BÜRKEM CEVHER
MonoKL Yayınları’nın ‘Yapraklar Evi’ni yayınlaması bu senenin en önemli edebiyat olayları arasında ilk üçe girer sanırım. Mark Z. Danielewski’nin kült romanı ‘Yapraklar Evi’ni yayınlamak için özel bir mizanpaj ve basım tekniği gerekiyor çünkü; her yayınevinin göze alabileceği bir risk değil bu. Ciddi anlamda maddi bir yük getiriyor bu kitabı yayınlamak, doğal olarak bu da fiyata yansıyor. Bu nedenle de okumak isteyen her okurun alabileceği bir kitap değil ya da kitabı almadan önce okurun birkaç defa düşünmesini gerektiriyor. Ancak kitap hem içeriği hem de beraberinde getirdiği deneyimle fiyatının hakkını veriyor bence.
Kült kitap
‘Yapraklar Evi’, yayınlandığı günden bu yana okurlar arasından kült seviyesine ulaşmış bir kitap. Kitap hakkında internet üzerinde forumlar açılmış, kitap pek çok tartışmayı da beraberinde getirmiş. ‘Yapraklar Evi’ öykü içinde öykü içinde öykülerden oluşuyor, dipnotların dipnotlarını okumak gerekiyor. Yeri geliyor bazı pasajlar ancak bir ayna yardımıyla okunuyor, yeri geliyor her kelimenin baş harflerinden ana metni bulmaya çalışıyorsunuz, yeri geliyor kitabı evirip çeviriyorsunuz okumak için. Üstelik Türkçe çevirisinde yansıtılması zor olan pek çok şifre de olduğu söyleniyor forumlarda. Bu şifrelerin pek çoğunun çözülmesi kitabın anlam bütünlüğüne pek bir katkıda bulunmuyor açıkçası. Ama bazı arka plan okumaları kitabın yorumlanması için önemli oluyor. Tüm bu veriler ışığında da ‘Yapraklar ‘Evi’ bulmaca içeren deneysel kitapları seven okurlara tam anlamıyla meydan okuyor.
Sana göre değil
Oyunlu, bulmacalı kitapları çok seviyorum. İçimden hemen bir canavar çıkıyor ve o kitap benim için tez zamanda çözülmesi gereken bir bilmeceye dönüşüyor. Zamanında bir mantık sorusuna kafamı takıp on beş gün boyunca üzerinde düşünmüştüm. Neyse ki çözmeyi başardım da ondan sonra rahat bir uyku uyuyabildim yoksa bir de yenilmişlik hissi ile kalıverecektim.
‘Yapraklar Evi’ni de yayınlanır yayınlanmaz almıştım ama neredeyse 800 sayfalık bir kitabı plajda, metroda okuyamadığım için kitabı okumaya başlamam biraz zaman aldı. En nihayetinden kitaba başladığımda da elimden bırakamadım. Gerçi bir ay gibi bir sürede bitirebildim kitabı ancak ama bunda bol bol hastane ziyareti zaruretinin de rolü oldu. Kitap zaten ilk sayfasında yer alan “Bu sana göre değil,” sözü ile hemen kışkırtıyor okuru. “Ne demek bana göre değil? Elbette bana göre,” deyip hemen okumaya başlıyorsunuz.
İhtiyar Zampanò’nun cesedi evinde bulunur ve varisleri olmadığı için bütün eşyaları yok pahasına satılır. Ancak Zampanò’nun komşusu Lude ve onun arkadaşı Johnny Truant eşyalar evden çıkartılmadan önce eve girerler, Zampanò’nun yazdığı kitabın taslaklarını bir sandığın içinde bulurlar. Bu aşamadan sonra Truant’ın hayatı alt üst olur. Kitabı deşifre etmeye başladıkça kendini bir aşk ve büyülü ev hikâyesinin içinde bulur.
Zampanò, ‘Navidson Kaydı’ isimli bir belgeselin peşine düşmüş, o belgesel hakkında yazılan tüm akademik ve popüler makaleleri okumuş, sonra da ‘Navidson Kaydı’ üzerine oldukça akademik bir kitap yazmıştır. Bir yandan ‘Navidson Kaydı’ üzerine yazılı bu metni okurken diğer yandan da Truant’ın hikayesine tanıklık ederiz. Truant’ın da keşfettiği üzere ‘Navidson Kaydı’ diye bir belgesel yoktur, alıntıların pek çoğu uydurmadır, hatta Navidson ve ailesi hiç olmamıştır. Ama bu bulgular Navidsonlar’ın başına gelenleri merak etmemize engel değildir.
