BANU YILDIRAN GENÇ
Kirk sayfalarında birkaç kez ‘Yüz Kitap’ın öykü kitaplarından bahsetmişliğim var. Yayın hayatına başlayalı dört yılı geçen ‘Yüz Kitap’, başarılı çizgisi, Türkiye okurlarına tanıttığı yeni yazarları, kitaplarının ustalıklı çevirisi ve müthiş kapaklarıyla iyi edebiyatı takip eden tüm okurların kütüphanesinde en azından birkaç kitabıyla yer alıyor. Şimdiye dek sadece öykü türündeki kitaplarına geçtiğimiz aydan itibaren romanla da devam etme kararı aldılar ki bu haber hepimizi sevindirdi.
Bu kez on beşinci öykü kitabından, Carys Davies’in ‘Kuytu’sundan bahsetmek istiyorum. Galli yazar okuduğumdan beri etkisinden çıkamadığım öyküler yazmış. Her zaman olduğu gibi yine çok iyi bir yazarla tanışmış oldum. Hemen hemen tüm öykülerde bir kırılma noktası var, bu okuru bazen çok şaşırtan, bazen sadece “Aaa hiç aklıma gelmemişti!” dedirten bir nokta ve Carys Davies bunu duygusal, acıklı, esprili... her biçimde ustaca başarıyor. Bir yazarın alametifarikası varsa eğer, Davies’inki de bu. Okurun kafasında soru işaretleri belirmeye başlamış, “bir gariplik var bu öyküde” derken, pat diye önüne bırakılan o çarpıcı cümle gerçekten öyküyü bambaşka bir boyuta taşıyor.
‘Sessizlik’
İlk öykü ‘Sessizlik’ aslında Davies’in tarzını en çok belli eden öykülerden biri. Davies atmosfer kurma konusunda da çok başarılı, kırılma noktalarının bu denli etkili olmasının bir nedeni de okurun ikinci sayfada bile olsa kendini çoktan o atmosfere kaptırmış olması. Bu öyküde de önce yeni evlendiği kocası Thomas’la Liverpool’dan ıssız bir kasabaya yaşamaya gelmiş olan Susan Boyce anlatılıyor. Susan’ın derme çatma kulübesinde yalnız bir hâlde temizlik yaparken habire onu ziyarete gelen komşusu Henry Fowler’dan duyduğu rahatsızlığı neredeyse biz de hissediyoruz. Kocası yokken çıkıp geliveren bu bekâr komşuyu çaya davet etmek istemezken o soğukta davet etmemesinin de ayıp olacağı düşüncesi ve ikilemi bizi de çileden çıkartıyor. Susan’ın bir derdi olduğunu anlıyoruz, dertleşebileceği bir kadın komşu istemesi, doktora gitmişken konuşmaya karar verip çekinmesi, kasabada kilise ve tabii rahip olmamasından duyduğu eksiklikten hissediyoruz bunu. Ve öykünün ikinci yarısında Tanrı anlatıcı Henry Fowler’ı anlatmaya başlıyor: “Koyun postundan yeleği çatırdadı; söze nereden başlayacağını bilemiyordu. Oysa buraya gelmeden önce aynanın karşısına geçip yarı çıplak bedenine bakarak bir saat boyunca söyleyeceklerini prova etmiş ve her şey yolunda gitmişti.” Davies’in seçtiği anlatıcılar öykünün o ani değişimine uygun olacak biçimde hiçbir şey belli etmiyor, buradaki Tanrı anlatıcı da alışık olduğumuz her şeyi bilen anlatıcılar gibi değil. Öykü boyunca bize hissettirilen tedirginlik, Susan’ın Henry’den huylanması ve bir de üstüne Henry’nin yarı çıplak bir şeyler söylemeyi prova ettiğini öğrenmemiz... Carys Davies’in ne düşünmemizi istediği belli ve bu beklentiyi ustalıkla ters yüz ediyor. Tabii öykünün sonunu açık etmek istemediğimden daha fazla bir şey söyleyemeyeceğim ama her sözcüğü, her noktalamayı incelikli bir biçimde düşünmüş, anlatıcı ve diyalogları tam da kurduğu öyküye hizmet etmesi için kullanabilmiş bir yazar karşımızdaki. Bu nedenle yazarlık atölyelerinde örnek metin olarak rahatlıkla okutulabilir.
Kitap kraliçenin yalnızlığının anlatıldığı ‘Jübile’, Charlotte Brontë’nin hayal kırıklığı dolu bir gününü anlatan ‘Bone’, kaybolup giden kocalarını sadece gömebilme ihtimalinin bile nasıl bir duygu olduğunu iliğinize kadar hissettiren ‘Hawk Koyu’ndaki Mucize’, muhafazakâr bir kasabada çok ilginç bir cinsiyet değiştirme vakasının anlatıldığı ‘Ceket’ gibi birçok güzel öyküyle dolu. Fakat ilk öykü ‘Sessizlik’le birlikte beni sarsan toplam üç öykü oldu. Kitabın orijinal adını aldığı öykü ‘Galen Pike’ın Kefareti’ en etkileyici öykülerden biri, idam edilecek Galen Pike’ın son günlerinde ona destek olmaya giden Yehova şahidi Patience Haig’le iletişimi, ödediği kefareti ve sonu, ölüm cezasının korkutuculuğunu tekrar tekrar anımsatıyor.
Son öykü
Son öykü Creed ise bence en duygusal öyküydü, yine bir gariplik olduğunu hissede hissede okuduğumuz öyküde karısı öldükten sonra Tanrı’ya yüz çevirip inzivaya çekilmiş Creed’in evine gitmeye çalışan köyün müteveffa papazının kızı Ruth’a, yaşadıkları kasabanın kimsesiz hâle gelmesine, Ruth’un evini bir türlü bırakamamasına tanıklık ediyoruz. Ve yine bir cümleyle Carys Davies bizi alt üst ediyor, öykü bambaşka bir yere doğru akmaya başlıyor ve en baştan beri hissettiğimiz garipliğin sonu gözyaşı oluyor.
Kuytu’yu öykü konusunda kafa yoran, yazan, yazmak isteyen, iyisini arayan herkesin okumasını tavsiye ederim. Yasemin Akbaş’ın ustalıklı çevirisiyle.
Kuytu
Carys Davies
Çeviri: Yasemin Akbaş
Yüz Kitap
134 sayfa.