'İktisadi istikrarsızlığın birincil nedeni Tayyip Erdoğan’ın kendisi'

Türkiye'de başlıca gündem döviz kurlarındaki sert artış ve ekonomideki kırılganlık. Son çalkantıda ABD ile Rahip Brunson nedeniyle yaşanan gerginliğin etkili olduğu analistlerce dile getirilirken, ekonomideki yapısal sorunların ve ekonomiyi yönetme şeklinin de dövizdeki artış ve ekonomideki kırılganlıkta önemli bir etmen olduğu sık sık vurgulanıyor. Son gelişmeleri Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Ahmet İnsel ile konuştuk

ABD Doları ve Euro'daki artış durmuyor. Son durum ABD ile yaşanan gerginliğe bağlanıyor, ancak temel dengelerdeki bozulmanın ne kadarı günlük siyasi gerilimlerle, ne kadarı Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları ile ve son olarak, ne kadarı global ekonomideki yeni dengeler ile ilgili?

-Döviz kurundaki başdöndürücü düşüş, kırılgan bir ekonomik yapıda yaşanan siyasal krizle bağlantılı. Uluslararası ekonomide, bol likiditeye dayalı dönemin sona ermesi ve başlayan ticaret savaşları, Türkiye’deki krizin boyutlarını sadece tırmandırıyor.  Son aylarda dünyada en fazla değer kaybetmiş yerli para birimi, TL. Yaşanan iktisadi şokun esas kaynağı, yürütülen “yerli ve milli” olduğu iddia edilen, ne idüğü belirsiz politika. Türkiye ekonomisinin bir dizi yapısal kırılganlığı var. İç tasarrufun düşük seviyesi ekonomiyi dış finansmana göbekten bağımlı kılıyor. Düşük katma değerli üretim yapısı yüksek dış ticaret açığını sürekli kılıyor. Üretimin ithalat bağımlılığı son derece yüksek. Buna ilaveten, büyümeyi canlı tutmak için yürütülen iç tüketime, inşaat ve altyapı yatırımlarına dayalı politika da dış açığı daha fazla büyütüyor.  
Bütün bunlara rağmen, Türkiye ekonomisinin temel göstergeleri, içinde bulunduğumuz döviz şokunu, enflasyonun hızla artmasını ve cari açığın büyümesini izah etmek için yeterli değil. Bu kırılganlığı önü alınamaz bir iktisadi bunalıma döndüren etmen, siyasal alanda yaşanan gelişmeler. Tayyip Erdoğan’ın ve destekçilerinin dayattığı siyasal rejim hem siyasal hem iktisadi alanda öngörülebilirliği büyük ölçüde ortadan kaldıran, keyfi yönetimin bütün özelliklerine haiz bir rejim. Hukuk güvenliğinin ortadan kalkması, temel hak ve özgürlüklerin askıya alınması ve yaygın biçimde ihlali, iktisadi aktörlerde de büyük bir güvensizlik ve öngörülemezlik yaratıyor. Dış finansman hızla azaldığı gibi, yerli iktisadi aktörler de yatırımlarını erteliyor ve birikimlerinin bir kısmını daha güvenli ülkelere taşıyorlar. Bu da döviz şokunu zirveye tırmandırıyor. Kısacası bugün iktisadi istikrarsızlığın birincil nedeni Tayyip Erdoğan’ın kendisidir. 

Peki 24 Haziran sonrasında oluşan ekonomi yönetimi bu çalkantıyı çözebilecek kavrayış ve niyete sahip mi? Daha doğrusu nasıl bir ekonomi yönetimi ve politikası ile karşı karşıyayız?

Bugün Türkiye’deki iktisadi krizin yapısal nedenlerinden, on altı yıldır tek başına iktidarda olan AKP yönetimi sorumludur. Ama bu kırılgan iktisadi yapı, gün be gün daha fazla içine battığımız iktisadi şoku tek başına gene de izah etmeye yetmez. Tayyip Erdoğan’ın tek adam rejimi kurma hırsı, bütün yetkileri elinde tutma saplantısı, son derece hoyrat politikaları ve en önemlisi hukuk güvenliğini ortadan kaldırması, bu kırılgan ekonomik yapıda yıkım etkisi yarattı. Bunun telafisi kısa vadede pek mümkün değil. Ayrıca Erdoğan’ın bunun bilincinde olduğu, dolayısıyla böyle bir siyasal irade olduğu da pek şüpheli. Dalgalı kur rejiminde olduğumuz için şoku döviz kuru üzerinden yiyoruz. Erdoğan’ın dini inançla da olduğunu tahmin edebildiğimiz faiz alerjisi, piyasa ekonomisi çerçevesinde alınması gereken bazı politika kararlarını engelliyor. Hem açık ekonomiye, piyasa ekonomisine bütünüyle bağlı olduğunu iddia edip, diğer yandan bu sistemin temel kurallarının bazılarını reddetmek, ortaya ne idüğü belirsiz, nakavt öncesi sersemlemiş ve sağa sola bilinçsiz yumruklar atan boksörün davranışlarına benzeyen bir politika çıkarıyor.        

