İnanç özgürlüğü alanında yaptığı araştırmalarla tanınan, Norveç Helsinki Komitesi İnanç Özgürlüğü Girişimi Koordinatörü Dr. Mine Yıldırım, 24 Haziran seçimleri öncesinde AKP, CHP ve HDP’nin inanç özgürlüğü alanındaki yaklaşımlarını ve vaatlerini Agos okurları için karşılaştırmalı olarak inceledi.
Türkiye’nin din veya inanç özgürlüğüne ilişkin meseleleri çok uzun süredir köklü çözümler beklerken, partilerin 2018 seçim bildirgeleri inanç özgürlüğü konusunda farkındalıkları ve nerede durduklarını görmek açısından ilginç bir fırsat sunuyor. Ülkenin bu alanda en önemli ve köklü değişim gerektiren meseleleri çözüme kavuştuğu takdirde, demokratikleşme ve insan haklarının etkili bir şekilde korunması bağlamında da büyük mesafe alınmış olacağını görmek zor değil. Öte yandan bu meselelerle ilgili ‘hassasiyetler’, ‘Türkiye’nin özel durumu’ gibi gerekçelerle insan hakları hukuku ile uyumlu ve ilkeli politika çözümleri hayata geçiril(e)miyor. Bunların bir kısmıyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları var: Zorunlu Din Kültürü Ahlak Bilgisi dersleri, vicdani ret, cemevlerine ibadet yeri statüsü verilmemesinden kaynaklanan ayrımcılık, Yehova’nın Şahitleri’nin ibadet yerlerinin resmi olarak tanınmaması, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) kamu kaynaklarıyla toplumun sadece belli bir kesimine yönelik olarak dini hizmet sunuyor olması gibi. Bu kararlarda tespit edilen ihallerin benzerlerinin tekrar yaşanmaması için gerekli önlemler henüz alınmış değil. Bunlara ek olarak başka önemli inanç özgürlüğü konuları da çözüm bekliyor; cemaat vakıflarının seçim yönetmeliği, Ermeni toplumunun Patrik seçimi meselesi, din görevlileri yetiştirememe sorunu, okullarda inanç çoğunluğuna saygı bunlardan sadece bazıları. DİB’in görev kapsamı ve toplumun dinsel çeşitliliğini ne kadar yansıttığı ve bu köklü kurumla ilgili nasıl bir değişiklik yapılabileceği konusu var ki, çok geniş kapsamı bir danışma ve hazırlık süreci gerektirecektir. Acaba 24 Haziran’da seçimlere katılacak partiler bu konuların ne kadar farkında ve ne sunuyorlar?
Laiklik
Anayasa’da yer alan laiklik ilkesi Türkiye’de “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” ezberiyle açıklanırken, yıllar boyunca, bu ayrımın yapıl(a)madığı paradoksal düzenleme ve uygulamaların meşruiyetini sağlayan elverişli bir ilke oldu. AK Parti seçim bildirgesinde, parti için, laikliği “dini özgürlüklerin ve farklı hayat tarzlarının, hukuk devletinin teminatı altına alınması ve devletin bütün inanç gruplarına eşit mesafede durması olarak kabul eder” deniyor. Laiklik ilkesinin “tek parti ve darbe dönemlerinin gölgesi altında” katı ve baskıcı bir nitelik kazandığını fakat AK Parti’nin Türkiye gerçeklerine uygun bir laiklik yorumu ve uygulamasını ilke edindiğini ifade ediliyor.
