Devlet dersinde öldürülmemiştir

BİLGEHAN UÇAK

Çok büyük acılardan geçen bir ülke burası.

Zaman değişiyor, üretim ilişkileri değişiyor, teknoloji gelişiyor, hatta zalimle mazlum yer değiştiriyor, ama “acı” bir türlü ortadan kaybolmuyor.

Aşılmaz dağların ardındaki manastırında dünyaya değmeden yaşayan münzevi bir keşiş gibi, acının dokunmadığı herkes uzak duruyor o acıdan.

Kimse paylaşmıyor.

Doğrusu ya, acıya tutulan da cüzzamlı gibi terk ediliyor.

Bir anda televizyonda görünmez, gazetede adı anılmaz, sohbetlerde adı geçmez oluyor.

Toplum, acıya dokunanın kendi kendini kurtarmasını bekliyor ama mumun pervaneyi kül edişine benzer bir son her seferinde; acının sağalması yıllar alıyor.

Hiçbir zaman tam manasıyla sağalmıyor da, hep bir araz, düşmanlık, kin bırakıyor geride.

Acı, herkesin sırt çevirmesini bekliyor avını yemek için.

Eğer herkes birarada durabilse kimseyi avlayamayacağını, hatta bu birlikteliğin bir süre sonra bizzat kendisini yok edeceğini biliyor ama bu toplumu da biliyor, böyle bir şey hiç olmadı, böyle bir şey olacak gibi de gözükmüyor, bu güvenle saldırıyor yeni avlarına.

Ama bu acıyla mücadele eden bir avuç insan da var işte bu ülkede, üstelik acıya tutulandan hiçbir zaman kimlik sormayan, onun ne olduğuna bakmayan, sadece acıya karşı onun yanında olan insanlar.

Bu insanların başında da hiç kuşkusuz Akın Birdal ve İnsan Hakları Derneği geliyor.

İnsan Hakları Derneği, bu ülkenin başına gelen belki de en iyi şeylerden biri, hepimize yaşama dair umut veren bir vicdan topluluğu.

Akın Birdal’ın A7 Kitap’tan çıkan ‘Sarı Zarf’ adlı otobiyografisi de ‘demokrasi ve insan hakları’ diyerek geçen çetrefil bir ömrün hesaplaşması belki de.

‘Demokrasi ve insan hakları’ demenin, hiçbir koşul altında idamı bir seçenek olarak görmemenin, mağdura kimlik sormamanın, ezici tahakküm ile mücadele eden herkesin yanında olmanın ve tabii bu saydılarımın mütemmim cüzü olarak, vurulmanın, hapsedilmenin, işkencenin tarihini anlatıyor Akın Birdal.

Bu ülkede demokrat ve insan haklarından yana olmanın ne kadar pahalı olduğunu gösteriyor.

Birçok zaman bu bedelin bizatihi canla ödendiğini bilerek ve neredeyse bunu deneyimleyerek.

İHD merkezine iki kişi gelir…

Devamını Birdal’dan dinleyelim: “Belki son çıkan haberlerden ya da gelen kişilerin hal ve hareketlerinden mene kuşkulanıp ‘İşte bunlar katilim!’ demiştim. Ne istedilerini sordum. İstanbul’da 1 Mayıs’a katıldıklarını, gözaltına alınıp işkence gördüklerini söyleyerek, tıbbi ve hukuki yardım istediklerini belirttiler. (…) Kalkıp onları uğurlarken, koridordan geri dönüp biri silahını ateşledi ve omuzumdan yaralandım.”

Bitmedi: “Kapıyı kapatıp, yere uzandım ve ayağımla kapıyı kapattım. Benim kapının ardında olduğumu düşünerek, bir şarjörü boşalttılar. Sonra içeri girip, ateş etmeyi sürdürdüler. Zıplayarak, ateş açıyorlardı. Ben de başımın ve göğsümün isabet almaması için her tetiğe bastıklarında yerde yuvarlanıyordum. Öldüğümü düşünerek, odadan çıkıp gittiler.”

Nekahet evresi uzun sürmüş, o günden beri kol düğmesini rahatça ilikleyemediği için kısa kollu gömlek giymeyi tercih edermiş.

Birdal’ın bu kitabı biraz da matruşkaya benziyor: Her yetmiş sayfada bir yeni bir kitap projesi daha olduğunu öğreniyorsunuz.

İçinden sürekli yeni kitap müjdeleri veren bir büyük kitap; özellikle -Nadire Mater’e nazire-  Heval’in Kitabı ile 28 Şubat arkaplanıyla anlatacağı suikastın detaylarını şimdiden büyük bir merakla bekliyorum.

Akın Birdal’ı birçok insandan ayıran özelliği ise bence bir partiye değil, doğrudan muktedire muhalif olması ve acıya tutulandan asla kimlik sormamasıdır.

‘Abdi gider, Hamza gelir’ sarkacından kurtulmanın yegâne yolu muhalefeti sisteme yöneltmek ve sistemin dönüşmesi için emek harcamak çünkü.

Sarı Zarf

Akın Birdal

A7 Kitap

392 sayfa.