Buradan yola çıkarak şunu da sorayım. 24 Haziran'a kadar belli bir yönetim sistemi vardı, 24 Haziran sonrası başka bir sisteme geçtik. Türkiye bu yönetim sistemi ve hükümet modeli ile ne kadar devam edebilir? Seçim öncesindeki "Türkiye yeni sistemle hızlanacak, çağ atlayacak" propagandaları çok çabuk berhava olmadı mı? 

Büyük bir rejim değişikliği yaşıyoruz. Ne kadar kalıcı olacağı daha tam belli değil ama bundan sonra iktidar değişse de, bu rejim değişikliğinin izlerini silmek kolay olmayacak. Yeni sistemi Erdoğan adım adım 2014’den beri yerleştirdi. Yeni siyasal rejimin en önemli özelliği, tek parti yönetimi dönemi gibi aşırı merkeziyetçi olmasının yanında, tek parti döneminin tam tersine, tüm kurumların içini boşaltması, doğrudan muktedirin taşıma kayışlarına döndürmesi. CHP’nin 1930’larda sahip olduğu göreli özerkliğe bile bugün sahip değil AKP. Erdoğan her şeye kendisinin karar vereceğini açıkça ilan ediyor ve bunu kurumlaştırıyor. Kamu yönetiminin içini boşaltıyor. Devleti güçsüz; muktediri ve onun çevresini son derece güçlü kılıyor. Bunun neo-patrimonyal sistemin hakim olduğu birçok Afrika ve SSCB sonrası Orta Asya ülkesinde yarattığı yıkıcı sonuçları biliyoruz.

Siyasi rövanşizmin ekonomiyi bu kadar belirlediği bir yönetimle, ekonomik açıdan yakın vadede bir rahatlama öngörmek mümkün mü? 

Maalesef iktidarın beslendiği dinamik, daha fazla baskı, daha fazla keyfi karar ve daha fazla merkezileşme. Bugün iktidardaki gücün geldiği aşamada, bunu yavaşlatması, yön değiştirmesi mümkün değil. Yapılan hukuksuzlukların, anayasal suçların hesabının sorulması tehdidi, iktidarı da geri dönüşü olmayan bir yola sürüklüyor. Ekonomik açıdan rahatlama beklemek safdillik olur. Ayrıca uluslararası siyasal ve iktisadi konjonktür böyle bir rahatlama öngörmeyi mümkün kılmıyor. Dövizde yaşanan ve enflasyon, kısmi iflaslar, vadesi gelen borcu döndürememe gibi nedenlerle derinleşmesi yüksek bir ihtimal olan iktisadi şokun etkisi, önümüzdeki aylarda artarak ortaya çıkacak. Bir iki yıl öncesine kadar vahim durumda olmayan temel iktisadi göstergeler, son aylarda baş döndürücü bir hızla kötüleşiyor. Siyasi rövanşizmin iktisadi rövanşizm olarak da tezahür ettiğini görüyoruz yer yer. Bu kötüleşen ortamda, resmi müsadere yöntemleri devreye girebilir. 1942’de açıkça ırk ve din ayrımcılığı içinde uygulanan Varlık Vergisi’nin gerekçesi seferberliğin yarattığı yeni kaynak ihtiyacıydı. Milli ve yerli olmadığı ilan edilenlerin başına benzer şeyler gelebilir. Gülen cemaatiyle ilişkili olduğu iddia edilenlerin başına geldiği gibi. Rövanşizm bu topraklarda müsadere ve bu yolla sermayenin el değiştirmesi biçiminde birçok kez tezahür etmiştir.

Kategoriler

Genel Güncel