“Devlet, herhangi bir inancı veya ideolojiyi öteki inançlara dayatmayacağı gibi insanların inançlarına ve ideolojilerine de doğrudan müdahale edemez. Devlet, toplumdaki farklı inançlara karşı adil ve eşit bir tutum takınır.” AK Parti’de özgürlükçü bir laiklik anlayışı ve herkes için inanç özgürlüğünü güvence altına alma konusunda bir arzu olduğunu görünüyor. Fakat hemen ardından, laiklik anlayışının, “Evrensel hukuk normlarıyla ülke gerçekleri arasında uyumun sağlandığı bir laiklik yorumu ve uygulaması” olduğunu ekleniyor. Son cümlede, her ne kadar uluslararası hukuk standartlarına referans yapılsa da Türkiye’de uygulamanın farklı olacağına işaret ediliyor; “ülke gerçekleri” farklı uygulamalar için bir gerekçe olmaya devam edecek gibi görünüyor.
Bir ifade var ki gerçekten dikkat çekici: “Devlet vatandaşlarının dinlerini ve inançlarını öğrenmek maksadıyla teşkil ettikleri kurumları ve örgütlenmeleri destekler.” Hangi inançtan olursa olsun dinin özel alanda öğretilmesi Türkiye’de inanç özgürlüğünün en fazla kısıtlanan yönü olagelmiştir. Benzer şekilde inanç topluluklarının örgütlenme özgürlüğü de hayli kısıtlı olmaya devam etmektedir. AK Parti iktidarının günümüze kadar icraatlarının da bu konuda farklı olmadığı göz önünde buludundurulduğunda bu reformcu ifadenin anlamı iyice merak konusu oluyor.
‘Dinin istismar edilmesine’ ve sivil siyasete müdahaleyi amaçlayan paralel yapılarla mücadelesi de ana ilke olarak benimseniyor. Bu mücadelenin öngörülebilir gelecekte devletin dinle ilişkisinde belirleyici olacağı düşünülebilir. Böyle ise, özellikle din öğretimi tekelini sürdürme ve inanç topluluklarının iç işlerinde özgürlükleri kısıtlanma eğiliminin devam etmesi öngörülebilir.
Ana muhalefet partisi CHP ise ‘özgürlükçü laiklik’ terimine yer veriyor: Laikliğin özgürlükçü anlayışı: Din, mezhep ve inanç farkı gözetmeksizin tüm yurttaşlarımızın inanç ve ibadet özgürlüğünü güvence altına alınması, anlamına geliyor.
AK Parti’ye benzer bir şekilde ‘din istismaları’ konusunda hassasiyet ve refleks CHP seçim bildirgesinde yerini buluyor: “Din ve siyasetin birbirinden ayrı tutulmasını sağlayacak, dinin siyasete alet edilmesine izin vermeyeceğiz.”
Halkların Demokratik Partisi (HDP) de ‘özgürlükçü laiklik’ ifadesine yer veriyor seçim bildirgesinde. İnanç özgürlüğüne ilişkin konuları kısa bir şekilde ele alan bildirge, farklı kimliklere, kültür, dil ve inançlara eşit bir şekilde anayasal güvence sağlamak genel çerçeveyi çiziyor. Yine, “inançlara, yaşam tarzlarına eşit mesafede” durulacağı ifade ediliyor.
Diyanet sorunu
AK Parti’nin seçim bildirgesinde yapılacaklar kadar yapılmış olanlar da yer tutuyor. Örneğin, Diyanet İşleri Başkanlığı ile “işbirliği içerisinde çocuklarımızın milli ve manevi değerleri kazanmaları amacıyla değerler eğitimini başlattık” deniyor. Din görevlilerinin daha iyi yetişmesini sağlamak amacıyla Diyanet Akademisi’nin kurulacağı meslek öncesi ve hizmet içi eğitimlerin gerçekleştirileceği söyleniyor. Bu politika çözümü de din istismarı ve parallel yapılarla mücadeleyle uyumlu bir çözüm önerisi.
CHP’nin DİB’e ilişkin vaadi ise toplumun birçok kesiminde bir süredir karşılık bulan bir görüşü dillendirmesi açısından önemli: “Diyanet İşleri Başkanlığı’nı yeniden yapılandırarak, laiklik ilkesine uygun ve tüm inançlara eşit mesafede hizmet veren bir kuruma dönüştüreceğiz.”
