O yıllarda Paris’te bulunan Güney, ABD’yi Vietnam’daki savaş suçlarından dolayı sembolik olarak yargılayan Russell mahkemesinin bir devamı niteliğinde kurulan Paris Tribunali’ne bir değerlendirmede bulunmuş ve bu konudaki fikirlerini paylaşmıştı. Paris Tribunali, Russell mahkemesinin Ermeni soykırımını gündeme almaması üzerine kurulmuştu. Bu metin Türkiye’de ilk olarak 2008 yılında Paris Tribunali metinlerinin tamamının Pencere Yayınları'nca kitaplaştırması ile günyüzüne çıkmıştı. Kamuoyunda çok bilinmeyen bu mektubu Sibel Özbudun’un çevirisi ile sunuyoruz.1984’te kaybettiğimiz Yılmaz Güney ölümünden bir süre önce Ermeni Soykırımı’na dair bir değerlendirmede bulunmuştu.
"Sayın Başkan,
Saygıdeğer mahkemenizin Ermeni Soykırımı üzerine bir oturum düzenleyeceğini ilgiyle öğrendim.
Adalete aşık insanlar, hele ki benim gibi Türkiye kökenliyseler, bu sorun karşısında kayıtsız kalamazlar. Bu nedenledir ki izninizle birkaç düşünceyi dikkatinize sunmak istiyorum:
1. Kanımca soykırımın gerçekliği tartışma götürmez. Öldürücü bir milliyetçiliğin etkisi altındaki dönemin Türk yöneticileri, Türkiye’den Orta Asya bozkırlarına uzanan Panturancı bir imparatorluk kurmayı hayal ediyorlardı.
Oysa Türkiye’nin Türk toprakları ile Kafkasya ve Asya’nın Türkçe konuşan halklarının yaşadığı topraklar, Kürt ve Ermenilerin yaşadığı bölgelerle birbirinden ayrılmaktaydı. Bu “engel”i ortadan kaldırmak için İttihat ve Terakki hükümeti bu iki halkı fiziksel olarak tasfiye etmeye karar verdi. 1915’ten itibaren kolektif katliamlardan ve kitlesel sürgünlerden oluşan planlı ve sistemli bir politika Türkiye Ermenilerinin yok olmasıyla sonuçlandı. Birinci Dünya Savaşı boyunca aynı politika çerçevesinde 700 000’in üzerinde Kürt İç Anadolu’ya sürgün edildi;
2. Eğer soykırım zamanında uluslararası topluluk tarafından tanınmış olsaydı, 1920’li yıllarda Cemiyet-ül Akvam insanlığa karşı bu suçu yargılayıp ağır bir biçimde cezalandırsaydı, Kemalist yöneticiler Kürtlere Ermenilerin başına gelenleri uygulamaya, 1924-1940 arasında yönetimi altındaki Kürt nüfusun yaklaşık üçte birini katletmeye ve sürmeye cesaret edemezdi.
3. Hiç kuşku yok ki, demokratik bir rejim tarihsel gerçekliği kabul eder, anlamsız maceralarında neredeyse bizzat Türkleri de felakete sürükleyen bu cinayetin faillerini mahkum ederdi. En azından şehit Ermeni halkından özür dilerdi. Adalet ve onur kaygısı onu Ankara’da gerçekliği tüm çıplaklığıyla ortaya koyacak sizinki gibi bir mahkeme oluşturmasına yol açardı.
Ne yazık ki kendi halkına eza eden, terörle hüküm süren Türk rejimi böylesi onurlu bir tutumu benimsemenin çok uzağında. Onca kanıta karşın, toprakları üzerinde nüfusun en az dörtte birini oluşturan milyonlarca Kürt’ün varlığını inkar eden bir rejimden başka ne beklenebilir ki? Ve Kürtler özgül haklar talep ettiklerinde Ankara’daki otoriteler onları Ermenilerin yazgısını paylaşmakla tehdit ediyor. Gerçeklikte, diktatörlük dışarıya, müttefiklerine ve destekçilerine yönelik propagandanın damıttığı yalanları pek önemsemiyor.
4. Türk askeri diktatörlüğünün, büyük güçlerin yaptırımından korkmak bir yana, onların, özellikle de özgürlük ve insan hakları üzerine nutuklardan hiç eksik kalmayan ABD ve Federal Almanya’nın yardımından yararlandığını ifade ediyorum.
5. Tarihsel gerçekliğin kabulü ırksal nefreti körüklememeli, bu denli ateşlerle sınanmış bölge halklarını karşı karşıya getirmemelidir. Günümüz Türkleri bundan altmış yıl önce atalarının, sona ermekte olan bir İmparatorluğun despotik, cani rejiminin işlediği suçlardan sorumlu tutulamazlar. Bence Türk aleyhtarı ırkçılık Ankara’daki yöneticilerin Ermeni aleyhtarı, Kürt aleyhtarı histerisi kadar mahkûm edilmelidir.
Bu gözlemlerimin ardından, Sayın Başkan, Mahkemenizin kararının uluslararası mercilerce dikkate alınması ve suskunluk ve kayıtsızlık içinde Ermenilerin başına gelenlerin bir daha asla tekrarlanmaması yolundaki dileğimi dile getirmeme izin verin."