Berberyan Kumpanyası’ndaki başarılı performansıyla tanınan Yenovk Şirinyan, dört yıldır üyesi olduğu ‘Big Brothers’ motor grubuyla İtalya, Avusturya ve İsviçre Alplerine tırmandı. Şirinyan, motosiklet tutkusunu ve Alplerde geçirdiği günleri anlattı.
‘Gidebilmek’ tam bir arınmadır
LORA BAYTAR
lora@agos.com.tr
Berberyan Kumpanyası’ndaki başarılı performanslarından tanıdığımız Yenovk Şirinyan, dört yıldır ‘Big Brothers’ adlı bir motor grubunun üyesi. Son olarak, bizler burada yazın sıcağında kavrulurken, motorlarıyla karlar altındaki İtalya, Avusturya ve İsviçre Alplerine tırmanan grup, ‘macera’nın çok ötesinde bir duygunun, ‘gidebilme’nin peşinde. Gidebildikleri yerlerde güzel şehirler, köyler, tarihi mekânlar görmeyi, yerel tatlar ve kültürlerle tanışmayı ise işin hediyesi olarak görüyorlar. Şirinyan’la, motosiklet tutkusu, Alplerde geçirdiği günler ve yaşadığı ilginç anlar üzerine konuştuk.
• Seni Ermeni toplumunun dernek tiyatrolarında görmeye alışkınız. Şimdi bambaşka bir yerde, yollarda çıktın karşımıza. Motosiklet senin için yeni bir merak mı?
Motosiklet sevdası çocukluğumdan beri hep aklımda bir yerlerdeydi. Steve Mc Queen’in ‘Büyük Firar’ filmi, 1950’li yılların yaşam biçimlerine ve motosiklet ekolüne duyduğum ilgi, eminim bugünkü merakım için bir zemin oluşturmuştur. 17 yaşından beri motosiklet kullanıyorum. ‘Yedi Kocalı Hürmüz’ oyununda provalara motosikletimle giderdim. Arto Ahparik (Berberyan) beni bir güzel paylamıştı. Rolüm gereği yedeğim yoktu. O dönem için motosikleti bırakmam gerektiğini söylemişti, çünkü bir kaza halinde oyun riske girecekti. Gizli de olsa motor kullanırken cümleleri hep aklımda olurdu; vicdan azabı çeker, eve dönüp motoru bırakırdım.
• Big Brothers nasıl oluştu? Nerelere gidiyorsunuz?
30 Ağustos 2008’de, yedi kişi tarafından kuruldu. 15 ila 45 yıldır motor kullanan 13 üyesiyle faaliyetlerine devam ediyor. Benim gruptaki görevim gideceğimiz yerleri belirlemek ve turları organize etmek. Rodos Adası’ndan tutun, tüm Balkanlar ve Avusturya’ya kadar gittik. Tabii, bir ülkede gidilecek yerler tek seferde bitmiyor; aynı ülkeye birkaç kez gidip farklı bölgelerde sürüş yapıyor, kaçırdığımız köyleri, farklı tarihi yerleri ve bölgesel yemekleri yakalamaya çalışıyoruz. Bu sene de İtalya, Avusturya ve İsviçre’ye gittik ve Balkan ülkeleri üzerinden geri döndük. Toplam 4200 kilometre yol yaptık.
• Hangi ortak nokta sizleri bir arada tutuyor?
Aslında hepimiz ayrı tipleriz. Burada katalizör, motosiklet ve ‘gidebilme’ özlemi. Motor için “rüzgâr” derler, “özgürlük” derler, “uçuyorsun” derler. Kabul, ama motosikletin asıl güzel yanı karşılaşacağın olaylara gidebilmektir. Hiç kimse yanından geçen bir arabanın arkasından bakıp el sallamaz. Ama motor öyle değildir, herkes arkandan bakar. Bir el atıp sana katılmak, o da ‘gidebilmek’ ister. İçinde bulunduğumuz hayat koşullarında, ‘gitmek’ artık çok zor olduğundan, bunu yapan insana destek olurlar. Bizim ortak noktamız bu. Tarih, yerel tatlar, kültür, güzel şehirler, köyler görmek de, işin hediyesi.
• Son geziniz epey uzun sürdü. Nerelere gittiniz, neler yaşadınız?
16 günde 11 ülke geçip döndük. Gezinin 7-8 gününü İsviçre, Avusturya ve İtalya Alpleri’ne ayırdık. Bulduğumuz dağ evlerinde ve tepelerde uyuduk. Lastik de patladı, köy yollarında kayıp da olduk. Basit bir Hırvat köyüydü, köylüler ne İngilizce, ne Almanca, ne de Fransızca biliyorlardı. Herkes kendi dilinde konuşuyordu ama anlaştık. Bize ikramda bulundular ve bizi anayola kadar çıkardılar. Bir de, Avusturya’nın İnnsbruck şehrinde, ‘Al Pacino’ lokantasında tanıştığımız Elazığlı Bekir Amca var ki, bambaşka bir hikâye...