HDP seçim bildirgesinde DİB’e ilişkin bir ifade yok, ancak DİB’in kaldırılması parti programında yer alıyor. Bu HDP’nin görüşü eskisi kadar net olmayabilir.
Cemevleri
Cemevlerinin hukuki statüsü konusunda en azından seçim bildirgelerinde bir uzlaşı olduğunu görmek mümkün. Ayrım, farklı hukuki statü ile ibadethane statüsünün verilmesi noktasında ortaya çıkıyor. AK Parti, daha önce de gerçekleştirmeyi vaat ettiği fakat henüz hayata geçirmediği sözü tekrarlıyor; “geleneksel irfan merkezleri ve cemevlerine hukuki statü tanıyacağız”. CHP’nin seçim bildirgesinden ibadet yerleri konusunda daha geniş bir perspektif kendisini gösteriyor: “Hangi inançtan olursa olsun tüm yurttaşlarımızın, evrensel insan hakları çerçevesinde kendi inançlarına özgü ibadethanelerini açmalarının önündeki engelleri kaldıracağız.” Ayrıca cemevleri için özel olarak ibadethane statüsü tanınacağı söyleniyor. Benzer şekilde HDP “Alevilerin bütün ibadet mekanlarının ‘ibadethane’ olarak tanınacağı sözünü veriyor.
Azınlıklar
AK Parti bildirgesi önce geçmiş icraatlarına ve reformlara yer veriyor. Azınlıklara ait cemaat vakıflarının mülk edinmelerinin kolaylaştırılması ve özgürlük alanlarının genişletilmesi konusunda esaslı değişikliklere gidildiğine işaret ediliyor. Cemaat vakıflarının üzerindeki kısıtlamalar ve baskıların kaldırılması, ibadete kapalı mabetlerin yeniden ibadete açılması, vakıf mülklerinin sahiplerine iade edilmesi örnekleri veriliyor.
AK Parti seçim bildirgesinde yer alan şu sözler partinin gelecek dönemde iktidara gelmesi durumunda benzer yaklaşımını sürdüreceğini düşündürüyor: “AK Parti, tüm inanç kesimlerinin hiçbir ayrımcılığa maruz kalmaksızın özgür bir şekilde inançlarının ve kimliklerinin gereğini yaşamalarının teminatı olmaya devam edecektir”.
CHP’nin seçim bildirgesi Lozan Antlaşması kapsamında görülen azınlıklarının sorunları konusunda bilgi sahibi görünüyor ve bunlara yönelik çözüm vaatleri içeriyor. Öncelikle cemaat vakıflarının karşılaştığı sorunların çözümü için yapıcı adımlar atılacağı söyleniyor fakat daha fazla ayrıntı verilmiyor. Ayrıca azınlık okullarının mali sorunlarının aşılması için çözüm üretileceği ifade ediliyor.
HDP azınlıklar konusunda sorunların farkında olduğuna işaret eden ve somut çözüm yolları içeren bir yol haritasına yer vermemiş. Öte yandan, “geçmişle yüzleşme”, “tarihte farklı halklara ve inançlara karşı yapılan soykırım ve katliamlar karşısında bu halklardan devlet adına özür dilenmesi için gerekli çalışmalar yapılması” yer alıyor. Bu yönüyle diğer tüm seçim bildirgelerinden farklı bir yerde durduğunu gösteriyor.
Seçim bildirgeleri kuşkusunuz hiçbir şeyin güvencesi değil, insanların artık söz değil, eylem görmek istediğini söylemek yanlış olmaz. Öte yandan, seçim bildirgeleri bir gösterge ise, siyasal partilerin, en azından söylemde, daha özgürlükçü bir inanç özgürlüğü anlayışına doğru evrildiğini söylemek mümkün. Bu değişim belki de en fazla CHP’de açıkça görülür, AK Parti ise bugüne kadar gerçekleştirmiş olduğu değişimler ölçüsünde belki de artık kendi sınırına gelmiş durumda.