İtiraf etmek istiyorum. “Diyarbakır Kilisesi restore edilecek, üzeri kapatılacak” dendiğinde çok üzülmüştüm. Elbette, kilisenin yıkılmasını hiç istemiyordum ama sanki üstü kapanınca, insanı derinden sarsan o ihtişamından ödün verecek, bir şeyler kaybedecekti.
LORA BAYTAR
lora@agos.com.tr
Restorasyon sürecini içten içe hep destekledim, ama yapı ayakta kalsın diye. Kilisenin üstü kapalı halinin beni memnun etmeyeceğinden neredeyse emindim.
Bu düşüncem, kiliseyi kanlı canlı görünce kökten değişti. Geçtiğimiz Surp Dzınunt günüydü ve yağmurlu bir havaydı. Tesadüfen Diyarakır’daydım. Hançepek’te bir zamanlar yüzlerce insanın ibadet ettiği o gözde kilise, o büyük yortu gününde yapayalnızdı. “İyi ki buradayım” diye düşündüm. Ve işte o gün değişti bütün fikrim. Kilise karşımda, eskisinden daha ihtişamlı duruyordu. Gerçek bir kiliseydi. Metruk bir yapı değildi artık. Hem de en az yıkıntı hali kadar vurucuydu ayakta duruşu.
Ben restoratör değilim, mimar hiç değilim. Mimari yapıları seyretmeye meraklı bir gezginim sadece. Ama belli ki Diyarbakır Kilisesi epeyce profesyonel bir elde restore edilmiş. Böylece hem kilisenin geleceği kurtulmuş, hem de özgün yapısı korunmuş oldu.
Son zamanlarda restore edilen bir diğer Ermeni kilisesi de, Kumkapı’da bir Balyan yapısı olan Vortvots Vorodman. Kaderine terk edilmiş bu yüz yıllık yapı da yıkılmaktan son anda kurtarılanlardan. 2010 Avrupa Kültür Başkenti projeleri kapsamında hayata dönen yapının bugünkü haline baktığımda, bir dizi estetik ameliyattan çıkmış, genç görünümlü bir ihtiyar izlenimi veriyor bana.
Yapının eski dokusu yok olmuş gibi. Aslında yok olmamış ama her şeyi yepyeni duruyor. Zemini, sütunları, pırıl pırıl parkeleri... ‘Sıfır’ bir bina duruyor sanki karşımızda. Kilise yenilendikten sonra içine ilk girdiğimde, bu sunilik nedeniyle kendimi bir garip hissettim ama yine de emek verenlere saygı duygusuyla çıktım dışarı. Çünkü artık hiç olmazsa yıkılmayacaktı. Sonra içeri tekrar girdiğimde durdum ve düşündüm. Bu yapının o metruk günlerinde dahi taşıdığı onca yaşanmışlığının, umut dağıttığı günlerin izlerini nerede bulabilirdim acaba?
Vortvorts Vorodman’a ilk gidişim tamamen tesadüf ve merak eseriydi. Ahşap bölümler çürümüş, her yer darmadağınıktı. Ama o gün iyi ki girmişim içeri; kilisenin o gerçek havasını soluyabildim. Keşke o hali herkes görebilseydi. “Ben neler gördüm, kimler geldi, kimler geçti” diyordu yapı içten içe. Şimdi bütün bunların üstü sıvanmış sanki. Sıvanın üstüne ise badana boya yapılmış.
Eminim çok güçlenmiştir yapı. Bir yüz yıl daha dayanacak gücü vardır artık belki. Peki ya anılarına ne olmuş?
Bina şimdi kültür merkezi olmuş; çok paralar ödersek, salonu kiralayabiliyormuşuz. Ama acaba istenen bu muydu? Şahsen ben, oranın Anadolu’dan göçen Ermenilerin sığınma evi olduğu günlerden izler görmek isterdim. Balyan’ın o Batılılaşma dönemine bıraktığı izi, dokuyu hissetmek... O doku kendince duruyor elbet; bir restorasyon tekniği olarak ara ara bırakılmış, ama pembe, mavi, mor badana daha çok hissettiriyor kendini. Merdivenler pırıl pırıl, yepyeni. Biraz eskilik, yaşanmışlığın göstergesidir. Her şeyimiz o kadar yeni olmasa keşke.