Gezi direnişinin üzerinden beş yıl geçti. Aslında yavaş yavaş direnişe katılanların anılarını anlatmaya başladığı bir zaman aralığı bu. Ama bir yandan çok sıcak ve güncel. Ve hatta şu denebilir ki hala bir yönüyle siyaseti etkilemeye devam ediyor, her ne kadar direniş eski gücüyle sokaklarda var olamasa da.
Gezi direnişi iktidarın sert yanıtıyla sönümlendiğinde yani beş yıl kadar önce, şunu bu sütunlarda ısrarla savunmuş idim: Bu tip hareketler belki iktidar karşısında geri çekilebilir ya da sönümlenebilir, ve böylesi bir hareketi bastıran iktidar daha da otoriterleşebilir, hatta genellikle öyle olur, ancak bu hareketler bir yerlerde mayalanmaya devam eder.
2013 yılından sonra genel siyasi denge üç aşağı beş yukarı böyle oldu diyebiliriz sanırım. Bir patlama şeklinde gelişen Gezi direnişi belki sert tedbirlerle bastırıldı ancak o dinamik yaşadı ve hatta büyüdü.
Neden bunu diyorum? Gezi’den bir yıl sonra yerel seçimler, hemen onun peşine Cumhurbaşkanlığı seçimleri, iki yıl sonra da genel seçimler vardı. Gezi dinamiği belki yerel seçimlerde kendini gösteremedi ama bir çıkış arayışı beş ay sonrasında yapılan 2014 cumhurbaşkanlığı seçimine yansıdı Ve bu dinamiği çözüm sürecinden hız alan HDP’nin görmesiyle Türkiye’de muhalefet denklemi köklü biçimde değişti. HDP’nin Gezi direnişine de seslenen çizgisiyle, geride kalan 2000’li yıllarda CHP’de kendi temsiliyetini bulamayan muhalefet, büyük ölçüde HDP ve Selahattin Demirtaş’ta bir temsiliyet buldu.
7 Haziran 2015 seçimlerine böyle gidildi. Ancak tabii bu denklemdeki tek belirleyici faktör Gezi direnişi değildi. Sonlarına yaklaşılan çözüm sürecinin yarattığı enerjinin de böylesi bir atmosfer oluşumunda payı vardı. Sonuçta çeşitli dinamiklerin birleşmesi ve Demirtaş’ın Türkiye siyasetinin çok ötesindeki performansı bilhassa umutsuz genç kesime seslenebilen çizgisiyle HDP yüzde 13 oy aldı.
Bu esasen yeni muhalefetin ve Kürt siyasetindeki görece genç bir kuşağın Türkiye siyaset denklemini değiştirmesiydi. Böylece tüm 2000’li yıllara damgasını vuran AKP-CHP, İslamcılık-seküler milliyetçilik denklemi aşıldı ve siyaset panoramasına yepyeni bir güç girdi. Bu Deniz Baykal ile temsiliyetini bulan CHP çizgisinin de (birkaç yıl sonra gelen) mağlubiyeti idi aslında.
7 Haziran’da hem AKP tek parti iktidarını kaybetti, ki bu çok önemlidir, hem de CHP’nin dışında seküler bir muhalefet gücü yüzde 13 oyla varlığını belli etti. Üstelik bu güç hayli büyüme potansiyeli taşıyordu. 2000’lerin pesimist ve umutsuz havası dağılmış, AKP hegemonyası çok büyük yara almıştı.
Türkiye’deki geleneksel devlet aklını ne yazık ki çok iyi özümseyen AKP, kendi iktidarı açısından tehlikeyi gördü ve bu gelişen dinamiği yine bir devlet operasyonuyla durdurmak, dağıtmak istedi. Koalisyon görüşmelerinin bilinçli olarak sonuçsuz bırakılması ve yeniden başlatılan savaş ile yeni bir seçime (Kasım seçimleri) gidilmesinin esas nedeni budur. Devletleşen AKP, iktidarını kimse ile paylaşmayacak ve o bunaltıcı çerçevenin dışına çıkmak isteyen toplumu (aynı 12 Eylül’deki gibi) yeniden o mengenenin içine sokacaktı.