Olmayan belgesel
Navidson çifti ilişkilerini düzeltmek için taşrada bir ev alırlar, çocukları ve köpekleri ile bu eve yerleşirler. Önce, daha evvelden olmayan bir koridor belirir evin içinde; zamanla bu koridor genişler, labirente dönüşür. Oluşan bu labirentin içinde bir salon meydana gelir, salonda bir merdiven belirir ve bu merdiven gittikçe derinleşir, genişler.
Karen Navidson’un kapalı yer fobisi vardır ve kocasının bu koridora girmesini istemez. Ancak Will (Navy) Navidson Pulitzer ödüllü bir fotoğrafçıdır ve bu koridor onun için keşfedilmesi, fethedilmesi gereken bir bilinmezdir. Zamanla Navy’nin kardeşi Tom ve dostları da Navidson Evi’ne gelecek ve keşif turları başlayacaktır. Bu keşif turları ile birlikte okurun da macerası ilginç bir hal almaya başlar. Bir yandan Truant’ın diğer yandan Navidson ailesi ve dostlarının hayatına tanıklık ederiz. Ayrıca bir de olmayan bir belgeselin bütün sahnelerini özümser, o sahneler ve belgeseldeki her karakterin hayatı hakkında yazılmış (!) tüm akademik metinlere de aşina oluruz.
Ara ara oldukça sıkıcı bir hal alan akademik araştırmaları, yankı gibi çeşitli fenomenlerin fiziksel ve psikolojik özelliklerini de öğreniriz, mimari teorileri okuruz. Gerçekten var olan akademisyen ve film yapımcılarının olmayan metinlerine yapılan atıflar da vardır, hiçbir zaman var olmamış insanların eserleri de yer alır kitapta, ya da gerçekten var olan kitap ve yazılar da. Bunların her birini ortaya çıkarmak bile başlı başına bir oyun olabilir.
Kitapta Latince, Almanca, Fransızca atıflar var, bunların bir kısmı İngilizceye, dolayısıyla Türkçe’ye de çevrilmiş ama bir kısmı çevrilmemiş. Ben onların çevirilerini mutlaka forumlarda buldum. Bir kitapta anlamadığım metin olması ziyadesiyle mutsuz ediyor beni çünkü. Danielewski kitabın son sayfasında yeni bir bilmece sorup okurunu büyük bir bilinmezde bırakıp kitabını sonlandırıyor: Yggdrasil. Sonuçta okur kitabın kapağını kapattıktan sonra da araştırmak zorunda kalıyor. Yggdrasil’in anlamını öğrendikten sonra ise kitaba tamamen yepyeni bir gözle bakıyorsunuz.
Deneysel kitaplar
‘Yapraklar Evi’ beni çok etkileyen, bazen çok sıkıldığım, bazen heyecandan elimden bırakamadığım bir kitap oldu. Yeri geldi yazarın akademik metinlerle dalga geçtiği, yeri geldi bu metinlere şapka çıkardığı izlenimine kapıldım. Ancak kendi adıma bu kitabı okumuş olduğum için çok mutlu oldum. “Bir ayda kaç tane kitap okurum ben?” diye soracak olursanız yanıtım şu olur: Sayıya değil okuma macerasının kendisine bakın. Bazı kitaplar edebi değerleri için okunur, bazı kitaplar macera için. ‘Yapraklar Evi’ her iki amacı da karşılıyor. Yeri geliyor göstergebilimin derin sularında yol alıyorsunuz, yeri geliyor kendinizi sinema tarihinin içinde buluyorsunuz. Bazı sayfalarda sadece tek bir kelime okuyorsunuz, bazı sayfalar oku oku bitmiyor. Bazı yerlerde göz yaşlarınıza engel olamıyorsunuz, bazen de kahkahalarla gülüyorsunuz.
Cesaret işi
‘Yapraklar Evi’ ile büyük bir yayıncılık cesareti gösteren MonoKL Yayınları’nı canıgönülden kutluyorum. Sayelerinde edebiyat dünyasında büyük tartışmalara neden olmuş bir kitabı orijinal formatında okuyabildik. Kitabın çevirmeni Gökhan Sarı da büyük bir alkışı hak ediyor. Her çevirmenin yapamayacağı bir işin altından büyük bir başarı ile kalkmış. ‘Yapraklar Evi’ni okumak zorlayıcı bir deneyim, ancak sonunda yaşanan ‘Başardım’ duygusunun benzeri de çok az. Deneysel kitapları, bulmacaları ve zorlayıcı deneyimleri seven herkese hararetle tavsiye ederim ‘Yapraklar Evi’ni.
Yapraklar Evi
Mark Z. Danielewski
Çeviri: Gökhan Sarı
MonoKL Yayınları
800 sayfa.