• Yazın herkes deniz kenarına giderken seni Alplere, karların içine götüren duyguyu anlatabilir misin?
Denize girmek her zaman yapabildiğimiz bir şey. Heidi’yle Peter’i izlerken “Gerçekten var mı?” diye düşündüğümüz yerlere gitmek, bambaşka bir hayal. Avusturya, İtalya ve İsviçre Alplerinde motor kültürü müthiş bir medeniyet sembolü. Bu bölgeler, gerek yol kalitesi, gerek o ülkelerdeki motosiklet geleneğiyle, 2600 metre rakımlara tırmanırken ve inerken art arda gelen sayısız çok keskin ve muhteşem virajları, karlı tepeleri, manzaraları ile, motosiklet ve bisiklet sevenler için bir ‘hac’ yeri gibidir. Bu virajları, zirveleri, dağları başarılı bir biçimde dönen, bu camiada ‘hacı’ unvanını alır. Bu fırsatı kaçıramazdık.
Trafikten çok uzakta, her virajda, her inişte, her çıkışta, her dağ manzarası ve uçurumda soyutlanmayı yaşarsın, kimseyi düşünmeden akar gidersin; aklına bir şey gelmesi mümkün değildir. Yani tam bir arınmadır o. Eşrefi mahlukat olarak kendinle kalırsın, çocuk saflığında, kin, düşmanlık, ırk, din, dil, kıskançlık olmaz o an kafanda. İşte bu duygular, beni oralara götüren. Bu duyguyu “Motora atlayıp Hisar’a gideyim, bir çay içeyim, beni görsünler” düşüncesiyle yakalaman mümkün değil. Bu trafikte, bu egolarla olmaz.
• Bundan sonraki gezi planlarında nereler var?
Bayram sonrası Bulgaristan’ın Karadeniz sahilindeki Nessebar’a gideceğiz. Bu arada motosiklet festivalleri ve yurtiçi turlar da devam edecek. Seneye yine büyük bir gezimiz var. Fransa üzerinden Portekiz’e kadar gidip motorların lastiklerini Atlas Okyanusu’nda yıkamak istiyoruz.
INNSBRUCK’TAKİ BEKİR AMCA’NIN GÖZLERİ
Avusturya’da zirvelere tırmanmaya hazırlanmak için önce İnnsbruck şehrine gitmemiz gerekiyordu. Akşam müthiş bir yağmur eşliğinde, 22.30 civarında şehre girdik. En büyük dert barınmaydı, çok yorgun ve açtık, ayrıca banyo yapmamız gerekiyordu. Motosiklete bakış yurtdışında yaşayan Türkiyelilerde çok farklı. Bizi gördüklerinde deli oluyorlar, hepsi bir şeyler yapmaya çalışıyor. Orada bir taksi şoförü arkadaş hemen durdu, ardından bir tane daha durdu, paylaşamıyorlardı bizi. Biri “Bizim otelde yer var” diyor, diğeri “Bizim teyzenin pansiyonu var” diyor... Neyse, sonunda güzel bir otele yerleştik. Kayıt işlemleri bittiğinde açık restoran kalmamıştı. O taksici gurbetçi kardeş yetişti, bizi eskiden kendisinin olan bir restorana götürdü. Adı ‘Al Pacino’ydu restoranın, kuru fasulyeden pizzaya kadar her şey vardı. Bana pizza yapan usta yanımıza gelip oturdu. Gırtlak kanseri olmuş, sesini duymak çok zordu. Adı Bekir’di, 70 yaşındaydı ve hâlâ çalışıyordu. Elazığlı ama çocukluğu Bakırköy’de geçmiş. Türkiye’den göçeli 40 yıl olmuş. Özlüyordu belli ki doğduğu yerleri ama, pişmanlıkla memnuniyet arasında, arafta kalmış. Dönse ne yapacak diye düşünüyor. Sohbet sırasında bana nereli olduğumu sordu. “İstanbulluyum, babam da öyle, ama dedem Bitlis-Mutkilidir” dedim. Durdu, “Bitlis Ermeni’ydi, kimseyi komadılar orda” diye cevap verdi. Dayanamadım, “E ben de Ermeni’yim” dedim. İnanmadı, ne yapacağını şaşırdı. Elimi tuttu, kıracak gibi sıkıyordu, gözlerime bakıyordu. Orada anladım Bekir Amca’yı. Gözleri bana nereden geldiğini anlatmaya yetmişti. Sonra hesabı istediler, sessizlik bozuldu. Yorgunduk, uyumak lazımdı, yol vardı ertesi gün. Bekir Amca bırakmadı elimi, “Çay içelim yeğenim, otur” dedi. Ama çıktık mecburen; çıkarken o bana bakıyordu, ben de ona.