Bunu ne yazık ki büyük oranda başardı Erdoğan rejimi. Bunda elbette kendisine eski ortağından gelen o uğursuz darbe girişiminin de faydası oldu. Neyse orası başka fasıl, konumuz dağılmasın.
Böylece istediği OHAL rejimine de kavuşan AKP’nin artık kazanacağı çok bir şey kalmamış gibiydi. Ancak ağırlaşan ekonomik kriz AKP ve MHP’yi bir erken seçim hamlesine mecbur etti.
Fakat o mengene içinde sıkıştırmak istediği toplum yeniden hareketlenmiş vaziyettedir. Medyanın tek sesliliğine karşı alternatif kanallar yaratılmakta, hapisten kampanya yürütmek zorunda kalan Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması için dikkate değer bir çaba harcanmaktadır.
Velhasıl geldik çattık yine bir Haziran’a. Gezi dönemindeki gibi değil, 7 Haziran öncesi gibi de değil belki, ancak muhalefet cephesinde bir kıpırdanma kendini hissettiriyor ve bu kıpırdanma AKP-MHP bloğunu hayli tedirgin ediyor. Bu kıpırdanmanın seçim sonuçlarına yansımasını konuşmak için hayli erken. Elde henüz bir kestirimde bulunmamıza yetecek bir veri yok. Ancak kişisel gözlemlerimizle bazı çıkarımlarda bulunabiliyoruz ki bu da köşeli konuşmak için yeterli değil.
Ancak başta da dediğim gibi. Gezi direnişinde temsiliyetini bulan dinamiğin şu ya da bu şekilde yaşadığına hep inandım. Tüm o karalama kampanyalarına rağmen Gezi mayalanmaya devam etti.
Bu satırlar belki kimilerine iyimser gelecektir. Belki de yanılıyorumdur. Olabilir. Bildiğim şu var ki Haziranlar bizi hiç yanıltmadı.
Gezi direnişi iktidarın sert yanıtıyla sönümlendiğinde yani beş yıl kadar önce, şunu bu sütunlarda ısrarla savunmuş idim: Bu tip hareketler belki iktidar karşısında geri çekilebilir ya da sönümlenebilir, ve böylesi bir hareketi bastıran iktidar daha da otoriterleşebilir, hatta genellikle öyle olur, ancak bu hareketler bir yerlerde mayalanmaya devam eder.
2013 yılından sonra genel siyasi denge üç aşağı beş yukarı böyle oldu diyebiliriz sanırım. Bir patlama şeklinde gelişen Gezi direnişi belki sert tedbirlerle bastırıldı ancak o dinamik yaşadı ve hatta büyüdü.
Neden bunu diyorum? Gezi’den bir yıl sonra yerel seçimler, hemen onun peşine Cumhurbaşkanlığı seçimleri, iki yıl sonra da genel seçimler vardı. Gezi dinamiği belki yerel seçimlerde kendini gösteremedi ama bir çıkış arayışı beş ay sonrasında yapılan 2014 cumhurbaşkanlığı seçimine yansıdı Ve bu dinamiği çözüm sürecinden hız alan HDP’nin görmesiyle Türkiye’de muhalefet denklemi köklü biçimde değişti. HDP’nin Gezi direnişine de seslenen çizgisiyle, geride kalan 2000’li yıllarda CHP’de kendi temsiliyetini bulamayan muhalefet, büyük ölçüde HDP ve Selahattin Demirtaş’ta bir temsiliyet buldu.
