Arada sırada fazla gürültü etmeyen, yanınızdan nerdeyse sessizce geçen bir insana rastlarsınız. Ancak daha bu ilk kısa karşılaşmada bile o kişide insani olarak değerli, nerdeyse soylu bir şey olduğunu farkedersiniz. Ve eğer hayat elverirse, bu insanla bir ya da birkaç kez daha yanyana gelir ve ilk intibaınızın doğru olduğunu, karşınızdakinin derin bir ruha sahip olduğunu anlarsınız. Yapması gerekeni sabırla yerine getiren gayretkeş bir ruhtur o. İlk olarak 2007’de kısa bir süreliğine buluştuğum fotoğrafçı arkadaşım Matthieu Chazal işte böyle bir insan. Onu ilk andan itibaren sevdim. Uzun zaman fotoğraflarının pek çoğunu da görmedim. Ancak yıllar içerisinde bölgede seyahat etmek üzere sık sık İstanbul’a gelip gider oldu ve bütün bu süre boyunca neyi fotoğrafladığını zamanla öğrendim. Onun hayata bakışında özel bir odak ve sevgi var. Ve sanki hayata, neyi göstermek istiyorsa onu sunması için müsaade ediyor gibi…
Fotoğrafçı olmaya nasıl karar verdiniz? Sanatın bu yönünü seçmenizde neler etkili oldu?
Sanırım hikâyeler anlatmayı istiyordum. Ancak daha önemlisi gezmek ve dünyayı görmek istiyordum. Fransa’da doğduğum şehir Bordeaux’da bir gazetede muhabir olarak çalışmışlığım vardı. Birkaç yerel konu üzerinde haber hazırladıktan sonra işimi bıraktım ve belgesel filmler çekmek üzere elimde kameramla Batı Afrika ve Orta Amerika’ya gittim. Senegal’de ülkenin ulusal sporu güreşçilikle ilgili malzeme toplarken video kameramı dijital bir fotoğraf makinesiyle değiştirdim. Elimde taslak, notlar, röportajlar ve fotoğraflarla Paris’e döndüğümde belgesel film için yapımcı bulamadım. Buna karşılık fotoğraflarımı sergileyecek ve basacak galeri ve dergiler mevcuttu. Fotoğraf makinesi küçük bir alet ve tek başına hareket eden bir adamın kişiliğine gayet iyi uyum sağlıyor. Aynı zamanda hareketsiz imgelerin, bir olayın alışılageldik tasvirinin ötesine geçme imkânı sağladığını da farkettim.
Bundan 8, 9 yıl önce Sulukule’de kentsel dönüşüme karşı direnişi belgelemiş az sayıdaki fotoğrafçıdan birisiniz. O dönemde Türkiye’de yeniydiniz. Sizi buraya ne getirdi ve kentsel dönüşümle ilgili genel olarak ne düşünüyorsunuz?
Sulukule’yi Fransa’da bir radyo programında duymuştum ve mahallenin dönüşümünü beIgelemek üzere İstanbul’a geldim. Halkın da destek verdiği Romanların büyük direnişine karşın Sulukule semti nihayetinde ortadan kalktı ve burada yaşayanlar İstanbul’un uzak bir semtine göç etmek zorunda kaldı. Mahallenin kültürel özgünlüne karşın her büyük şehirde yaşanan soylulaştırma süreçlerinden biri gibi duruyor bu örnek de. Yoksulsanız, İstanbul, Paris ya da Bordeaux gibi cazibeli şehirlerin merkezinde yaşamanız giderek zorlaşıyor. Bugünlerde Tarlabaşı’nda olan da aynısı.
SÖYLEŞİNİN DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN