GİZEM YİĞİT
1945 sonrası dünya edebiyatının daha önce Türkçeye hiç çevrilmemiş minör klasiklerini ve klasik olmaya aday eserlerini iyi çevirilerinin yanında titiz bir editoryal çalışma ile yayımlamayı hedefleyen Yüz Kitap, geçtiğimiz günlerde Chicago’da doğup büyüyen PEN gibi daha birçok ödüle layık görülmüş yazar Stuart Dybek’in ‘Chicago Kıyıları’ kitabını okurlarıyla buluşturdu. Kişisel tarihimde önemli bir yeri olan George Saunders’in yazar hakkında “Stuart Dybek, Amerika’daki en şiirsel yazarlardan biri” yorumunu da görmem üzerine bu kitabı bir an önce okuyup bir yazı kaleme almaya karar verdim diyebilirim. The New York Times’ta yazarın kurgusal dünyası hakkında yapılan ilgi çekici eleştirilerin de okurların kitaba büyük bir ilgi duymasını ve popülerleşmesini sağladığını da belirtmeden geçemeyiz tabii.
On dört öyküden oluşan bu kitaba geniş bir perspektiften bakıldığında Dybek’in öykülerinde Güney Chicago’daki etnik mozaiği oluşturan insanların hayatlarının hayallerinin, mitlerinin seslerle ve kokularla harmanlanmış lirik bir kent şiirine dönüştüğünü görüyoruz. Bu öyküler gerçekle fantastiği, etnik adetler ile katı dini ritüelleri iç içe geçirerek kentin hafızasını adeta diri tutuyor. Yazar, özellikle mi bu seçime gitmiştir bilinmez ama öyküleri özellikle gündüzün dünyeviliğinin yerini yeraltındaki duygulara bıraktığı, hayatın sıradanlığının sanrılı bir büyüleyicilik kazandığı alacakaranlık zamanında geçmekte.
Dybek’in tüm öykülerinde herkesin özlemini duyduğu o uzaklardaki kentin imgeleriyle karşılaşıyorsunuz. Bir bakıma yenilgilerin tarihini anlattığını düşündüğüm bu kitapta dostluklardan, sokaklardan, yaşanmışlıklarla dolu evlerden ve kaybolan insanlardan oluşan Chicago’yu adeta bir karakter olarak karşınızda buluyorsunuz ki bu noktada Chicago’nun yazar için bir mekândan fazlası olduğunu anlıyoruz. Kurgusal dünyasını da tıpkı düşsel mekânın büyücülüğü ve güncel mekânın sıradanlığıyla birleştiren yaklaşımıyla inşa ederken okurun zihnini açık tutuyor.
Mekân ve müzik
Bir söyleşisinde insanın kendi anılarını okura aktarabilmesinde ilk önemli adımın bu anıları okurun görebileceği, hissedebileceği, öykülere yol olacak imgelere dönüştürebilmek olduğunu söyleyen Dybek’in beslendiği kaynaklar elbette Chicago ve yerlileriyle sınırlı kalmıyor. Yoksul mahallerinin gençleri, yıkıntılar arasından doğan azizler, “eski memleketlerinden” yeni dünyaya gelmiş ve inatla İngilizce öğrenmemiş göçmenler… Nitekim Polonya’dan göç etmiş ve Chicago’da hiç İngilizce bilmeden yaşamış olan anneannesi de onu ve edebiyatını etkilemiş bir isimdi. İkisi de birbirinin konuştuğu dili bilmezken bu engeli aşarak gayet güzel anlaştıklarını yazarın oluşturduğu karakterlerden kolayca çıkarabiliyoruz. Yazarın ve dolayısıyla kitabın beslendiği dikkat çekici bir diğer kaynak ise öykülerde oldukça yoğun hissedilen müziksel anlatım. Dybek ile yapılmış röportajlarda da kendisinin bunu doğruladığını şu cümlelerinden fark edebilirsiniz:
“Edebiyatta müziği taklit etmeye çalışıyorum, sadece dili melodik ve ritmik kılmak için değil, aynı zamanda edebiyatın sizi kelimelerin ötesine götürdüğü o çelişkili hale ulaşmayı amaçlıyorum. Büyürken benim zihnimin kapılarını açan müzikti ve benim için bu cazdı. Müziğin bana hissettirdiklerini anlamak ve kendime açıklamak için soru sormaya ve kitap okumaya yöneldim. Beni özgürleştiren bir şeydi bu.”
Dört uzun öyküden ve koyu bir fonda sunulmuş olan kısa öykülerden oluşan bu kitapta kanımca okuru uzun öykülere hazırlamak için yazılmış kısa öyküler daha yoğun bir şiirsellik barındırıyorlar. Elbette aralarından bazıları diğer öykülere nazaran belleğimde daha çok yer etti. Keza bana tam bir Calvino öyküsünü anımsatması sebebiyle ‘Işıklar’, belki de kitaptaki ilk favori öyküm. ‘Çekim Hataları’nda ise bir filmin parçası olan hataların yanında ana karakterimiz yer gösterici de beliriyor ve repliklerini ezbere bildiği filmlerin jeneriklerinde kendi adını arıyor. Halbuki onun mesleği hayatta derin bir sessizlikten başka bir şey değildir. ‘Şişe Kapakları’ öyküsünde ise yazarın kullandığı imgelerle onun nesneleri ve duyarlılıkları yaşama dayandıran realistik tavrıyla karşı karşıya geliyoruz. Babasızlığın ağırlığının hüzünlü bir anlatımını gördüğümüz uzun öykülerden özellikle ‘Kış Mevsiminde Chopin’deki gibi diğer uzun öyküler de benzer anımsatıcı ögeleri taşımakta. Yine bu öyküde olduğu gibi ‘Felaket Bölgesi’ öyküsünde de müzik, kahramanların hayal güçlerinin en büyük kaynağı oluveriyor ve onları dönüştürüyor.
Stuart Dybek, bizlere bir conga davulcusunun ölmüş sevgilisinin hayalinin peşinden metronun derinliklerine giden sürreal yolculuğunu anlatıp bizi şaşırtırken şehrin gerçekliğini yansıtan bir kentsel dönüşüm bölgesindeki yıkılan binaları ve hayalleri aktarmayı ihmal etmiyor. Bu öyküleri okuduğunuz sırada bir anda üst kattan Chopin ezgileri duyabilir ve müzik eşliğinde öykülerdeki eksantriklerin ve hayalperestlerin ortak bir kayıp ve özlemle hüzünleri etrafında bir araya geldiklerini görebilirsiniz.
Chicago Kıyıları
Stuart Dybek
Çeviri: Başak Bekişli
Yüz Kitap
182 sayfa.