7 Haziran 2015 seçimlerine böyle gidildi. Ancak tabii bu denklemdeki tek belirleyici faktör Gezi direnişi değildi. Sonlarına yaklaşılan çözüm sürecinin yarattığı enerjinin de böylesi bir atmosfer oluşumunda payı vardı. Sonuçta çeşitli dinamiklerin birleşmesi ve Demirtaş’ın Türkiye siyasetinin çok ötesindeki performansı bilhassa umutsuz genç kesime seslenebilen çizgisiyle HDP yüzde 13 oy aldı.
Bu esasen yeni muhalefetin ve Kürt siyasetindeki görece genç bir kuşağın Türkiye siyaset denklemini değiştirmesiydi. Böylece tüm 2000’li yıllara damgasını vuran AKP-CHP, İslamcılık-seküler milliyetçilik denklemi aşıldı ve siyaset panoramasına yepyeni bir güç girdi. Bu Deniz Baykal ile temsiliyetini bulan CHP çizgisinin de (birkaç yıl sonra gelen) mağlubiyeti idi aslında.
7 Haziran’da hem AKP tek parti iktidarını kaybetti, ki bu çok önemlidir, hem de CHP’nin dışında seküler bir muhalefet gücü yüzde 13 oyla varlığını belli etti. Üstelik bu güç hayli büyüme potansiyeli taşıyordu. 2000’lerin pesimist ve umutsuz havası dağılmış, AKP hegemonyası çok büyük yara almıştı.
Türkiye’deki geleneksel devlet aklını ne yazık ki çok iyi özümseyen AKP, kendi iktidarı açısından tehlikeyi gördü ve bu gelişen dinamiği yine bir devlet operasyonuyla durdurmak, dağıtmak istedi. Koalisyon görüşmelerinin bilinçli olarak sonuçsuz bırakılması ve yeniden başlatılan savaş ile yeni bir seçime (Kasım seçimleri) gidilmesinin esas nedeni budur. Devletleşen AKP, iktidarını kimse ile paylaşmayacak ve o bunaltıcı çerçevenin dışına çıkmak isteyen toplumu (aynı 12 Eylül’deki gibi) yeniden o mengenenin içine sokacaktı.
Bunu ne yazık ki büyük oranda başardı Erdoğan rejimi. Bunda elbette kendisine eski ortağından gelen o uğursuz darbe girişiminin de faydası oldu. Neyse orası başka fasıl, konumuz dağılmasın.
Böylece istediği OHAL rejimine de kavuşan AKP’nin artık kazanacağı çok bir şey kalmamış gibiydi. Ancak ağırlaşan ekonomik kriz AKP ve MHP’yi bir erken seçim hamlesine mecbur etti.
Fakat o mengene içinde sıkıştırmak istediği toplum yeniden hareketlenmiş vaziyettedir. Medyanın tek sesliliğine karşı alternatif kanallar yaratılmakta, hapisten kampanya yürütmek zorunda kalan Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması için dikkate değer bir çaba harcanmaktadır.
Velhasıl geldik çattık yine bir Haziran’a. Gezi dönemindeki gibi değil, 7 Haziran öncesi gibi de değil belki, ancak muhalefet cephesinde bir kıpırdanma kendini hissettiriyor ve bu kıpırdanma AKP-MHP bloğunu hayli tedirgin ediyor. Bu kıpırdanmanın seçim sonuçlarına yansımasını konuşmak için hayli erken. Elde henüz bir kestirimde bulunmamıza yetecek bir veri yok. Ancak kişisel gözlemlerimizle bazı çıkarımlarda bulunabiliyoruz ki bu da köşeli konuşmak için yeterli değil.
Ancak başta da dediğim gibi. Gezi direnişinde temsiliyetini bulan dinamiğin şu ya da bu şekilde yaşadığına hep inandım. Tüm o karalama kampanyalarına rağmen Gezi mayalanmaya devam etti.
Bu satırlar belki kimilerine iyimser gelecektir. Belki de yanılıyorumdur. Olabilir. Bildiğim şu var ki Haziranlar bizi hiç yanıltmadı.