Yeni yayınlanan ‘Kapadokya’daki Amerikalı Misyonerlerin Bilinmeyen Tarihi (1853-1903)’ başlıklı bir kitapta Talas’taki bir çanın 1876’dan 2000’li yıllara uzanan hikâyesi de yer alıyor.
Amerikalı Wilson Amos Farnsworth (1822-1912), 1853-1903 yılları arasında Kapadokya bölgesinde Kayseri, Ankara, Yozgat, Nevşehir ve Niğde’de ve bu illerin çevresinde yer alan kasaba ve köylerde Proetstan misyonerlik yapmış. Türkiye’de 50 yıl boyunca yaşadıklarını yıl yıl yazarak bir kitap taslağı haline getiren Farnsworth, notlarını yayımlayamadan 1912’de vefat eder. Bu kitap taslağı, Kayserili araştırmacı-yazar ve çevirmen Mehmet Şahin tarafından 2015’te Harvard Üniversitesi Kütüphanesi misyoner arşivinde bulundu. Şahin kitabı Türkçeye çevirerek, esere epk çok bilgi, görsel ve dipnot da ekledi. YKY tarafından kısa süre önce yayınlanan kitap da böylece ortaya çıktı. Talas’taki çanın yüz yıllık hikâyesini de Şimşek’in kitaba eklediği bilgilerden öğreniyoruz.
New York’tan…
Sözünü ettiğimiz çanın Kayseri Talas’a nasıl geldiğini anlamak için önce sözü Farnsworth’e bırakalım:
“(…) 1876 yılı tarihi anlatılırken Talas çanı ve onun hikâyesi de unutulmamalıdır. Bu çan, New Yorklu William B. Hatch Beyefendi’nin bir hediyesiydi ve Mayıs 1876 tarihinde Talas’a geldi. Kısa bir süre sonra, bu çanın Talas’taki okul binasını süsleyen küçük ve zarif kuleye asılsmasıyla ilgili, Muhammedî komşularımız arasında homurtuların başladığını öğrendik. ‘Komşuların bundan memnun olmadıkları ve asla rıza göstermeyecekleri’ kesin bir dille ifade edildi. Üç ay bekledikten ve çanı merak eden herkese gösterdikten sonra, daha fazla gecikmenin faydasız olduğunu düşünerek ve Mutasarrıflık Meclisi’nin fevkalade nüfuzlu bir üyesi olan Protestan Pastör Kerope Yakubyan’ın tavsiyesine uyarak 13 Eylül 1876 günü yerine asmaya karar verdik. Konstantinopol’deki merkezi hükümetin kesin talimatı üzerine, Kayseri mutasarrıfı Talas’a bir memur göndermek zorunda kaldı, itirazları önlemesini ve çanın başarıyla yerine asılmasının sağlanmasını emretti. Çekişmeler bir müddet daha sürdükten sonra 4 Aralık 1876 günü ‘olay sükünetle gerçekleştirildi’ ve ‘mahkûmun (çanın) dili çözüldü, neşelendiren sesi semada çınladı, Talas kasabasının her sokağından ve caddesinden net bir şekilde işitildi’. (…) Elde ettiğimiz bu kesin zafer, Tanrı’ya şükretmek ve geleceğe ümitle bakmak için yeterlidir.”
Cumhuriyet döneminde
Gelelim ‘Talas Çanı’nın daha sonra başına gelenlere. Kitabı çeviren ve yayına hazırlayan Mehmet Şimşek, konuyla ilgili yazdığı dipnotta şöyle yazıyor:
“Tarafımızdan yapılan araştırmaya göre bu çan, Birinci Dünya Harbi’nin başlaması ve Amerika’nın harbe girmesi üzerine muhtemelen 1917’de depoya kaldırılmıştır. Yukarı Talas’ta bulunan eski Talas Akademisi binasında, 1928’de Maarif Vekaleti denetiminde Talas Amerikan Ortaokulu olarak yeniden eğitime başlanmasından 15 yıl kadar sonra, 1943-1944 döneminde bu çanın öğrencilere derse giriş ve çıkış anını belirtmek üzere yeniden asıldığı anlaşılmaktadır. 1968’de bu okulun da kapanması ve bütün Amerikalıların Kayseri’den ayrılması üzerine bu çan tekrar depoya kaldırılmıştır. 1975’te bu binanın Gençlik ve Spor Bakanlığı’na devrinden ve güreşçi kampı haline getirilmesinden sonra bu çan aynı bakanlığa bağlı Erciyes kayak merkezine götürülmüş, kayaçı ve dağcılara zamanı duyurmak ve sisli havalarda yer belirtmek amacıyla açık alandaki bir istinatgâha asılmıştır. Bu çan, 1983 yılında çalınmış ve Kartal kavşağı civarında, kenarında bir parça kesilmiş olarak bulunmuştur (Aydemir Doğan, ‘Erciyes Defteri’, Kayseri: Beğendik Kültür Hizmetleri Serisi, 1990, s. 168). Bu çan, 1990’lı yıllarda tekrar çalınmış ve Develi yoluna atılmış olarak bulunmuştur. Bunun üzerine Beden Terbiyesi Müdürlüğü’nün Erciyes Dağı’ndaki deposuna kaldırılmış, 2000’li yılların başında bu binanın yıkılıp yeniden yapılması esnasında da tümüyle kaybolmuştur. Çanı bilenler, pirinç veya bronz malzemeden döküm olarak yapıldığını, 50-60 cm yüksekliğinde olduğunu ve üzerinde bazı İngilizce yazıların bulunduğunu belirtmişlerdir. Tarihi bakımdan böylesine önemli bir çanın bu hazin akibeti, marazi cehalet, şuursuzluk ve tarih bilinci yoksunluğunun tipik bir örneğidir.”