden gerilla savaşına daha uygun olan kırsala doğru geçiş yaptı.
Bu değişimler isyan hareketinde yaşanan sosyolojik ve aynı zamanda ideolojik geçişleri yansıtıyor. Suriye’de eskinin muhalif hareketi ve benzer şekilde 2011’in protesto hareketleri orta sınıfa mensup eğitimli ve yoksullaşmış kadın ve erkeklerdi, sloganları seküler ve siyasiydi. 2012’de ise direniş savaşçıları ya asker firarisi ya da taşra insanı ve söylemleri oldukça din temelli.
Suriye’de siyaset son bir buçuk senede başarısız olmuş durumda. Bugün Suriye’de barış ve savaş geleceğin anahtarlarına sahip savaşçıların avcunun içinde. Siyasetin bu başarısızlığı Suriye’nin bağımsızlığından beri süregelen temel siyasi açmazlarını hatırlattı: Hüsnü Zaim, Adip Şişakli ve diğerlerini iktidara davet eden Suriye siyasi elitinin bölünmüşlüğü ve başarısızlığı değil miydi? Bugün Suriyeli siyasetçiler, kişisel ve ideolojik eğilimlerinden sıyrılıp birleşmek ve önderlik etmekteki basiretsizliklerini tekrar ortaya koydular. Suriye bugün siyasi önderliğe her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyor.